Türkiye şüphesiz çok kırılgan bir dönemden geçmektedir. Her dönem olduğu gibi siyaset yine içeriden yapılan müdahalelerle engellenmek isteniyor. Bu her şeyden evvel milyonlarca seçmenin iradesine/seçimine yapılan bir saygısızlıktır, edepsizliktir. Kirli tuzakların kurulduğu/kurulacağı bir dönemde herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirebilmelidir. Evet, bu sürecin adını koyalım Türkiye’de bir darbe teşebbüsü söz konudur.
Kürt sorununu çözme konusunda ısrarlı ve bölgede ciddi bir aktör olmaya hazırlanan Türkiye’ye dönük hem içeriden hem de dışarıdan ciddi saldırılar yapılmakta. Türkiye’nin bilhassa seçimler sonrasında daha da güçlenerek Ortadoğu’da Kürtlerle birlikte etkili bir rol üstlenecek olmasından rahatsızlık duyulmaktadır.. Geçenlerde kendisisiyle röportaj yaptığımız İlhami Işık’ın da tespitiyle bu sefer saldırı çok büyük. 16 Aralık’ta AB ile yeni bir döneme girileceğin sinyalleri gelmeye başlarken, yine aynı tarihlerde Diyarbakır’a gelen Barzani’nin PYD ile Erbil’de anlaşması ve ilk kez Irak’tan gelecek petrol parasının Halk Bankası’nda tutulacak olması gibi hadiselerin yaşandığı tarihlerde; eş zamanlı olarak yolsuzluk operasyonları başlatıldı, polis Halk Bankası’nı bastı ve BDP milletvekillerinin tutukluluğunun devamına karar verildi. Gezi olaylarında olduğu gibi bu gelişmelerde de hedef yine başbakan nezdinde tüm Türkiye’dir.
Kuşkusuz yolsuzluk yapan, milletin parasını gasp eden, her kim olursa olsun cezasını çekmelidir. Bunları bulup çıkarmak ise yargının vazifesidir. Ne var ki muhalefetin ivedilikle iddialar üzerinden iktidarı hedef alan açıklamalarda bulunmaları da manidardır. Bu hem yargıyı etkileme açısında sorunludur/suçtur hem de bu tutumları gayri ahlakidir. Diğer taraftan operasyonlarla ilgili dinlemelerin altı ay kadar evvel kesildiği dolayısıyla bu zamana kadar bekletildiği biliniyor. Bazı provokatör yazarların ise dört ay kadar evvel operasyonlara dönük attığı tweetler de biliniyor. Hükümet yetkilerinin bile operasyonu basından öğrendiği, kimseden izin alınmadan başlatılan ve bazı görüntülerin basına sızdırıldığı bu girişim sanılanın aksine basit sıradan bir operasyon olmayıp önceden planlanmış ve üzerinde çok ciddi çalışılmış bir operasyondur. Bu tür farklı operasyonların ve saldırıların olma ihtimalini de göz önünde bulundurduğumuzda, hedeflenenin; seçimler öncesi hükümeti yıpratmak, siyaseti kilitlemek, barış sürecini kesintiye uğratarak ülkeyi 90’lı yıllara geri götürmek olduğu anlaşılmaktadır. Meselenin başından beri basit bir dershane meselesi olmadığı belliydi. Görülen o ki; dershaneler gündeme gelmemiş olsaydı da bu tür operasyonlar olacaktı.
Yolsuzluk yapılan ülke böyle mi olur?
Yolsuzluk yapılmamıştır demiyoruz ama insan sormadan da edemiyor: bugün Türkiye’yi ayağa kaldıracak kadar büyük yolsuzlukların yapıldığı bir ülkede nasıl olur da milli gelir son 10 yılda 230 Milyar dolardan 800 Milyar dolarlara yükselir? Ve nasıl olur da 6.101 kilometrelik bölünmüş yol bugün 21 bin 227 kilometreye çıkabilir? Bu kadar yolsuzlukların yapıldığı bir ülkede nasıl olur da bugüne kadar hiçbir iktidarın başaramadığı IMF’ye borcun kapatılması dâhil Marmaray gibi dev projeler hayata geçirilebilir? Örneğin 28 Şubat’ta 26 bankanın halkın kesesinden hortumladığı para, 65 milyar dolardı ve ardı ardına krizler patlak vermişti. AK Parti hükümeti döneminde ekonomik krizler yaşanmadığı gibi ülke global krizden bile tam anlamıyla etkilenmedi. Kısacası yolsuzluk operasyonların ardından neler çıkacağını kestiremiyoruz ama ortada psikolojik algısı önceden oluşturulmuş, planlı, programlı bir engelleme girişiminin olduğu kuvvetle muhtemel. Çünkü yolsuzluk iddialarından aklanılsa bile yapılan propagandalarla bunun kamuoyundaki tesiri farklı olacaktır. Bu yüzden önümüzdeki seçim mitinglerinin tam da bu noktada provoke edileceğini tahmin etmek güç değil.
Kürtler seyirci kalmamalı
Sayın Erdoğan’ın 1991 yılında hazırlattığı Kürt raporundan da anlaşılmaktadır ki başbakan daha o yıllarda Kürt sorununa dönük sağlıklı çözüm önerileri sunmaktaydı. Yine o yıllarda Kürt sorununu özgürlükler çerçevesinden ele alan ve bu meselede radikal adımlar atmaya hazırlanan bir diğer önemli isim de rahmetli Özal’dı. Özal tam da bugünkü yapılar tarafından yalnızlaştırılmış ve hedefe konulmuştu. Çünkü Kürt sorununu çözen bir Türkiye bölgede ciddi bir aktör olarak oyun kurucu rol üstelenecektir. Bu da bilhassa Ortadoğu’da hesapları olan ülkelerin çıkarına olmayacaktır. Bu yüzdendir ki Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi ve kendi içinde zenginleşmesi, demokratikleşmesi ve tüm farklılıklarıyla barışık özgür bir ülke olması istenmiyor. Son günlerde sosyal medyada bazı Kürtlerin bu kavganın tarafı değiliz, ne hesapları varsa görsünler, biz bu sefer seyirciyiz demeleri hala meselenin ciddiyetini idrak edemediklerini göstermektedir. Oysa her zaman olduğu gibi Türkiye’de barışın, huzurun ve özgürlüklerin yerleşmesini arzu etmeyen illegal yapılanmalar barış sürecinin en önemli aktörü olan başbakanı hedefe koymuşlardır. Bu bakımdan Kürtler bu hassas dönemde tavırlarını siyasi iradeden, barıştan ve çözümden yana koymak durumundadırlar.
Artık net olma zamanı, herkes safını belirlesin
Türkiye şüphesiz çok kırılgan bir dönemden geçmektedir. Her dönem olduğu gibi siyaset yine içeriden yapılan müdahalelerle engellenmek isteniyor. Bu her şeyden evvel milyonlarca seçmenin iradesine/ seçimine yapılan bir saygısızlıktır, edepsizliktir. Bu dönem aynı zamanda safların belirginleştiği de bir dönemdir. Bu vakitten sonra Türkiye’de yaşayan insanlar artık tam olarak ikiye ayrılmış durumdadır. Bu iki kesimin mücadelesi Türkiye’nin geleceğini yön verecektir. Bu bakımdan dili, ırkı, inancı ne olursa olsun barıştan, özgürlüklerden ve insandan yana tavır koyanlarla bunun tam karşısında olanlar arasında sıkı bir mücadeleye tanıklık edeceğiz. Türkiye bu vakitten sonra yargı ve emniyet vesayetini kaldıramaz. Sayın Arınç’ın ifade ettiği gibi devletin içindeki illegal yapılanmalar bir an önce deşifre edilmeli, barıştan ve özgürlükten ise asla taviz verilmemelidir. Bilinmelidir ki insan hakları ve özgürlükler ne kadar genişlerde vesayetçilerin alanı da o denli daralır. Kirli tuzakların kurulduğu/kurulacağı bir dönemde herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirebilmelidir. Evet, bu sürecin adını koyalım Türkiye’de bir darbe teşebbüsü söz konudur. Ancak bilmeleri gereken; ne kadar tuzak kurulursa kurulsun Türkiye’nin artık eski Türkiye olmadığı gerçeğidir. Bizden hatırlatması…
Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.