CHP’nin önemli bir parti olduğu aşikâr. Bunun hemen akla gelen birkaç sebebi var. İlk olarak CHP tarihî bir kimliğe ve kişiliğe sahip. Bunun dezavantajları kadar avantajlarını da yaşıyor. Örneğin, hakikat tersi olmasına, yani devlet kuran parti olmak yerine devlet tarafından kurulan bir parti olmasına rağmen, CHP kendisini devleti kuran parti olarak görüyor ve konumlandırıyor. İkinci sebep CHP’nin esneme kabiliyeti. CHP döneme ve şartlara bağlı olarak bir ölçüde fikir ve politika değiştirebiliyor. Örneğin, demokrasiye geçiş döneminde tek parti diktatörlüğünün çeşitli politikalarından çoğu zaman fikrî olmaktan ziyade pratik sebeplerle de olsa vazgeçmiş. Bu yüzden 1945-50 döneminde gittikçe liberalleşen bir CHP ile karşılaşıyoruz. Üçüncüsü ise CHP’nin günümüzde siyasetteki iki ana bloktan biri olan Millet İttifakı’nın başını çekmesi. Onsuz millet ittifakı var olamaz, var olsa da bugünkü gibi iktidara alternatif teşkil edemez.
CHP hakkında çeşitli yazılar kaleme aldım. Söylediğim en keskin şey CHP’nin parti olarak varlığını bizzat kendisinin sona erdirmesi ve belki bir vakıf olarak yola devam etmesiydi. Hâlâ aynı görüşteyim. Gelgelelim bu önerinin pratikte bir karşılığı ortaya çıkmadı. CHP dışında merkez sol parti kurma çabaları ve girişimleri CHP kadar süreklilik ve başarı kazanamadı. CHP bu tür girişimlerin hepsini bir şekilde yuttu. Bunun elbette Türkiye’ye bir maliyeti oldu. Bu maliyet insan hak ve özgürlükleriyle ciddî bir sorunu olmayan bir sosyal demokrat partinin doğamaması, başka bir deyişle istikrarlı bir demokrasinin sosyal demokrat ayağının ortaya çıkamamasıydı. Machiavelli’nin Katolik kilisesinin İtalyan birliğindeki rolü için söylediklerini CHP’ye uyarlayacak olursak, şunu ifade edebiliriz: CHP onsuz bir sosyal demokrat partinin ortaya çıkmasına izin vermeyecek kadar güçlü ve fakat kendisi bir sosyal demokrat parti olamayacak kadar güçsüz.
İşte bu CHP’nin K. Kılıçdaroğlu’nun sessiz ve derinden çalışmasıyla bir dönüşüm geçirmekte olduğu kesin olarak söylenebilir. Üç milletvekilinin istifası ve Muharrem İnce’nin Memleket Partisi’ni kuracağını söyleyerek CHP’den ayrılması bunun hem işaretleri hem sonuçları arasında görülebilir. İstifalar için sunulan ana gerekçenin partinin “Atatürk’ün yolundan ayrıldığı” iddiası olması da bu tespiti tasdik etmekte.
Doğal olarak, her partide olduğu gibi CHP’de de iyi ve kötü şeyler iç içe geçmiş vaziyette.
CHP’nin öteden beridir en önemli problemi benimsediği ve Türkiye’nin de resmî ideolojisi yahut bu ideolojinin en büyük ayağı olan Kemalizm. CHP’nin M. K.’e bakışı ve onu toplumsal hayatta konumlandırışı bir taraftan demokrasiye sığmayacak kadar tuhaf diğer taraftan insanî dünyanın dışına taşacak kadar abartılı. Bu tür bir Kemalizm anlayışıyla CHP’nin ne kendisinin demokrat bir parti olması ne de ülke demokrasisine ciddî bir katkıda bulunması söz konusu olabilir. M. K. elbette Türk tarihinde önemli bir yeri olan, hatırlanması ve anılması gereken bir figür. Ancak, dediğim üzere, tarihsel bir figür ve her tarihsel figür gibi doğruları yanında yanlışları da var. Bir çeşit tarihin sonu teorisine inanan CHP Türk tarihini M. K. İle başlatmakta ve bitirmekte. Elbette hayat bu teoriyi reddetmekte. Bu engel yüzünden CHP tutarlı ve samimî bir insan hakları ve demokrasi taraftarı, diktatörlük karşıtı parti hüviyetini kazanamıyor.
Bu nedenle CHP’nin ilk yapması gereken şey partide egemen görünen M. K. anlayışını normalleştirmesi. Başka bir yazımda CHP Atatürkçülüğü ve MHP Atatürkçülüğünden bahsetmiş ve Türkiye için doğru ve yararlı olanın MHP Atatürkçülüğü, yanlış ve zararlı olanın ise CHP Atatürkçülüğü olduğunu belirtmiştim (MHP Atatürkçülüğü mü, CHP Atatürkçülüğü mü?) . Bu durumda CHP’nin MHP Atatürkçülüğüne doğru mesafe alması gerekiyor. Bunun elbette zorlukları var. Bu zorlukların bir kısmı tepeden ama önemli bir kısmı parti tabanından kaynaklanıyor. Kılıçdaroğlu parti içinde bu işle ama sessizce ve derinden uğraşmak zorunda. CHP Atatürkçülüğünü parti tabanını ürkütmeden değiştirmeye eğer gerçekten demokrat bir parti olacaksa mecbur. Kılıçdaroğlu yıllardır bunun için çalışıyor. Yavaş da olsa ilerleme kaydediyor. Parti kadrolarını CHP Atatürkçüsü olmayan sol ve Marksist kesimlere açıyor. Bunun CHP için de Türkiye için de hayırlı bir gelişme olduğu açık. Ancak bu yolda ilerleme oldukça parti içinde ve çevrelerinde fark edilmemesi ve bir ölçüde rahatsızlık yaratmaması da imkânsız. Nitekim yukarıda da işaret ettiğim üzere klasik CHP Atatürkçüsü kesimlerin daha da büyüyebilecek bir reaksiyonu söz konusu olabilir. Eğer CHP parti içinde büyük parçalanmalara yol açmadan ideolojik dönüşümü gerçekleştirebilir ve Avrupaî anlamda bir sosyal demokrat parti olmaya yönelebilirse bu memleket için iyi olacak.
Diğer taraftan CHP’nin daha ziyade konjonktürün ürünü olan bir problemi var. Bu problem HDP ile olan ilişkilerden kaynaklanıyor. Millet İttifakı’nın mevcut iktidara alternatif teşkil edebilmesi meselesi HDP oylarını hayatî derecede önemli kılıyor. CHP bu oylardan vazgeçemiyor. Bu yüzden de HDP’nin PKK ile bağlarını görmezden geliyor. Yani HDP’nin PKK terörünü kınayarak onunla bağlarını kesmemesi meselesi bugünkü CHP’nin ana problemlerinden biri. CHP HDP’yi bundan dolayı baskı altına alamıyor, tersine, onu yörüngesinde geziniyor. Nitekim PKK’nın Gara’da 13 silahsız insanı alçakça katletmesini de terör örgütünün adını koyarak kınayamadı. Kamuoyundan gelen yoğun tepkiler üzerine geri adım atmak zorunda kaldı. Benzer bir tavrı CHP’nin FETÖ’ye ilişkin tutumunda da görmek mümkün. CHP yarın iktidara gelse muhtemelen PKK ve FETÖ ile aynen AK Parti gibi mücadele etmek zorunda kalacak. Ancak, şimdilik, “düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığıyla hareket ediyor görünümü veriyor. Bu da CHP’nin kötü ve çirkin yüzü.
Her demokratik ülkede en önemli aktör elbette iktidardır. Ancak, Türkiye’de iktidar kadar muhalefetin de ilginç ve önemli olduğuna kuşku yok. Bu yüzden CHP’yi yakından takip etmekte fayda var.