Darbe zemini ifadesi ile, darbenin hayata geçmesi için oluşturulmuş şartlardan, darbenin bir çıkar yol gibi görünmesine neden olacak olaylar zincirinden bahsetmiyorum. Darbe zemini ile kastedilen; Türkiye’de potansiyel darbe iklimi, sistemsel yani yapısal sorunları ifade etmek istiyorum. Darbelere zemin hazırlayan irili ufaklı pek çok faktör söz konusudur. Bu faktörlerden birisi de Türkiye’nin bürokratik yapısı ve bürokrasinin sistem içindeki konumu ile yakından ilgilidir.
Türkiye, daha Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden itibaren bürokrasi sınıfının ön ayak olduğu darbelerle tanıştı. Cumhuriyetin ilanından sonra da, demokrasiye geçiş aşamasında bürokrasinin müdahaleleriyle karşı karşıya kaldı. Meşru sivil hükümetler, meclis, seçilmişler bürokrasinin tahakkümü altında ülkeyi yönetmeye çalıştılar. Bürokrasinin müdahaleleri, 1980 12 Eylül’ü, 2016 15 Temmuz’u gibi askerî, silah zoruyla doğrudan darbe şeklinde olurken çoğunlukla daha sofistike, daha farklı araçlarla daima demokrasimizin üzerinde bir gölge olmuştur, olmaya devam etmektedir. Bürokratik vesayet sisteminin tam olarak kurumsallaşması 27 Mayıs 1960 tarihine denk gelmektedir.
Türkiye özellikle 27 Mayıs 1960 kanlı askerî darbesiyle sistemi tamamen bürokrasi odaklı bir vesayet sistemine girdi. Askerî ve sivil olmak üzere örgütlenen bürokratik yapı, demokrasinin çoğulculuk ilkesini yok etti. Yargı, devlet memurları yapıları darbelerin şartlarını (gerektiğinde) oluşturmaya adandı. Tüm sivil kurumlar askerî bir modelle örgütlendi, özellikle eğitimde halka tepeden bakan sistemin emirlerini vaaz eden bir öğretmen kesimi yetiştirildi. Bu gün bu durum çok değişmiş değildir. Okullar kışlanın ilk eğitiminin yapıldığı yerler olarak sistemin kritik merkezleri oldu. En yakın bir okula gidin sonra da bir kışlayı ziyaret edin. İki kurum arasında kaç tane fark olduğunu bulmaya çalışın. Yılların eğitimcisi olarak ben halen farkları zor buluyorum. Diğer kamu kurumları ziraat ilçe müdürlüğü, posta hizmetleri vb. tamamı bürokratik vesayet sistemin mini birer şubesi gibidir. Özetle, hacimce büyük bir bürokrasi dünyası ve bu dünyanın kendi gündemi vardır. Bürokrasi çarkı bazen hızlı bazen yavaş ama mutlaka vesayetin bir taşıyışı olarak dönmeye devam etmiştir.
Sivil bürokrasinin yanında askerî bürokrasi darbe zemininin ana karargâh üssüdür. Halka güvenmeyen sistem mühendisleri orduyu en kolay darbe yapabilecek, sivil demokratik sisteme ayar verebilecek şekilde kurmuşlardır. Ordu ve mensupları ortalamanın üzerinde maddi gelir elde ederler, ticaret yapma (OYAK vb.) hakları vardır. Otomobil üretirler, bütçeden ayrılan paranın nasıl, nereye, ne şekilde harcandığı sorulmaz. Şehir merkezlerinde, en güzel muhitlerde, askerî kışla, karakol, sosyal tesis, eğitim alanları onlar tarafından kullanılır ve maddi problemleri hiç yaşamazlar. Askerler daha küçük yaşta sistemin belirlediği, örtük bir müfredat ile eğitilir, beyinleri yıkanır mutlaka bir cemaatin üyesi olarak mezun olurlar. Sivil yönetici ve halktan bol bol kendilerini pohpohlayacak mesajlar duyarlar. Onlara “ülkenin, cumhuriyetin hatta demokrasinin” güvencesi olduğu söylenir. Cumhurbaşkanlığı muhafız alayı askerî darbenin koçbaşlarıdır. Kanlı 15 Temmuz girişiminde muhafız alayının Erdoğan’ı etkisiz hale getirmek için hazır olduklarını biliyoruz. Kamuoyu çok şaşkın, oysa gerçekleşen askerî darbeler incelendiğinde muhafız alayının örtülü görevinin ‘cumhurbaşkanını teslim almak’ olduğu görülecektir. Sivil bürokrasinin ince ince zeminini döşediği darbe iklimi finalinde askerlerin ve tankların yer aldığı bir müdahale ile sonlandırılır. Kısa sürede darbe zeminindeki eksik taşları telafi edecek yeni anti-demokratik sistem kurulur ve bir sonraki darbeyi bekleriz.
Türkiye’deki bürokratik yapı, sistem içine darbe zeminini hazır hale getirmek için örgütlenmiştir. Daima darbe tehlikesi içinde yaşamamızın sebebi budur. Bütün bunlardan sonra Türkiye’de bürokrasinin yapısal konumu radikal önlemler almayı gerekli kılıyor. Hem askerî bürokrasinin hem de sivil bürokrasinin yeniden yapılandırması ve mutlaka küçültülmesi bir zorunluluktur.