Tarihi, galipler yazıyor.
İkinci Dünya Savaşı Almanya’nın galibiyetiyle sonuçlansa, Hitler’den büyük bir cihangir ve Alman ırkının en mümtaz evlatlarından biri olarak tarihe geçecekti.
Ya da Mustafa Kemal başarısız olsa idi, bugün millî mücadele olarak destanlaştırılan dönemi bir fetret ve celâliler devri, kahraman olarak yad ettiklerimizi ise padişahın iradesine başkaldıran komitacılar ve hainler güruhu olarak anıyor olacaktık.
Aynı sonuç-odaklılık, darbeler için de geçerli.
27 Mayıs’ı tezgâhlayanlar Atatürk’ün yoluna baş koymuş özgürlük havarileri olarak efsaneleştirilirken, aynı iddia ve saiklerle yola çıkan Talat Aydemir’in idamı bunun bir örneği değil mi?
9 Mart 1971’de ihtilal yapmayı planlayan bir grup askeri tespit ve tasfiye eden silahlı kuvvetler üst yönetimi “bu memlekete darbe gerekiyorsa, emir-komuta zinciri içinde biz yaparız” dercesine muhtıra verdiğinde tarihler 12 Mart’ı göstermiyor muydu? O üç günde demokrasinin bu ülkedeki makûs kaderi değil, darbeyi kimin yapacağı ve Ziverbey’e kimlerin gönderileceği değişmişti sadece. 9 Martçıların akıl hocası olan Doğan Avcıoğlu ekolünden beslenen solcuların 12 Mart düşmanlığı demokrasiye bağlılıklarından değil, daha çok buradan gelir.
Emir-komuta zinciri içinde hareket edilmiş veya edilmemiş, silah kullanılmış ya da muhtıra ile çözülmüş, hedefine ulaşmış yada ulaşmamış olmasından yola çıkarak darbe teşebbüslerinden birinin ötekilerden daha meşru ya da masum olduğunu kim iddia edebilir ki?
Elinde silah olmayana silah doğrultmayı sokak kabadayıları bile kendilerine yakıştıramazken, halkın parası ile alınan tankı, topu, tüfeği, uçağı halka doğrultmakta beis görmeyen bir çeteden masumiyet, insaf, iz’an ve adalet beklemek pek naif olmaz mı?
İnsanlık tarihine mal olan bu soylu kavramlardan hiçbirinin okutulmadığı bir tedrisattan geçirildiler. Tarih bilgisi devrim tarihinden ibaret olunca, darbelerle dolu bir tarihten çıkarılan tek dersin, emir-komuta zincirinin bozulmaması ve darbeden sonra bir daha başbakan ya da bakan asılmaması ile sınırlı kalmasına şaşmamak gerek.
Askerî ve hatta sivil okullarda verilen tedrisata göre birliğimizin, bütünlüğümüzün ve geleceğin teminatı sıfatıyla silahlı kuvvetler bu ülkenin hakiki sahibi, siyasetçiler ise gündelik işleri yürüten taşeronlardı. Çizdiği sınırlara riayet etmeyen işçileri azarlamak ya da işten çıkarmak bir patronun nasıl hakkı ise, siyasetçiler de bu patronajı kabullendiği, gereğini yerine getirdiği ve daha fazlasına talip olmadığı sürece demokrasi oyunu devam ederdi. Arada yapılan seçimler patronun değil, işçinin değişmesi içindi.
Gerçek patron sahaya indiği ve yumruğunu masaya vurduğu anda parlamento ve siyasi partiler ile millî güvenliğe aykırı faaliyette bulunduğu ‘değerlendirilen’ sivil toplum kuruluşları kapatılabilir, anayasa rafa kaldırılabilir, hükümet üyeleri, siyasetçiler, aydınlar, gazeteciler ve bilumum ‘sakıncalı’ tiplerle doldurulan cezaevleri birer işkencehaneye dönüştürülebilir, bıyığı henüz terlemiş çocukların bir gecede yaşı büyütülüp asılabilirdi. Yeter ki herşey emir-komuta zinciri içinde yapılsın ve saf halkın en safiyane duygularla oy verdiği başbakan/bakanlar bir daha asılmasın. Maazallah, darbeciler ne kötü insanlar derlerdi sonra.
Darbecilerin belki de en korkulu rüyası olan bu cümleyi 15 Temmuz’dan sonra çok sık, yüksek sesle ve anlamından emin bir tonlama ile duyar olduk.
15 Temmuz’da darbe teşebbüsünde bulunanların, daha önce aynı yola tevessül edenlerin başına gelmediği kadar kötülenmesinin, aşağılanmasının, hatta lanetlenmesinin en önemli sebebi, topluma saldıkları dehşet ve yaşattıkları can kaybı idi kuşkusuz. Bu öfkeyi hak etmediklerini söyleyemem. Darbecilere acıyacak da değilim.
Lakin 15 Temmuz’u lanetleyenlerin ve darbeye karşı çıkanların aynı gerekçelerle hareket etmediğini düşünüyorum.
Aynı gerekçelerle hareket etmemiş olmaları, darbe karşıtı pozisyonlarına bir halel getirmez. Fakat bir sonraki darbe girişiminde aynı pozisyonu koruyup koruyamayacaklarına dair ciddi soru işaretleri yaratır.
Kendimize soracağımız ve cevabını yalnız kendimizin duyacağı şu birkaç soruyu, gerçek demokratlarla konjonktürel demokratları ayırmakta kullanılabilecek bir turnusol kâğıdı olarak görebiliriz.
- 15 Temmuz, FETÖ’ye mensup veya onlarla işbirliği içinde hareket eden askerler tarafından değil de, emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirilmiş bir darbe girişimi olsaydı, tavrınız farklı mı olurdu? (Son zamanlarda sesi duyulmayan Altemur Kılıç, emir-komuta zincirini bozduğu için 27 Mayıs’ı gayrı meşru ilan ediyor, diğer darbeleri onaylıyordu meselâ)
- İşin içinde dış mihrakların parmağı olmasa da, silahlı kuvvetlerin bağrından çıkan (tamamen yerli!) bir teşebbüs olsaydı darbeyi destekler miydiniz? (Bu soru, 15 Temmuz’da doğru safta yer alan Perinçek ve ekibi için tuzak olarak hazırlandı)
- Darbe teşebbüsünde bulunanlar bir cemaat ya da cemaat görünümlü bir yapıya intisap etmek yerine Kemalist ve laik dünya görüşüne sahip olsalardı, 15 Temmuz’a aynı şekilde karşı çıkar mıydınız? (Başta CHP’liler olmak üzere sol görüşte olanların bu soruya vereceği cevabı merak ediyor ve önemsiyorum)
- İktidarda başka bir parti ya da koalisyon hükümeti, cumhurbaşkanlığı makamında Erdoğan yerine bir başka isim olsaydı yine sokağa dökülür ve direnir miydiniz? (Darbenin püskürtülmesinde başrolü oynayan muhafazakâr seçmen! Bu sorum, en çok sana)
- Ve nihayet darbe önlenemese ve başarıya ulaşmış olsa idi, bugün karşı çıkanların bir bölümünün, darbecileri tebrik etmek için en ön sıradan kuyruğa girdiğini görür müydük, görmez miydik? (Anayasa Mahkemesi üyeleri 12 Eylül’den hemen sonra darbecileri tebrik etmek için sıraya girmişlerdi)
Son söz yerine
Eflatun, idarecilerin filozoflar arasından çıkması gerektiğini söylüyor. Elbette katılmıyorum.
Fakat içinizde askerlerin bir ülkeyi sivillerden daha iyi yöneteceğine inananlar ya da Kemalist bir diktanın bir demokrasiden daha iyi sonuçlar üreteceğini düşünenler olabilir.
Demokrat olmamanız beni üzmez. Şaşırtmaz da…
Fakat kendinize karşı bile samimi olamıyorsanız üzülürüm. Zira bu bir sınav değil vicdan muhasebesi. Tek kıstası, dürüst ve samimi olmak.
Yukarıdaki beş maddeyi tekrar okuyun ve sorun bakalım kendinize…
Siz bu darbeye niye karşısınız?