Demirel ve Yılmaz’ın ‘Muhteşem dönüşü’ (!)
Mustafa Erdoğan
Perşembe, 05 Kasım 2009 07:48
Geçen Pazar iki tabelâ partisinin birleşmesiyle, bir Demirel-Yılmaz ortak yapımı olarak siyaset piyasasına sürülen “Demokrat Parti”nin “merkez-sağ”da var olduğu söylenen boşluğu dolduracağı iddia ediliyor.
Şimdilik Demirel’in kıdemli emanetçisi Cindoruk’un sevk ve idare edeceği anlaşılan bu konsorsiyum siyaseten ne anlama geliyor?…
En başta belirtmek gerekir ki, statüko payandası medya buna çok ümit bağlamış olsa da, bu girişimden istedikleri sonucu alabilecekleri bana bir hayli şüpheli görünüyor.
Kanaatimce, bunun iki temel nedeni var. Birincisi, sosyolojik olarak ölü olan iki partiden yaşayabilir bir parti ortaya çıkarmak, siyasi “gel-git”lerdeki başarısıyla maruf Demirel için bile kolay olmasa gerektir. Başka bir deyişle, Demirel’in -ve Yılmaz’ın- bu seferki “dönüşünün muhteşem olacağı” hiç de kesin değil.
ANAP ve DYP’nin bu oluşumdan epeyce önce siyasi mevta haline gelmiş olmaları ise başkalarının değil, tamamen kendilerinin suçudur. Nitekim, ANAP’ın intihar süreci Özal’ın ölümünden hemen sonra, Mesut Yılmaz’ın partiyi kontrolüne almasıyla başladı ve 28 Şubat rejiminin gönüllü işbirlikçisi olmasıyla zirveye çıktı. Nihayet 2007 baharındaki cumhurbaşkanlığı seçimi krizinde statükonun yanında yer almasıyla ANAP kendi varlığına kesin olarak son vermiş oldu.
DYP’ye gelince, bu son intihar adımında ANAP’a eşlik etmesi onun için de sonun başlangıcı oldu ama, o da zaten daha önce mağdurlarından biri olduğu 28 Şubat rejimiyle bir uzlaşma arayışına girmiş bulunuyordu. Bu ruh haleti içinde DYP bir türlü mirasçısı olduğunu iddia ettiği Demokrat Parti’nin kesin rotasında karar kılamadı, bu yolda hep gel-gitler yaşadı.
Bu sözde “Demokrat Parti”nin başarı ihtimalini zora koşan ikinci neden daha önemli: Bu hareket gerçek bir toplumsal ihtiyaca cevap olmaktan çok, “Devlet”in daha güçlü olarak sahneye dönmesini hedefliyor. En başta şundan belli ki, bu oluşumun katalizörleri olan Demirel ve Yılmaz’ın karakteristik vasfı, ikisinin de inatçı statüko bekçisi olmalarıdır.
Demirel, malum, Özal reformculuğunun en büyük ayak bağı olmasıyla maruf bir siyasi figürdür. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra ise içinden geldiği siyasi geleneğe yüz çevirerek, “Devlet” adına “halk”ın karşısında saf tuttu. Statükoya demir attı ve en nihayetinde “fena fil Devlet” oldu. Mesut Yılmaz ise ölümünden sonra Özal’ın siyasi mirasına ihanet etmekte hiç gecikmemiş olan siyasi bir tufeyli olmasıyla meşhurdur. Esasen, 28 Şubat işbirlikçiliği kendisinin “statükocu” kimliğini tescil etmekten başka bir şey yapmamıştı.
Hasılı, bu nevzuhur “Demokrat Parti”nin, Fehmi Koru’nun öngördüğü gibi, devletçi cenahın “solcu” geçinen unsurlarını da kendi çatısı altında toplayıp toplamayacağını bilemem, ama bunun devletçi bir parti olduğunda şüphe yok. Bu partinin Hüsamettin Cindoruk’un 28 Şubatçı Demokrat Türkiye Partisi’yle soy ve ruh akrabalığı, merhum Turan Feyzioğlu’nun Cumhuriyetçi Güven Partisi, Turgut Sunalp’in Milliyetçi Demokrasi Partisi’yle ve genel olarak Ergenekonculukla da ruh akrabalığı var. Mesele, akıbetinin onlardan ne ölçüde farklı olacağıdır.
Muhtemeldir ki, AKP’nin seçmen desteğinin gerilemekte olduğunu gösteren son kamuoyu yoklamaları, ortak noktaları bu partiye karşı olmak olan statükocu çevreleri ve bu arada sözde “Demokrat Parti”yi sevindirmiştir. Belki, silâhlı kuvvetler içindeki son cunta girişiminin üstüne tam bir kararlılıkla gidilemeyişi de bu genel atmosferle ilgilidir.
Eğer öyleyse, hem hükümetin hem de özgürlük, barış ve demokrasiden yana olan bütün toplum kesimlerinin daha güçlü bir “demokrasi iradesi” göstermelerine ihtiyaç var demektir.
Star, 05.11.2009