Günlerdir çağrılar yapılıyor hükümete:
Gel diretme; bütün tedbirlerini al, Taksim Meydanı’nı işçi bayramına aç; provokasyon yasaklamakla engellenmez, tam tersine bu yasak provokasyonlar için zemin yaratır deniyor. Demokratik devlet, gücünü gösterecekse demokratik bir hakkı engellemek için göstermez; o hakkın kullanımı için güvenlikli ortam yaratarak gösterir, deniyor.
Eğer provokasyondan korkuyorsanız, Kadıköy Meydanı da kontrolü zor, birçok girişi olan bir meydan. Orada yapılabiliyorsa Taksim Meydanı’nda neden yapılamasın diye soruluyor.
Nitekim durum ortada: Kadıköy’deki miting saat 15 itibariyle şölen havasında sürerken, Taksim çevresi yine savaş alanına dönmüş durumda. Şişli’de, Mecidiyeköy’de, Okmeydanı’nda, Beşiktaş’ta Taksim’e çıkmak isteyen küçük gruplarla polis arasında çatışmalar sürüyor. Taksim’de kuş uçmuyor ama Taksim çevresi yaralıdan geçilmiyor. Çevre halkı gazdan nefes alamaz hale gelmiş kaçacak yer arıyor. Yasağın molotoflu militanlara yaradığı çok açık. Gün onların günü…
O zaman soralım: Bu tablo size bir şey anlatmıyor mu? Taksim’i gösterilere kapatmasaydınız; orada da Kadıköy’deki gibi sendikaların organizasyonunda bir miting yapılabilseydi; Taksim çevresinde bütün bunlar yaşanır mıydı?
Taksim neyin simgesi?
Günlerdir çağrılar yapılıyor sendikalara:
Gelin, Taksim diye inat etmeyin; başka meydanlara gidin diye adeta yalvarılıyor. Ama onlar da Nuh diyor peygamber demiyorlar.
Neymiş;
Taksim, işçi sınıfı açısından bir simgeymiş! Onlar açısından kutsalmış.
1 Mayıslar mutlaka ama mutlaka 1977’de işçi sınıfına yönelik o büyük saldırının yapıldığı alanda yapılmalı, kanlı 1 Mayıs anılmalıymış!
Daha önce de yazdım: Ben onların yerinde olsam, Taksim diye ısrar etmek bir yana, o meydanın lafını anmaz, 1 Mayıs 1977’yi çağrıştırmamak için elimden geleni yapardım.
1 Mayıs 1977, üzerine nostalji yapılamayacak kadar kötü bir anıdır zira…
Evet, Taksim “işçi sınıfı mücadelesi” açısından bir simgedir gerçekten de… Ama orada kutlama yapmaya çalışanların sandıklarının aksine, o mücadelenin düşüşe geçmesinin simgesidir. Türkiye’nin en etkili işçi konfederasyonu olan DİSK’in TKP’nin kontrolüne geçişinin tamamlandığı, işçi kitlelerinin, onları kurtarmaya soyunan “profesyonel devrimciler”le bir arada bulunmanın tekin olmadığını en açık şekilde anladıkları ve kopuşun inkâr edilmez bir biçimde netleştiği tarihtir.
1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı, işçi dayanışmasının ve kardeşliğinin değil, kinin, öfkenin, düşmanlık ve rekabetin kol gezdiği bir alandı. İşçilerin bölük bölük edildiği, her bir bölüğün bir sol fraksiyonun eline geçtiği, gözü dönmüş fraksiyon şeflerinin o meydanı kendi gövde gösterilerini yapacakları bir alan haline getirdiği bir meydan…
Hadi DİSK olarak sen bu fikre katılmadın, Taksim’e böyle bir kutsiyet atfettin diyelim. Hükümeti kararından dolayı teşhir eder, bu yasağı protesto etmenin başka yollarını arar, mücadeleni uzun soluklu demokratik bir kampanyaya dönüştürür ama bugün Taksim’den uzak durursun. “Böyle bir kararı tanımıyorum, Taksim’e çıkacağım” demenin sonuçlarını hiç mi düşünmüyorsun? Olacak olanlardan hiç mi sorumluluk duymuyorsun?
Artık bitsin bu çile
Gerçek olan şu ki, hükümetle solcu sendikacı takımı arasında yıllardır sürüp giden bu meydan kavgası başta İstanbullular olmak üzere bütün Türkiye’yi bıktırdı, usandırdı artık. 1 Mayıs, toplumun büyük çoğunluğu için eller yürekte beklenen, çocukların dışarı bırakılmadığı, bütün randevuların iptal edildiği, insanların kendilerini evlerine kapatıp endişe içinde televizyon ekranlarına kilitlendiği belalı bir gün haline geldi.
Böyle bayram olur mu?
İşçilerin mücadele günü, halkın diğer kesimleri için bir kâbus haline gelmişse bunda bir yanlışlık aramak gerekmez mi?
Bakın, Nevruz normalleşti… Neden 1 Mayıs da normalleşmesin?
Hem hükümet hem de sendikalar bu sabıkalı günü bayrama çevirmek, işçilerin taleplerini haykıracakları bir hak arama gününe dönüştürmek için bir çare bulmak zorunda.
Ne yapıp etsinler; gelecek 1 Mayıs için isterlerse altı ay önceden başlasınlar görüşmelere; kavgalarını masada etsinler. Ama sonunda uzlaşarak kalksınlar o masadan ve bu zulmü bize bir daha yaşatmasınlar.
Bu yazı Bugün Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.