‘Cemaatçi polisler’ üzerine düşünceler

Fenerbahçeliliğimin sadece “teorik” düzeyde kalmasından olacak, geçen hafta sonunun “süper final”ini izleyemedim. Maç sonunda yaşanan arbedeyi de sadece medyadan öğrendim. Edindiğim intiba o ki, polis gereksiz veya erken “müdahale” ve “gazlama”da bulunmuş. Zaten gergin olan bazı taraftarlar da çileden çıkıp ortalığı yıkıp dökmüş.

Böyle şeyler Türkiye’de sık sık olur. Polis ile göstericiler karşı karşıya gelir ve bir süre sonra coplar ve taşlar uçuşmaya başlar. Göstericilere göre polis “faşist”tir; polise göreyse gösteriler olay çıkarıp “kaşınmış”tır.

Ancak son dönemde bu olağan tabloya yeni bir unsur eklendi. “Polis” denince arkasında gizemli bir güç, şu meşhur “cemaat” kast ediliyor. Hatta öyle ki Kadıköy’de coplanıp gazlanan Fenerbahçe taraftarları arasından “cemaat bize saldırdı” diye düşünenler çıkabiliyor. (Tafsilat için bkz: Ruşen Çakır’ın “Fenerbahçe, Gülen cemaati ve medyamızın hali” başlıklı Vatan yazısı.)

‘Devletin polisi’

Benim ise, her polis memurunun hangi itikad ve aidiyette olduğuna dair özel istihbaratlarım yok. Ancak bir kaç basit sorum var:

1) Diyelim ki Kadıköy’deki çevik kuvvet polisleri arasında hakikaten bol miktarda “cemaatçi” var idi. Bunlar “cemaatçi” oldukları için mi yaptılar yaptıklarını, “polis” oldukları için mi?

2) Bizim polisler, normalde herkese gülücükler dağıtan, “orantısız şiddet” nedir bilmeyen, elleri coplarına bir türlü varmayan karınca-ezmezler midir ki, sert davranmak için “cemaat”e ihtiyaç duyuyorlar?

Bu soruların ima ettiği realiteyi Radikal’den Ezgi Başaran da görmüş olacak ki, “Cemaat’in değil, devletin polisi” başlıklı bir yazı yazıp şöyle demiş:

‘Bu Cemaat’in işi, bu Cemaat’in polisi’ sözlerini söylemek için Türkiye’ye yeni intikal etmiş olmak gerekiyor. Cemaat’in değil, devletin polisi bu… Son 30 yılda devletin polisi nedeniyle insanlar hastalandı, dövüldü, kayıplara karıştı, öldü.”

Bence de öyle. Polis geçmişte neyse şimdi de o. (Hatta eğer son on yılda gerçekten bir “cemaat etkisi” olduysa iyi yönde olduğunu teslim etmek lazım; en azıdan işkence tarihe karıştı.)

Halkın vaziyeti

Fakat burada durmayalım. Sol sempatisi aşikar olan Ezgi Başaran’ın kınadığı “devletin polisi”ni de rölativize edelim ve soralım:

Devletin polisi şiddete meraklıdır da, onun karşısında dikilenler, mesela, ‘halkın solcusu’ nasıldır?

Nasıl olacak, onların kayda değer bir kısmı da, “haklı şiddet”ireddetmeyenyani silaha-sopaya kolayca sarılabilen insanlar. Bazıları 1 Mayıs’larda bankalara, dükkanlara ve hatta çiçeklere bile saldırıyor. (Bu şiddet-severliği yüzlerine vuran Halil Berktay’a karşı da küplere binmiş durumdalar şu ara.)

Yine halk içindeki “taraftarlar”ın durumu ise daha beter: Efendice maç seyredenler bir yana, en iğrenç küfürleri tempoyla savuruyor, karşı takıma “dışardaki dayağı düşünmedin mi” diye bağırıyorlar. Stada döner bıçağıyla gidenler de cabası.

Uzun lafın kısası, durumumuz şu: Geleneksel hasletlerimize rağmen (ve belki de onların erimesi yüzünden) biz epey kaba, öfkeli, sert ve şiddet-sever bir toplumuz.

Dahası, çok “cemaatçi” bir toplumuz ve her toplumsal kesim, söz konusu sorunları sadece kendini hedef alınca fark ediyor.

Kemalistler, örneğin, “polisin sertleştiği” kanısındalar; oysa polisin zaten hep sert olan eli ilk defa kendilerine dokunuyor; olan o.

Muhafazakarlar arasında ise, eskiden kendilerine musallat olan otoriterlikler yakalarından düştü diye, “sorunlar bitti” zannetme eğilimi var. Oysa sorunlar bitmedi. Her kesim daha öz eleştirel olmadıkça da azalmayacaklar.

Star, 16.05.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et