Tartışmanın başlığı bile yeteri kadar kışkırtıcı: “Değiştirilmesi teklif dahi edilemez” diyor.
Hani, çocuğa bir “şunu yapma yavrum” demek vardır, bir de “şunu yapmayı aklından dahi geçirme” diye tehdit ederek çocuğu çileden çıkarmak vardır.
Şu anki anayasa bize, “ilk dört maddeyi değiştirmeyi aklınızdan bile geçirmeyin” diye buyuruyor. Doğrusu bu dil bile tek başına insanda, “benim sözleşmem değil mi, istediğim gibi değiştiririm” deme isteği uyandırıyor.
Her neyse, tartışma tabii ki psikolojik değil hukuki bir tartışma. Ve epey uzun zamandır da devam ediyor. Son olarak, TÜSİAD’ın Anayasa teklifi dolayısıyla yine gündemde.
Meselenin bir teorik ve ahlaki boyutu, bir de pratik boyutu var.
Teorik ve ahlaki boyutunda, değişmezlik fikrinin kendisine itiraz var.
Eğer bu metin, hep tekrarladığımız gibi toplumsal bir sözleşme ise, nasıl olur da, toplum kendi yaptığı sözleşmeyi değiştirme hakkına sahip olmaz? Nasıl olur da, bir tarihte bu maddeleri Anayasa’ya koymuş bir kuşağın, kendisinden sonra gelen bütün kuşakların kaderini sonsuza kadar belirleme hakkı olur?
Anayasa’ya değişmez maddeler koymak, donmayı kabul etmektir. Gelecek kuşakların fikirlerini, arzularını, ideallerini ipotek altına almaktır. Anayasa’nın toplumdaki değişim ve gelişmeye ayak uydurma imkânını ortadan kaldırmaktır. Böyle bir imkân ortadan kalktığında, devlet yeni koşullara uyum sağlayamadığında, yeni ihtiyaçlara cevap veremediğinde toplum-devlet gerilimi doğar. Anayasa’nın barışçı-demokratik yollardan değiştirilememesi hem aşağıdan gelen bir kalkışmayı, hem de devletin otoriterleşmesini teşvik eder.
Değiştirilemez maddeler meselesi her gündeme geldiğinde aynı şey söyleniyor: Ama başka ülkelerde de var.
Doğru, birçok ülkenin anayasasında değişmez maddeler var. Mesela, Almanya anayasasında devletin federal yapısının, İtalya ve Fransa anayasalarında ise devletin şeklinin cumhuriyet olduğunun değiştirilemeyeceği hüküm altına alınmış. Ama başka anayasalarda değiştirilemez maddelerin olması, bizimkinde de olması gerektiğini göstermiyor. Nitekim, bırakın değiştirilemez maddeleri, hiç anayasası olmayan ülkeler bile var.
Kaldı ki, söz konusu maddeler bizim anayasamızda da ezelden beri var olmamış. Değiştirilemeyecek maddelere ilişkin ilk hüküm 1961 Anayasası’nda yer almış. Ama o zaman yasak sadece ”Cumhuriyet” maddesi ile sınırlı imiş. 1982 Anayasası bunu genişleterek ”İlk 3 maddesi değiştirilemez” demiş ve cumhuriyetin niteliklerini bu kapsamın içine koymuş. Yani karşımızdaki maddeler yine Milli Güvenlik Konseyi ürünü. Darbecilerin yaptıkları bütün değişiklikler gibi bu değişikliğin temel amacı da kendi yaptıkları anayasayı korumak; toplumu ve onun temsilcilerini toplumsal sözleşmenin yapılış sürecinin dışına çıkarmak…
Dolayısıyla biz bu tartışmayı, bu maddelerin anayasaya giriş sürecinden bağımsız bir biçimde, sadece hukuki bir mesele olarak, soyut bir ülkede soyut bir anayasadan bahsediyorcasına yapamayız. Bir başka deyişle, bizim değişmez maddelerimizin “vesayetin güvencesi” olarak Anayasa’ya sokulmuş maddeler olduğu gerçeğini unutamayız.
İşte bu da tartışmanın pratik boyutu…
Evet, Türkiye’de bu tartışma sadece bir ilke tartışması olarak yürümüyor. Biz bu maddelerin kaldırılmasını fantezi olsun diye tartışmıyoruz. Çünkü bizde bu değişmez maddeler vesayet rejiminin anayasadaki gizli güvencesi olarak işlev görüyor. Özellikle açık darbe yapma imkânının kalktığı ve vesayet rejiminin iktidarını yüksek yargıyı kullanarak sürdürmeye çalıştığı dönemlerde vesayetçiler için bu maddeleri korumak hayati önem taşıyor. Bu maddelere dayanılarak Meclis’in anayasa değişikliği yapması imkânsız hale getiriliyor. Anayasa Mahkemesi’nin -aslında hakkı olmayan- yerindelik denetimi yapabilmesi için bu maddeler paravan olarak kullanılıyor. Yakın geçmişteki anayasa değişikliği çabalarını şöyle bir gözden geçirenler, türban yasağı değişikliğinin değiştirilemez maddelerden laikliğe çarpıp geri döndüğünü; Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısıyla ilgili son değişikliğin ise “hukuk devleti” ilkesine takılmaktan zar zor kurtulduğunu hatırlayacaklardır. Bugün ise, değişmez maddelerden üçüncüsünün, yani “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” maddesinin, seçim sonrası gündeme gelmesini umduğumuz radikal bir yerel yönetim reformunun ya da üniter yapıyı yumuşatacak ve özerk bölgeler oluşumuna imkân tanıyacak herhangi yasal düzenlemenin karşısına dikileceğini görmek için kahin olmaya gerek yok.
Anayasa hukukçusu Burhan Kuzu, bir demecinde bu garip durumu gayet özlü bir biçimde şöyle ifade etmişti:
”…Siz bu maddelerin yorumunu, böyle geniş yaparsanız, bakın o zaman ne oluyor? Değişmez maddeleri 4 gruba topladık: Laik Devlet, Demokratik Devlet, Sosyal Devlet ve Hukuk Devleti… Açın Anayasa’yı bakın, 177 maddenin dörtte biri sosyal devlet, dörtte biri laik devlet, dörtte biri hukuk devleti, dörtte biri ise demokratik devletle ilgilidir.”
Yani?
Yani, bu değişmez maddeler durdukça, statükodan yana olanların vesayet rejiminin hoşlanmadığı bütün değişiklikleri “değişmez maddeler”i istediği gibi yorumlayarak bloke etme imkânı var.
İşte bu yüzdendir ki, değişmez maddeler bizim ülkemizde “somut ve yakın tehlike” oluşturuyor.
06.04.2011, Bugün