İki yıldan fazla bir süredir devam eden çözüm sürecinde 28 Şubat 2015’te çok önemli bir gelişme yaşandı. Hükümet yetkilileri ile HDP’nin İmralı Heyeti, Dolmabahçe Sarayı’nda ortak bir basın toplantısı düzenledi. 10 maddelik bir mutabakat çerçevesi topluma deklere edildi, tarafların buna uygun olarak üzerlerine düşen görevleri yerine getireceklerinin ve sürecin hızlandırılacağının sözü verildi.
Bu, çözüm sürecinin tepe noktasıydı. Toplantının mekânı, birlikte verilen fotoğraf, kullanılan dil, vb. hepsi sembolik değere sahipti. Süreçte yeni bir aşamaya geçilmişti ve sonuç alıcı müzakerelerin kapısına gelinmişti.
Bozulan oyun planı
Zannımca hükümet bu toplantıyı yaparken kafasında bir oyun planı vardı. Buna göre, hükümet toplantıdan sonra ilk adımı atıp İzleme Heyeti’ni kamuya duyuracak, Heyet çalışmalarına başlayacak ve bu kapsamda Öcalan ile de görüşecekti. Ardından Öcalan, PKK’ye silahsızlanma kongresini toplaması çağrısında bulunacaktı. PKK, kongreyi toplayacak ve Öcalan’ın talebi üzerine “Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi bıraktığını” dünyaya ilan edecekti. Böylece hükümet de, süreci son safhasına getirmiş olacak ve otuz yıldır devam eden çatışmayı bitiren bir hükümet olarak seçime girecekti. Halktan “barışı inşa eden bir hükümet” olarak oy isteyecekti.
Ancak tam bu aşamada devreye Cumhurbaşkanı Erdoğan girdi. Muhtemelen Erdoğan, yaptırdığı araştırmalarda AKP’nin milliyetçi tabanından oy kaybettiğini ve kaybedilen oyların da MHP’ye gittiğini gördü. Bu oy kaybını –bence tamamen yanlış bir okumayla- çözüm sürecine bağladı. Ve eğer sürece karşıt bir dil geliştirirse bunu engelleyebileceğini düşündü. Önce Dolmabahçe’deki toplantıdan haberi olmadığını iddia etti. (Oysa Hükümet Sözcüsü Arınç’a göre, Cumhurbaşkanının bu konuda bilgilendirilmemesi düşünülemezdi.) Dolmabahçe’deki görüntüye de içeriğe de karşı olduğunu söyledi. PKK’nin meşruluğunu artıracağı gerekçesiyle İzleme Heyeti’ni kabul etmeyeceğini belirtti. Kürt sorunun varlığını reddetti. “Masa da yok, taraf da yok, mutabakat da yok”diyerek süreç içerinde elde edilen bütün kazanımları inkâr noktasına geldi.
Sadece bununla da yetinmedi Erdoğan, son derece milliyetçi bir söylem kullandı. HDP’yi ve PKK’yi -artık geride kaldığını düşündüğümüz bir dille- şeytanlaştırmaya başladı. HDP’nin kampanyasını tamamen ona karşı örgütlemesinin de etkisiyle, her geçen gün saldırılarının dozunu artırdı. Örgütün dinle imanla alakasının olmadığını söyledi. Tekrardan Zerdüştlük bahsini aştı. Iğdır’da olduğu gibi protestoyla karşılaştığında ise bütün Kürtleri inciten sözler sarf etti. Laf geldiğinde çözüm sürecinin kendi inisiyatifle başlatıldığını ve sürecin mimarının kendisi olduğunu söylüyordu ama dili ve tavrıyla süreci zehirliyordu.
Hükümetin sorumluluğu
Böylece hükümetin başlangıçtaki oyun planı suya düştü. Hükümet, Cumhurbaşkanından farklı bir siyasi çizgi izleyebilir, süreci destekleyebilirdi. Aslında başta bunun emareleri de yok değildi. Mesela Arınç, Cumhurbaşkanı tasvip etmese de, sürecin sorumluluğunun hükümette olduğunu ve hükümetin de İzleme Heyeti’nin kurulmasında fayda gördüğünü belirtmişti. Lakin daha sonra hava değişti. Hükümet Cumhurbaşkanı ile daha fazla ters düşmenin kendilerine daha çok zarar vereceğini hesap etti. Bunun için Cumhurbaşkanına karşıt bir pozisyon edinmeyi göze alamadı ve Cumhurbaşkanının süreci torpilleyen kampanyasına itiraz etmedi. Aksine bazı hükümet üyeleri çabucak Cumhurbaşkanına ayak uydurarak sürecin ruhuna aykırı sert bir söylem tutturdular. Böylece hükümet süreci ilerleterek seçime girmek yerine sürece karşısında durarak ve süreci dondurarak seçime girdi.
Bu süreç karşıtlığının bir maliyetinin olacağı belliydi. Nitekim seçimden kısa bir süre kaleme aldığım bir yazıda, Erdoğan’ın dilinin AKP’yi Kürt seçmenlerin gözünden düşürdüğünü ve eğer AKP bölgede önceki seçimlerde aldığından daha az bir oy alırsa bunda en önemli hissenin Erdoğan’ın kampanyasına ait olacağına dikkat çekmiştim. (Seçim ve Siyasi Rüşt, Serbestiyet, 01.06.2015) Seçim sonuçları açıklandığında AKP oylarındaki düşüş benim düşündüğümün çok ötesinde oldu. AKP bölgede çakıldı ve oy üstünlüğünü HDP’ye kaptırdı.
Süreç hatası ve özeleştiri
Şimdi AKP’de bunun muhasebesi yapılıyor. Sürece uzun zaman emek veren ve sürecin koordinatörlüğünü üstlenen Beşir Atalay, Kanal 7’de katıldığı Başken Kulisi programında, partisinin seçim dönemindeki çözüm süreci politikasının yanlış olduğunu ifade etti. Atalay, Doğu ve Güneydoğu’da oy kaybının en önemli faktörlerinden biri olarak süreçte frene basılmasını gösterdi.“Doğrusu her şey planlanmış ve giderken, artık nerdeyse silah bırakmayla ilgili son adımlara gelinirken, seçim öncesi o sürecin bir anlamda seçim sonrasına erteleniyor gibi bir hava verilmesi ya da durdurulması –oy kaybında- faktörlerden biri olmuştur.”
Atalay’a göre, sürecin nihai hedefi silahların bırakılmasını ve eve dönüşü sağlamaktı. Hükümetin nihai hedefe yakın bir noktaya varmışken seçim gerekçesiyle süreci durdurması bir hataydı. Atalay, bunu bir özeleştiri olarak dile getiriyor.
Çıkış yolu
Bu özeleştiri, AKP’nin düştüğü yerden kalkması için çıkış yolunu da gösteriyor. AKP, genel bir demokratikleşme perspektifi içerisinde çözüm sürecinin derinleştirilmesine ve beklenen şekilde sonuçlandırılmasına odaklanmalı. Bunu hem kendi siyasetinin temeli haline getirmeli, hem de koalisyon görüşmelerinin merkezine oturtmalı. Süreçte mütereddit davranmamalı, tam tersine süreci hızlandırmalı. Zira sürece asıldıkça, hem ülke kazandı, hem de AKP.
Süreç eksenli bir siyaset, kaçınılmaz olarak, AKP ile sürecin diğer tarafı olan HDP ilişkilerinin de rayına girmesini sağlar. Nitekim PKK yöneticilerinden Muzaffer Ayata, demokratik adımlar ve çözüm süreci temelinde AKP ile HDP arasında bir koalisyonun olabileceğine işaret ediyor.
Fırat Haber Ajansı’na konuşan Ayata’ya göre, mevcut durumda AKP ile MHP’nin bir koalisyonda bir araya gelmeleri söz konusu olabilir. Çünkü bu iki parti zihniyet ve taban olarak birbirine yakındır. Ancak buradaki sorun çözüm sürecidir. AKP süreci kendi lehine kullanarak yok olmaktan kurtulmak isterken MHP çözüm sürecine tamamen karşıt bir tutum sergiliyor. Eğer süreç hakkında bir uzlaşmaya varabilirlerse böyle bir ittifak kurulabilir.
Ayata, AKP ile HDP’nin var olan şartlarda bir koalisyona girmelerinin çok zor olduğunu belirtmekle beraber bunun mümkün olabileceğinin de altını çiziyor. “Eğer AKP barış sürecini sahiplenirse, ortak bir proje olarak bunu sürdürmek isterse, bu temelde anayasal bir değişim, köklü bir çözüm ve yine seçim yasalarından 12 Eylül kurumlarının kaldırılmasına kadar belli bir projeyi geliştirirse HDP ile AKP koalisyonu tartışılabilinir. Ya da AKP azınlık hükümetini dışarıdan destekleyebilir.”
Kategorik ret ve demokratik uzlaşma
HDP’ye sadece AKP’yi ve Erdoğan’ı durdurma misyonu biçen ve HDP ile ittifak halinde olan kesimler var. AKP ile böyle bir işbirliği geliştirmesi halinde bu kesimlerin HDP’yi tüm ağırlıklarıyla yüklenecekleri açık. Zaten şimdiden HDP çok yönlü bir baskı altına alınmak isteniyor; bazı köşe yazarları ve sivil toplum kuruluşları AKP ile koalisyon kuran partinin AKP’nin tüm günahlarına ortak olacağını belirtiyor ve HDP’yi “Sakın ola ki AKP ile koalisyon kurmayınız” diye uyarıyorlar.
Ayata, HDP’ye bu yönden gelecek eleştirilere verilecek cevabı da gösteriyor. Ona göre, oylarını AKP’ye peşkeş çekmeyeceğine dair bir söz veren HDP başarılı oldu ve sözünde durdu. AKP’yi iktidardan düşürdü, Erdoğan’ın başkanlık hayallerini de bitirdi. HDP ile AKP’nin anlaştıkları, danışıklı dövüş yaptıkları gibi temelsiz iddialar boşa çıkarıldı. “Şimdi artık eşit şartlarda olan iki güç var. AKP hükümeti düşürülmüş Erdoğan’ın başkanlık hayallerine son verilmiştir. Bu konuda HDP başarılı. HDP tabanının da talep ettiği barış demokrasi hak ve özgürlüklerin genişletilmesi temelinde anlaşmalar ve uzlaşmalar olabilir.”
Doğru siyasi tavır, budur. Siyasette bir mevzua ilişkin tasavvurunuzu sunar ve bunun için uzlaşma kapılarını açık tutarsınız. Eğer birileri ile ortak bir zeminde buluşursanız oradan da ilerlerseniz.
HDP’nin seçimden hemen sonra AKP’ye ne içeriden ne de dışarıdan hiçbir destek vermeyeceğini duyurması yanlıştı. HDP’nin bununla Erdoğan karşıtı müttefiklerinin içini rahatlatmak istediği aşikar. Ama HDP’nin siyasetteki varlık nedeni, herhalde kafasını AKP ve Erdoğan ile bozanların gönlünü soğutmak olmasa gerek. HDP’yi çözüm sürecini yürütmek ve demokrasiyi güçlendirecek adımların atılmasını sağlamak gibi vazifeler bekliyor. AKP’yi kategorik ret etmek ise bunlara hizmet etmez. HDP’ye düşen, koalisyon görüşmeleri yapmak, kendi teklifini hazırlamak, demokrasinin genişletilmesi ve sürecin ilerletilmesini hedefleyen bir program ortaya koymaktır. Eğer AKP ile bu program üzerinde ortaklaşmaya varırsa da, işbirliğinden imtina etmemek ve birlikte yol almaya devam etmektir. Öyle bir koalisyon bir çözüm hükümeti işlevi görür ve ülkenin rahatlamasına katkı sunar.