Herkes bu Meclisten yeni bir anayasa bekliyor. Meclise giren partilerin dördü de sanki yeni bir anayasaya karşı değilmiş gibi görünüyorlar. Ama bu partilerden bir tanesi bile sahici, liberal bir demokrasiyi savunmuyor. Bu 4 partinin dördü de çoğulculuğa yabancı, açık topluma yabancı, özgür bireye yabancı, inanç özgürlüğüne yabancı, serbest piyasa ekonomisine yabancı…
AKP
Bekir Berat Özipek, AK Parti’nin, “içinden geldiği gelenek ve dayandığı taban itibarıyla olağanüstü özgürleştirici bir potansiyele sahip” olduğunu söylüyor. AKP’nin dayandığı taban 1946’dan bu yana demokrasiye hiç ihanet etmedi, ellerine silah alıp darbecilere karşı savaşmadılar, ama sandıkta hiç bir zaman askeri vesayete prim vermediler. Bu doğru… Ama AKP’nin içinden geldiği gelenek demokrasiye çok yabancı… Bunların geleneğinde demokrasiden çok “ulû’l-emre itaat” vardır, çoğulculuktan çok cemaatçilik vardır. AKP’nin demokrasi kültürü, demokratik bir anayasa yapmak için yeterli değildir. Elinde anayasayı tek başına değiştirecek çoğunluk varken bunu yapmayan AKP iktidarının bu işin önemini kavradığı, demokratik bir anayasa yapmak için gerekli donanıma sahip olduğu da şüphelidir.
AKP’liler sivil toplumdan çok devleti esas almaktadırlar. Dindarlıktan anladıkları, insanların inançlarını özgürce yaşamasından çok, devlet aracılığıyla toplumun dindarlaştırılmasıdır. AKP’liler her dinden insanların dinlerini özgürce öğrenmelerini hiç savunmadı, hep devlet eliyle verilen zorunlu din derslerini savundular, Diyanet İşleri Başkanlığı yerine Sünni Müslümanların kendi sivil toplum örgütünü oluşturmasını hiç savunmadılar, hep devlet güdümünde bir Müslümanlığı savundular.
AKP aşırı uzlaşmacı bir parti… Devrim muhafızlarını kızdırmamak için, kolayca demokrasiden ve temel insan haklarından ödün veriyor. Hiç bir yasal engel olmamsına rağmen seçimlerde başörtülü aday göstermedi. Dokuz yıldır iktidarda olmalarına rağmen başörtülü hanımlarıyla ordu evlerine girmiyorlar. Milli Savunma Bakanının Genelkurmay Başkanının arkasında durmasını asla sorun yapmıyorlar. Milletvekilleri protokolde generallerin arkasında durmayı doğal karşılıyorlar. Anıtkabiri ziyaret etmeden hiç bir töreni başlatmıyorlar. Anayasadaki değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez maddeler bunları hiç rahatsız etmiyor; Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu , yeni anayasa yapılırken bu maddeleri asla sorun yapmayacaklarını şimdiden açıkladı.
AKP’liler asker vesayetinin ne olduğunun bile farkında değiller. AKP Karaman Milletvekili Yüksel Çavuşoğlu, Irak Savaşı öncesi TBMM Milli savunma Komisyonu’na bilgi veren Genel Kurmay Başkanı’na, “Doğrusu Irak konusunda net politikamızın ne olduğunu ben bilmiyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin politikası nedir, bir anlatır mısınız bize” diye soruyor… Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök, “Bunu asıl sizin bilmeniz lazım. Siyasi irade sizsiniz, siz bize söyleyeceksiniz… Anayasaya göre biz siyasi iradeye bağlıyız, siyasi iradenin aldığı kararı uygularız” (Hürriyet, 12.04.2003) demek zorunda kalıyor.
CHP
CHP ilke olarak halkın veya halkın temsilcilerinin anayasa yapabileceğini, ya da anayasada istediği değişikliği yapabileceğini kabul etmiyor. Onlara göre anayasayı kurucu irade, ya da darbe ile devleti ele geçirenler yapabilir. Buna karşın CHP’nin 1960 darbecilerinin kurucu iradenin yaptığı anayasayı çöpe atıp yepyeni bir anayasa yapmasına hiç bir itirazı olmamıştı, ama darbecilerin yaptıkları anayasaları hep savundular. Darbeciler anayasa yaparken resmi ideolojiyi, yani CHP’nin ilkelerini esas alıyor. Bu sebeple darbeciler gittikten sonra, bu anayasaların avunmasını CHP üstleniyor.
CHP Orduyu siyasetin doğal bir aktörü sayıyor. Askerin siyasete karışmasını hararetle destekliyor ve teşvik ediyor. Onlara göre ordu devletin kurucusu, vesayet hakkı doğaldır ve Cumhuriyeti, laikliği, Atatürk ilke ve inkılâplarını korumakla görevlidir ve bu görevi de kendiliğinden karar vererek yerine getirme hakkına sahiptir. CHP’li Onur Öymen Hükümetin Kıbrıs konusunda kendi başına politika oluşturmasını bir türlü kabullenemiyor, “MGK’yı kanarya sevenler deneği olarak mı görüyorsunuz?” diye soruyor.
CHP laikliği de demokratik gelişme yolunda önemli bir engeldir. CHP laikliğinde inanç özgürlüğüne yoktur. CHP herkesin neye ne kadar inanacağını devletin belirlemesini, toplumsal hayatın dinden ve inançlardan arındırılmasını istiyor. CHP, yaşayan toplumdan soyutlanmış bir kamusal alan yaratmak, burayı da dinden steril hale getirmek istiyor.
Eğer demokratik bir anayasa yapmak istiyorsanız, bunu CHP ile uzlaşarak yapamazsınız. CHP tek parti rejiminden miras aldığı ilkelerden ödün vermez. CHP, parti ilkelerinin Anayasadan çıkarılmasına, kontrolü altındaki anayasal kurumların statüsünün değiştirilmesine, asker vesayetini kaldıramazsına, inanç özgürlüğünün genişletilmesine razı olamaz.
MHP
Çok partili dönemde ve arkasından gelen darbeler döneminde de Türk milliyetçileri hep demokrasi cephesinde yer almışlardı. “Milliyetçiler bu kavgada elbette ki demokrasiyi, yani halkı tutacaklardır. Kendisinin halk ile birlik olduğunu iddia eden bir grubun azınlık idaresine taraftar olması mantığa da aykırı düşer. … Esasen milliyetçiliğin asıl gayesi memlekette halka dayanan bir rejim kurarak Türkiye’yi modern bir milli devlet haline getirmektir. Milliyetçi bir siyasi hareket, halka dayanarak, milli birlik ve kaynaşmaya mani olan her türlü zümre ve azınlık sultasına son vermek üzere faaliyet göstermelidir” diyordu Erol Güngör (1975. Türk Kültürü ve Milliyetçilik, s. 54). Türk milliyetçileri o zaman rejimim savunucusu değil, rejim tarafından dışlanan insanların savunucusuydular.
Günümüz Türk Milliyetçileri milleti pek önemsemiyorlar; her şeye devletin hakim olmasını, devletin insanlar için değil, insanların devlet için var olmasını, bireyin ve sivil toplumun bir değerinin olmamasını, insanların kendi istedikleri gibi değil, devletin istediği gibi yaşamasını, devletin istediği gibi düşünmesini, devletin belirlediği kimlik dışında insanların kimlik ve kişilik sahibi olmamasını istiyorlar. MHP, adı milliyetçi, ama millet iradesini önemsemeyen, aslında devleti de değil Kemalist rejimi savunan bir parti, demokrasiyi değil askeri vesayeti savunuyor.
MHP Eskişehir milletvekili Ruhsar Demirel, “Çünkü biz Harbiye Marşını ders aldık” diyor. Millet iradesine karşı Kemalizmi savunma milliyetçiler için yeni bir olaydır. Ne var ki, bu totaliter zihniyet parti üst kademelerinde olduğu kadar ülkücü alt taban tarafından da benimsenmiştir… MHP tam bir faşist parti oldu. Buradaki “faşist” kelimesini, daha önceleri Kemalist solun kendilerini aşağılamak için kullandığı anlamda kullanmıyorum, sadece şu anda MHP’yi tanımlamak için en uygun ifade olduğu için kullanıyorum.
Emekli Amiral Atilla Kıyat bir televizyon programında devletin ve askerlerin Güneydoğu’da büyük yanlışlar yaptığını, darbeye ve kanunsuz işlere bulaşmış askerlerin özeleştiri yapması gerektiğini söyledi. Güneydoğuda binlerce insanın faili meçhullere kurban gittiğini, yargısız infazlardan bazılarının devlet görevlileri tarafından işlendiğini biliyoruz. Bu devlet görevlilerinin nasıl çeteleştiği, adam kaçırıp fidye istedikleri, haraç topladıkları, uyuşturucu ticaretine karıştıkları üzerine yazılmış kitaplar var. Bunlardan “Yeşil” kod adıyla bilinenin uyuşturucu çetelerinden nasıl haraç istediğini hep biliyoruz. Nedense Atilla Kıyat’ın söyledikleri Devlet Bahçeliyi’yi çok kızdırdı. MHP’liler, kanunsuz işler yapan, görevlerini kötüye kullanan, çeteleşen devlet görevlilerine sahip çıkmayı devlete sahip çıkmak zannediyorlar.
Bu anlayışta bir MHP’den demokratik anayasaya katkı beklemek boşunadır.
BDP
BDP’nin kavgası demokrasi için değil… Meclise giren Kürt siyasetçilerin amacı, Türkiye’nin demokratlaşması, Kürtlerin daha açık bir toplumda yaşaması, Türkiye toplumuna, Avrupa’ya, dünyaya entegre olması değil… BDP’li politikacılar Kürtlerin azınlıkta olduğu yerlerde çoğulcu, çok kültürlü bir toplum istiyor, ama Kürtlerin çoğunlukta olduğu yerlerde de tek düzen, kapalı bir toplum istiyorlar. BDP’nin siyasi kadrosu Stalinci marksistler, feodalitenin okumuş çocukları ve eski CHP’lilerden oluşan bir topluluk… Kürtçü siyasetçilerin milli egemenlik anlayışları Kemalistlerden hiç farklı değil, Kürtleri başkaları ezeceğine biz ezelim, Kürtlerin kendi kendilerini özgürce yönetmeleri, birey olarak özgürce yaşamaları pek umurlarında değil.
Aslında Türkiye kamuoyu Kürtçü politikacıların Meclise girmesini, politika yapmasını sorunun çözümüne katkı sağlayacağını düşünerek, kabullenmiştir. Ne var ki BDP’nin Meclis’e girmesi pek bir işe yaramamıştır. BDP’liler baştan kendilerin yetkisiz ilan etmişler, devletin muhatap olarak kendilerini değil İmralı’yı veya dağdakileri almaları gerektiğini söylemişlerdir. BDP varlığını Kürt sorununun yaşamasına, Güneydoğu’da kavganın devam etmesine borçlu… Olaylara gerilimi arttırıcı ve kavgayı körükleyici şekilde yaklaşıyorlar; silaha sarılacaklarını, kavga çıkaracaklarını, ülkeyi böleceklerini ima ederek politika yapıyorlar.
BDP’nin Türkiye’nin demokratikleşmesine, ya da Kürt sorununun çözümüne bir katkıda bulunması çok zor…
Bu dört parti, anayasada bazı değişiklikler yapabilirler, ama demokratik bir anayasa yapamazlar; değiştirilemez maddeleri, resmi ideolojiyi koruyan maddeleri değiştiremezler. AKP muhafazakâr kapalı bir toplum istiyor. CHP Kemalist kapalı bir toplum istiyor. MHP devletin kadiri mutlak olduğu kapalı bir toplum istiyor, BDP Kürtleri Kürtlerin ezdiği kapalı bir toplumun peşinde…
Bunlar benim dört parti hakkında tespitlerim. Temennilerim değil… Bu partiler hakkında yanılmayı tercih ederim. Ümit ederim, AKP’liler din adamlarının laik devletin memuru olmaması gerektiğini, CHP’liler CHP’nin ilkelerinin yerinin anayasa değil parti tüzüğü olduğunu, MHP’liler yanlış iş yapan devlet memurlarına sahip çıkmanın devlete sahip çıkmak olmadığını, BDP’liler şiddete dayanarak politika yapmanın sonunun olmadığını anlarlar. Ben mahcup olmaya razıyım.