Bugünlerde elimde bir kitap var. Tarih Vakfı tarafından yayınlanan ve adı “Toplumsal Bellek, Kuşaklararası Aktarım ve Algı: Dersim 38’i Hatırlamak” olan bu kitap Bülent Bilmez, Gülay Kayacan ve Şükrü Aslan tarafından kaleme alınmış. Alan araştırmasına dayanan bu sözlü tarih çalışması çok değerli bilgiler içeriyor ve güncel tartışmalara da ışık tutuyor.
Kitabın “38’de Neler Yapıldığına Dair Beyanlar” bölümü son derece öğretici. Bilhassa o dönemde Dersim’de görev yapan kamu görevlilerin beyanları ve bugün elde bulunan bazı resmi evraklar Dersim 38’de neler yaşandığını anlamamızı sağlıyor. Mesela 1938 yılında Dersim’de görevli olan Said-i Nursi’nin talebesi Albay İbrahim Hulusi Yahyagil, kendilerine “Canlı bir şey bırakmayın” diye emir verildiğini Necip Fazıl Kısakürek’e anlatıyor. Necip Fazı da -“Son Devrin Din Mazlumları” adlı eserinde- insanlık adına bu utanç verici Dersim öykülerini “insanlık suçu” olarak niteliyor.
Silahlı Kuvvetlerin 38 yazında Dersim’de yaptığı her şeyi gün gün yazılı olarak kaydettiği raporlarda kullanıldığı dil tüyler ürpertiyor:
“Haydutların sığındığı, ağızları mazgallı taş duvarlarla kapatılmış mağaralar cesur askerlerimiz tarafından kuşatılmış, top ve makineli tüfek ateşinden başka 25. Alaydan gönderilen İstihkâm müfrezesi tarafından tahrip kalıpları atılmak suretiyle mağaralar tahrip edilerek içindekiler öldürülmüş, can havli ile dışarı fırlayanlar da ateşle imha edilmiştir.”
“Sadece 17 günlük tarama sürecinde (23 Temmuz- 10 Ağustos 1938) ölü ve diri 7954 kişi ele geçirilmiş, 1019 silah ele geçirilmiş ve 4. Genel Müfettişlikten isimleri verilen 101 kişiden 73’ü yakalanmıştır.”
Bu raporlara göre Dersim 38’de 13.100 kişi öldürülüyor. Bu kitlesel tasfiye süreci üç önemli toplumsal yaraya sebebiyet veriyor. Birincisi, anne ve babaları öldürülen çocukların kaybolması ve kız çocukların komutanlar arasında paylaştırılmasıdır. Son yılarda yapılan çalışmalar, bu uygulamanın bir hayli yaygın olduğunu gösteriyor. İkincisi, kitlesel sürgün uygulanmasıdır. Bir şekilde fiziken imha edilmekten kurtulanlar -asimile edilmelerini sağlamak üzere- Türk kültürünün hâkim olduğu bölgelere sürgün ediliyorlar. Resmi belgelerden ortaya çıkarılan verilere göre yaklaşık 12 bin kişi Dersim’den Batı’ya sürülüyor. Ve üçüncüsü, Dersimli kız çocuklarının ailelerinden kopartılarak Elazığ Kız Enstitüsü içinde yatılı bölüm oluşturulup eğitilmeleri ve resmen ifade edildiği gibi Türkleştirilmeleridir. “Başka bir deyişe bu çocukların misyoner bir ruhla asimile edilmeleri gerektiği açık bir şekilde savunulmuştur.” (s.34–36)
Kitapta çeşitli konularda hem Dersim kökenli olanların hem de Dersim kökenli olmayanların tanıklıklarına başvuruluyor, hatıralarına yer veriliyor. Anlatılanlar insanın kanını donduruyor. Bahtiyar Aşiretinden bir bey, 37-38’de yaşananların sistematik bir imha operasyonu olduğunu belirtiyor: “38 tarihinde bir katliam oluşturulmuştur. 1937’de başlamış hareketler… Bu memlekette bir isyan yok, bir katliam vardı. Ama bu katliamın nedeni ne devlet bize söylüyor ne de biz biliyoruz.”
Lâçin Aşiretinden 1934 doğumlu bir bey ise şunları söylüyor: “Dersimde meşhur, bizzat Hozat-Ovacık üçgeninde Mızraklı Alay ki diğer ismi Tunç Alayı diye geçiyor, bu alay Hıdırdamı’nda katlediyor, kurşuna diziyor, ateşe diri diri atarak yakıyor. Katliamlar, haksız katliamlar olmuş çok olmuş. Bunu bizzat ben çocuklarıma bile söyleyemiyordum yaşlılarımızdan duyduğumuz halde. Fakat bu siyasiler propaganda aracı yapınca ben niye söylemeyeyim ki yani? Katliamlar olmuş işte …” (s.46–47)
Toplumsal algıda Dersim 38’in bir katliam olarak görülmesi ve bunun son dönemlerde kamusal gündeme daha çok taşınması bazı bünyelerde rahatsızlık yaratıyor. Rahatsız olanların başında ise CHP geliyor. CHP, Dersim 38’de yaşananlarla yüzleşmeyi bir türlü başaramadığı için, her bu konu açıldığında sıkıntıya düşüyor. Daha önce Onur Öymen’in Dersim’de devletin yaptıklarını onaylayan sözleriyle çalkalanan CHP, bugünlerde ise Hüseyin Akgün’ün Dersim’de devletin ve CHP’nin yaptıklarını mahkûm eden sözleriyle sarsılıyor
Dersim, CHP’nin Kendi Tarihiyle Hesaplaşması İçin Bir Fırsat
Bugün parlamentoda CHP milletvekili olarak bulunan Aygün, değerli bir hukukçu olmasının yanı sıra Dersim 38 konusundaki uzanmalığıyla da biliniyor. Dersim 38’te gerçekte nelerin yaşandığını araştıran, yaşananların tarihi, sosyal, kültürel ve siyasal maliyetinin neler olduğunu sorgulayan ve bir yüzleşme ihtiyacına dikkat çeken Aygün’ün bu konuda yayınlanmış iki kitabı bulunuyor.
Aygün, kısa bir süre önce Zaman’dan Habip Güler ile bir söyleşi yaptı ve Dersim 38’e ilişkin 3 önemli tespitte bulundu. Bir, “resmi tez gerçeği yansıtmaz, Dersim’de bir isyan değil, katliam yaşanmıştır.” İki, “Dersim 38’in sorumlusu devlet ve CHP’dir.” Üç, “Aleviler arasında yaygın olan ‘Atatürk’ün bu işlerden haberi yok’ düşüncesi yanlıştır. Gerçekte, bu dönem izlenen bütün politikalarda Atatürk devletin başındadır ve dolayısıyla Dersim katliamından haberdar olmaması mümkün değildir.” (Zaman, 10.11.2011)
Bu söyleşi CHP’de çatlamaya sebep oldu. Ulusalcı 12 milletvekili -iki sayfalık bir bildiriyle- Aygün’ün bu görüşlerine karşı sessiz kalan parti yönetimini ve genel başkanı sert bir şekilde eleştirdi. Bunun üzerine parti yönetimi de Aygün’den savunma istedi.
CHP içerisindeki bu çatlak hayırlıdır. Çünkü bir kere daha CHP’ye kendi tarihiyle hesaplaşmasına imkân yaratmıştır. Geçmişte yapılan yanlışların bir kez daha tekrarlanmaması ve insanların bundan daha fazla zarar görmemesi, geçmişin eleştirel ve şeffaf bir sorgulamadan geçirilmesine bağlıdır. Bu meyanda CHP iki türlü davranabilir: CHP, ya Aygün’ü disipline sevk etmek, cezalandırmak veya sesine kesmeye çalışmak gibi yollara sapacak veya Akgün’ün açtığı yolu takip edecektir. Birincisi çıkmaz bir yoldur, zira her şeyin bir biçimde konuşulmaya başladığı dönemde partiyi ezberlere ve sessizliğe mahkûm etmeye dönük her çaba CHP’ye daha fazla zarar verecektir. CHP’nin yapması gereken ikincisidir; yani CHP Dersim 38’de olup bitenler açığa çıkarmaya çalışmalı ve bu konuda sorumluluklarını kabul etmelidir.
Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü kalkan yaparak tek parti rejiminin bekçiliğine soyunan CHP’nin ulusalcı milletvekilleri göremeyebilir ama bugünün dünyası çok farklı. Bu dünyada insanları bir konuyu konuşmaktan men etmenin, yaşanmış katliamları unutmaya terk etmenin veya bir kişiyi “ulu önder” kılıp onu her türlü tartışmanın ötesinde tutmanın imkânı yok. Türkiye toplumu da bu dünyadan etkileniyor elbet ve -biraz geç kalmış olsa da- geçmişteki olayların izini sürüyor. Artık tarihin sadece devletin resmi tezlerinden ibaret olmadığını görüyor, gizleri ortaya çıkarmaya çalışıyor ve tüm bir geçmişi yeniden yorumluyor. Özellikle Cumhuriyet’in fiziki, manevi ve mali şiddet uyguladığı ve türlü acılar çektirdiği toplum kesimleri –Kürtler, Aleviler, gayri-müslimler, dindarlar- hafızaları tazeleyip yaşananları yeniden bir sorgulama sürecine tabi tutuyorlar.
CHP’nin bu sorgulamadan muaf olması düşünülemez. Bu yüzden CHP’ye düşen tez elden tarihiyle yüzleşmesi, mağdur ettiği toplumsal kesimlerden açıkça özür dilmesi ve bu mağduriyetleri telafi etmeye yönelik ciddi politikalar geliştirmesidir. Yoksa resmi teze aykırı düşen bir milletvekilini baskı altına almak ve geri adım attırmaya çalışmak CHP’ye bir şey kazandırmaz. Tüm baskılara rağmen inandığı düşüncelerinin sözlerinin arkasında duran Aygün çok haklı: “Geri adım atmam söz konusu olmaz. Ben geri adım atsam da tarihte yaşananları nasıl düzelteceksiniz? Bu olaylar yaşanmıştır.” (Taraf, 17.11.2011)
Zaman, 20.11.2011