Bhikhu Parekh (“Çokkültürlülüğü Yeniden Düşünmek”, Phoenix Yayınları, 2000) bir öğrencinin üç temel kimliğinin olduğunu söyler. Öğrenci; a) etnik, dinsel ve kültürel bir topluluğun mensubu, b) politik bir topluluğun vatandaşı ve c) insanlığın üyesidir. İyi bir eğitim sistemi, öğrencilerin bu üç kimliğine de eğilmeli ve kendilerini daha iyi tanıyabilmelerini hedeflemelidir. Eğitim sisteminin yapması gereken, öğrencilerin kültürel ve politik topluluklarının tarihini, toplumsal yapısını, kültürünü ve dilini anlamasına yardımcı olmaktır. Ancak böylelikle öğrenciler, içinde yer aldığı topluluklarda gidecekleri yolu daha iyi bulabilirler. Tek-kültürlü eğitim Eğitim sisteminden beklenen faydaların elde edilebilmesi, onun farklı kültürlere ne kadar açık olduğuyla doğrudan bağlantılıdır. Bir ülkede eğitim, tek bir kültürün üzerine inşa edilebileceği gibi çok farklı kültürleri de kapsayabilir. Tek bir kültüre dayanan ve sadece seçili kültürün verilmesinden ibaret bir eğitimin öğrencilere verdiği zarar üç başlık toplanabilir: Birincisi, kısıtlayıcı olmasıdır. Öğrencilere başka kültürleri ya sunmaz, ya salt olumsuz özellikleriyle anlatır ya da her ikisini birden yapar. Böylece öğrencilerde diğer kültürlere karşı bir ilginin ve merakın uyanmasını imkânsızlaştırır. İkincisi, eleştiri yeteneğini köreltmesidir. Öğrencilere sadece kendi kültürlerinin dar penceresinden dünyaya bakmaları öğretilir. Bu nedenle öğrenci, kendi bakış açısının haricindeki her şeye karşı durmaya meyil gösterir. Öğrenci diğer kültürleri kendi kültürüne göre tartıya vurduğundan onları değersiz ve garip bulabilir. Kendi kültürünü ise yalnızca kendi değerleriyle yargıladığından ona karşı eleştiril bir bakış geliştirmez. Üçüncüsü ise, saldırganlığı, duyarsızlığı ve ırkçılığı beslemesidir. Tek-kültürlü eğitim öğrenciyi kendi kültürüne hapseder. Bunun sonucu olarak da öğrenci, değerlerdeki, yaşam biçimlerindeki ve inançlardaki çeşitliliği tanıyamaz, bunların insan olmanın doğal ve ayrılmaz bir parçası olduğunu bilemez. Farklılıklarla ilişki kuramayan öğrenci, bir taraftan kendini tehdit altında hisseder, diğer taraftan ise onlar hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığından onlara büyük haksızlıklar edebilir. Çok-kültürlü eğitim Tek-kültürlü bir eğitim, günümüzün ihtiyaçlarına cevap veremez, öğrencileri bu dünyanın gerektirdiği donanıma kavuşturmaz. Bu itibarla eğitim, çok-kültürlü bir temelde düşünülmeli. Bugün bütün toplumlar çok kültürlü. Öğrenciler gündelik yaşantılarında birçok farklı kültürün değerleri ve pratikleriyle karşılaşıyorlar. Bu karşılaşmalar, her zaman, çeşitli çatışmalara sebebiyet verebilir. Eğitimin bu noktada devreye girmesi, çatışmaların doğmamasına ve/veya asgariye indirilmesine hizmet etmesi gerekir. Çok-kültürlü eğitim, bu manada hayati bir fonksiyon icra eder. Eğitimin görevi, öğrencileri salt iyi bir vatandaş yapmak değil, aynı zamanda entelektüel ve ahlaki beceri ve duyarlılıklara sahip insanlar olmalarına da katkıda bulunmaktır. Eğitimin bunu hakkıyla yerine getirebilmesi için birçok kültürü ihtiva etmesi gerekir. Zira ancak böyle bir eğitimle öğrencilerin kendilerinden farklı kültürlerle diyaloga girmeleri, sempatilerini geliştirmeleri ve yorumlarını çeşitlendirmeleri mümkün olur. Çok-kültürlü bir eğitim her şeyden önce müfredatla ilgilidir. Müfredat, içerik olarak, ne çok dar ne de çok geniş yüzeysel olmalıdır. Farklı dinleri, inanç sistemlerini ve kültürleri içeren müfredat, bunlar arasında verimli bir diyalogun geliştirilmesini göz önünde tutularak öğrencilere öğretilmelidir. Eğitimin her aşamasında anadil Anadil, çok-kültürlü bir eğitimin olmazsa olmazlarındandır. Anadilin önemi kendini birçok noktada gösterir. Öncelikle o, bir haktır; dolayısıyla herhangi bir pazarlığın konusu yapılmamalıdır. Keza ciddi bir ihtiyaçtır anadil; bireylerin anlaşmasını sağlar, kuşaklar arası kültür aktarımını mümkün kılar, asimilasyonu önler. Dolayısıyla anadilin, eğitim sistemi içerisinde yer alması gerekir. Dil, eğitimin her aşamasında kullanılmalıdır. Sadece beli bir aşamayla sınırlamak dilin gelişimini olumsuz etkiler. Çünkü her bir aşamanın kendine has bir özelliği vardır ve o aşamada anadilinden yoksunluk, o aşamaya bağlı, farklı sorunlar ortaya çıkarıyor. Şöyle ki: – Resmi dile yeteri kadar vakıf olmayan veya resmi dili hiç bilmeyen öğrencilerin ilköğretimde anadilden mahrum bırakılması, onları algılama ve kendilerini ifade etmede geride bırakıyor. – Sadece ilköğretimi kapsayan bir anadilde eğitim de yeterli olmuyor. Ortaöğretimde anadilde kesinti yapılması, kimliğin gelişimini engelliyor. Ayrıca öğrencinin daha sonraki dönemlerde gireceği sınavlarda zorluklar yaratıyor. – Yükseköğretimde anadil eksikliği ise, bilimsel ve edebi üretimi zayıflatıyor. Bir dilde hem akademik eserlerin –devamlılık arz edecek şekilde- yapılması, hem de –sağlık ve yargı gibi- kamusal hizmetlerin üretilmesi için, o dilin yükseköğretimde de kullanılması gerekir. Dil ancak böyle gelişebilir. Dolayısıyla anadilin sağlıklı öğrenilebilmesi ve yetkin bir biçimde kullanılabilmesi için anadilde eğitimin tüm eğitim süreçlerini kapsaması gerekiyor. Genel bir girizgâh yaptık. Bir sonraki yazıda, son dönemde yaşanan olaylar bağlamında Türkiye’deki duruma değineceğim.
Serbestiyet, 17.09.2014