Her ölüm acıdır. Kıyamet herkesi kapsayan büyük, eşsiz, benzersiz bir vakayken, her ölüm kendi çapında bir küçük kıyamettir. Özellikle genç ölümleri ve doğal olmayan ölümler. Ölümler hem ölen hem de ölenin anne babası, çocukları, akrabaları ve sevenleri için bir kıyamettir. Hiçbir insan kolayca ölmemeli. Hiç kimse, diğer bir insanın canını almaya heves ve niyet etmemeli. Uygarlığın özü, ölümleri azaltmaya, normalleştirmeye dayanır. Çocuk ölümleri yok denecek kadar azalsın, ağır hastalıklar can almasın, trafik kazaları ocakları söndürmesin, toplumsal hayatta can kaybına yol açan şiddet iyice sınırlansın diye temennide bulunurken, çaba sarf ederken, asıl yaptığımız, ölümleri azaltmaktır.
Ölümler, insana, insan hayatına saygı duyan herkes için üzücüdür. Ancak, bu her birimizin tüm ölümlere gerçekten üzüldüğü, üzüldüyse bile aynı samimiyet, yoğunluk ve derinlikte üzüldüğü anlamına gelmez. Tarih ölümler karşısında sergilenen çifte standartlarla dolu. İnsanların benzedikleri ve sevdikleri kimselerin ölümüne üzüldüğüne, benzemedikleri ve sevmedikleri kimselerin ölümüne sevindiğine dair sayısız örnek var. İnsan hayatı her zaman saygı görmemiş. Çeşitli ideolojiler, dinî yorumlar, büyük projeler, ütopyalar vb. uğruna insan hayatının su gibi harcandığı, insanların birbirine hayvanların birbirine yapmadığı kadar kötü muamele ettiği dönemler olmuş geçmişte.
Türkiye on yıllar boyunca binlerce Kürdün hayatının kolayca harcandığı bir ülkeydi. Kürt ölümleri bazı kesimlerde hiç vicdan yankısı yapmadı. Kürtlere karşı anlamsız ve haksız kavgada birçok Türk de öldü. Kürtlerin korkunç şekillerde hayatını kaybetmesine duyarsız kesimler Türk ölümlerini nefreti yükseltmenin ve yeni ölümlere yol hazırlamanın aracı yaptı. Bazı Kürtler de Türk ölümlerine karşı benzer bir duyarsızlık, umarsızlık sergiledi. İki taraftan ölümlere de aynı ahlâkî hassasiyet ve felsefî tutarlılıkla itiraz eden, üzülen insanların sayısı pek azdı. Her kesim kendi can kaybına yandı. Karşı tarafı pek anmadı, hatta ölüme lâyık gördü. En yakınlarda Gezi olayları serisinde genç insanlar hayatını kaybetti. Maalesef bunların hiçbirinin sorumlusu/sorumluları tam olarak bulunamadı ve ulaşılan şüpheliler henüz suçları ispatlanıp cezalandırılamadı. Hükümet kanadı Başbakan’ın ağzından bu ölümler hakkında bir üzüntü ve başsağlığı ifadesi dile getiremedi. Gezi’de destan yazdıklarını zanneden, şiddet neredeyse aklını gidermiş bazı eylemciler, olaylarda bir polisin ölmesine veya öldürülmesine dair üzüntü sergileyemedi. Herkes, kendine yakınların, sempati duyduklarının ölümüne üzüldü ve tepki gösterdi. Ölümleri araçsallaştırmanın yollarını aradı.
Bunun son örnekleri bir çocuk olan Berkin’in ve bir genç olan Burak’ın ölümü-öldürülmesi olaylarında sergilendi. Berkin’in ölümüne üzüldüğünü ifade edenlerin bazıları, davranışlarına bakılırsa, içten içe, bu ölüme sevindi. Çünkü böylece ellerine hükümete vurmak için bir araç geçmiş oldu. Onların zihniyetine yabancı değiliz. Açık bırakılan mikrofonlardan daha fazla ölüm olması isteğini birbirlerine fısıldadıklarını biliyoruz. Ölüm onlar için bir araç. İnsan hayatının nazarlarında gerçek bir kıymeti yok. Olsaydı, Berkin’le ve ailesiyle daha önce de ilgilenirlerdi. Bu kimselerin insan hayatına saygıda samimî olmadıklarını, Burak’ın öldürülmesi karşısında suskun kalmalarıyla da anladık. Suskun kaldılar çünkü bu ölümü hükümete muhalefetin bir aracına dönüştürme imkânı yoktu.
Berkin’in ölümü üzerine, hükümet kanadından üzüntü açıklamaları geldi. Ancak, asıl beklenen, Başbakan’ın üzüntüsünü ifade etmesiydi. Ne yazık ki, Başbakan bunu yapmadı. Oysa, taziyede bulunmak, Başbakanı küçültmez büyütürdü. Berkin ister ekmek alırken isterse eylemlere katılırken ölmüş-öldürülmüş olsun, bu, hayat kaybı olayının niteliğini ve vahametini değiştirmez. Sonunda bir çocuk elim şekilde hayatını kaybetmiştir. Gerisi teferruattır. Ne yazık ki Başbakan üzüntüsünü ifade etme yoluna gitmedi. Gereksiz sertlikte olduğuna inandığım ve ölümlerin yarıştırıldığı izlenimini vermeye elverişli konuşmalar yaptı. Bir üzüntü ifadesi kullanması çok şık olurdu. Bunu yapması, belki de toplumsal tansiyonun düşmesine bir katkı sağlardı. En azından, bu üzücü olayın kendisine karşı koz olarak kullanılma gücünü azaltırdı.
İnsan hayatına gerçekten saygı duyuyorsak tüm hayatlara, herkesin hayatına saygı duymalıyız. İnsan hayatını kutsamalıyız. Sebebi ne olursa olsun ölümlere üzülmeliyiz. Genç ve hayatın olağan akışı dışındaki ölümlere daha çok üzülmeliyiz. Ölü sevici olmamalı, hayatı, yaşamayı sevmeliyiz. Ölümler karşısında çifte standart kullanmamalıyız. Ölümleri her ne amaçla olursa olsun araçsallaştırmamalıyız. Allah aşkına, bu ülkede bunları çoktan öğrenmiş olmamızı gerektirecek kadar çok acı ve tecrübe yaşamadık mı?
Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanmıştır.