Kürt sorununun çözümüne ilişkin demokratik açılım için genel hatlarıyla bir çerçeve önermek istiyorum. Ancak, önereceğim bu çerçevenin işe yaraması bazı ön şartların sağlanmasına bağlıdır.
Her şeyden önce, Kürt sorununa ilişkin resmi söylem ve tutumun esaslı bir şekilde değişmesi gerekiyor. Bunun ilk şartı “Türklük” odaklı dilin terk edilmesi ve “birlik-beraberlik” söyleminin yerine çoğulcu bir dilin geçirilmesi olacaktır. Ayrıca, daha önce de yazdığım gibi, resmi makamlar söz ve tavırlarında Kürt sorununun ortaya çıkmasında devletin kusuru yokmuş gibi düşündükleri izlenimi vermekten kesinlikle vazgeçmeli ve bu meselede şimdiye kadar izlenmiş olan resmi tutumun yanlış olduğunu açıkça dile getirmelidirler.
Mesele sanki Kürtlerin “mızıkçılık” yapmasından, bu arada bazılarının haylazlık yapıp dağa çıkmasından kaynaklanmış da şimdi “Devlet “ iyi niyet göstererek Kürtlere bir lütufta bulunuyormuş havası yaratıldığı sürece, atılan hiçbir olumlu adım fayda vermeyecektir. Kürtlerin psikolojisini görmezlikten gelmenin çözüm çabalarını baştan çıkmaza sokacağının artık anlaşılması gerekiyor.
İkinci olarak, eğer gerçekten demokratik bir çözüm isteniyorsa, bu sürece Kürt siyasi hareketinin aktif olarak katılması bir zorunluluktur. Bu PKK’nın resmen muhatap alınmasını gerektirmezse de, onu büsbütün yok sayan bir tutumdan kaçınmak da şarttır. Onun için, DTP’yi “terörist örgütle arasına mesafe koyma”ya zorlamanın hiçbir yararı yoktur. Bu arada, çözüm için MGK’nın ve diğer devlet kurumlarının desteğini yeterli görmek veya “kurumlararası uzlaşma”yı esas almak Kürtlerin bu girişimi Devletin tek taraflı bir girişimi olarak algılamalarına yol açar ki böyle bir durum “çözüm”ün önünde büyük bir engeldir.
Bu vesileyle, şu “uzlaşma” konusuna da kısaca yeniden değinmekte yarar var. Hükümetin bu meselede ayrıntılı bir “çözüm planı”yla ortaya çıkmak yerine, müzakereye ve ilgili herkesin katılımına dayanacak bir “süreci” başlatmayı tercih etmiş olması şüphesiz yerinde bir tutumdur. Sivil toplum örgütleri yanında siyasi partileri bu sürece dahil etmeye çalışmak da isabetlidir. Ancak, hükümet bunda çok da talepkâr olmamalıdır. Çünkü, bu konuda herkesle bir uzlaşmaya varmak mümkün olmadığı gibi, mümkün olsa bile bu yolla barışçı ve demokratik çözümü için elverişli bir uzlaşmanın sağlanabileceği çok şüphelidir. Nitekim, kimi “ilgili” politik aktörlerin sorunun çözümüne esastan karşı oldukları, kimilerinin de statükonun çok fazla değiştirilmeden sürdürülmesinden yana oldukları daha şimdiden belli olmuştur.
Ayrıca, Kürt Açılımının bir “devlet projesi” olarak görülmesinin Kürtlerin bu meseledeki kuşkuculuğunu artırabileceğini de hesaba katmak gerekir. Çünkü “Devlet” kavramı “Fırat’ın Doğusu”nda aşağı yukarı Ergenekonvari bir derin örgütlenmeyi çağrıştırmaktadır. “Devlet projesi” algısının başka bir sakıncası da, Kürtler arasında bu Açılımın asıl amacının PKK’yı tasfiye etmek olduğu kuşkusunu doğurmasıdır. Bu algının yerleşmesi de çözümü çıkmaza sokabilecek ciddi bir etkendir.
Sözünü ettiğim çerçevenin anayasal-hukuki yönüne gelince: Kanaatimce, çözüm için uygun bir çerçevenin şu beş ilkeye dayanması gerekmektedir: “Yurttaşlık” konusu dahil olmak üzere etnik imalardan arınmış ve kültürel çoğulculuğu tanıyan bir anayasa, kültürel haklar, idari adem-i merkeziyet ve demokratik temsilin güçlendirilmesi.
Belirtmek gerekir ki, bu konularda atılması gereken adımlar, Kürt sorunundan bağımsız olarak, Türkiye’nin genel olarak daha hür ve demokratik hale gelmesi için zaten gerekli olan adımlardır. Bu konunun ayrıntısını da bir sonraki yazıda ele alalım.
Star, 22.08.2009