Efsaneye göre Türkler, Ergenekon adını verdikleri korunaklı bir vadide dört yüzyıla yakın bir süre yaşadıktan sonra, artık vadiye sığmadıklarını görüp çıkmak istediklerinde çıkış yolunu bilmediklerini fark etmişler. Dağı eritip yol açmaya çalışırlarken, karşılarına bir kurt (Bozkurt) çıkmış. Sıkışıp kaldıkları vadiden bu kurdun peşine düşerek çıkmışlar. O gün bugündür Bozkurt Türklerin rehberi, Türklüğün sembolüymüş.
Büyük ve kadim milletlerin destanları olur. Bu da bir destan, bir efsane elbette. Her destan gibi abartılı öğeler içeriyor. İnananı var, inanmayanı var. İnanarak dinleyeni var, edebî bir metin olarak beğeneni var. Ülkücüler ilk gruba giriyor, ben ikincilerdenim.
Bozkurtu bir sembol olarak, bir değer olarak benimseyip öne çıkaranlar daha çok ilk gruptakiler, yani ülkücüler. Ülkücü olmak siyasî bir tavır. Bütün Türkler ülkücü değil. Buna mukabil “Ne mutlu Türküm diyene” felsefesi benimsenmişse, Türk olmadan da ülkücü olunabiliyor. Kürt ve Çerkez ülkücüler tanıdım.
Ülkücü olmadığı halde Bozkurt’a sempatiyle bakanlar ile Bozkurt’tan rahatsız olmayanlar, benim gibi, ikinci grubu oluşturuyor. Her iki gruba girmeyip Bozkurt’a ve onun ima ettiği düşünceye mesafeyle bakan, hatta bundan rahatsız olanlar da üçüncü grubu teşkil ediyor.
Bu üç grupta yer alanların her biri, bu ülkenin eşit derecede vatandaşı. Her konuda olduğu gibi millî takım üzerinde de eşit derecede pay ve söz sahibiler. Millî formayı giyen bir sporcunun bu forma üzerinde iken -sahada veya yedek kulübesinde iken yani- bu üç gruptan sadece birinde veya ikisinde yer alanların benimseyeceği işaret ve siyasî semboller kullanmasını doğru bulmuyorum.
Merih Demiral’ın Avusturya’ya attığı gol sonrası yaşadığı sevincin tesiriyle yaptığı ‘Bozkurt’ işaretinden bahsettiğimi anlamış olmalısınız. Bu işaret siyasî bir sembol değil, Türk milletinin ortak değeridir diyenlerin, Türk milletinin ortak değerinin ne olduğuna kimin ve neye göre karar verdiğini açıklaması lâzım.
Bu maç millî hislerin şaha kalktığı bir iklimde yurt dışında oynandığından, Bozkurt işareti ülke içinde fazla tartışma yaratmadı. Hatta hemen herkes, Merih’in arkasında durup UEFA’yı eleştirdi. UEFA’nın emsal teşkil edecek bu kararıyla Türk futboluna büyük bir iyilikte bulunduğunu ise ya kimse görmedi veya çok az kişi gördü. Ceza verilip yasaklanmasaydı, aynı işaretin ulusal liglerde de kullanılmasına onay çıkmış olacaktı. Rakip takımın bir futbolcusunun Amedsporlu taraftarların bulunduğu tribüne doğru koşup Bozkurt işareti yaptığını düşünsenize… Bozkurt’un hepimizi birleştiren bir değer olduğunu düşünüyor musunuz hâlâ?
Yarın ‘Atatürk bu milletin ortak değeridir’ diyen başka bir futbolcu sahaya Atatürk posteri veya formasında Atatürk rozetiyle çıkıp diğer futbolcuları ve/veya takımları da bu şekilde davranmaya çağırabilir. Onuncu Yıl Marşı’nın bile siyasî bir sembol haline getirildiği bir ülkede, büyük bir linç yeme pahasına bu çağrıya uymamayı hangi futbolcu veya takım göze alabilir?
Bana göre Atatürk de bir siyasî sembol. Seveninin çok olması, yaşamıyor olması veya bu ülkenin harcındaki payı onu siyasî bir kişilik olmaktan çıkarmıyor. Hangi takım ve/veya oyuncu sahaya Atatürklü bir pankart, afiş veya sembolle çıkarsa o da cezalandırılmalı.
Fenerbahçe-Galatasaray arasında Suudi Arabistan’da oynanması planlanan, fakat her iki takım da sahaya Atatürklü pankart ve tişörtlerle çıktığı için oynanmasına müsaade edilmeyen maçta tecrübe etmiştik bunu. Suudi Futbol Federasyonu ‘siyasî sembol yasağı’ kuralını tatbik etmişti ve haklıydı. Bu maç Türkiye’de oynansaydı ve takımlar aynı minvalde hareket etseydi, muhtemelen sorun çıkmaz ve maç tatil edilmezdi. Uluslararası kuralların esnetilmesi veya uygulanmaması, aynı pervasızlığa yurt dışında oynanan maçlarda da müsamaha gösterileceği düşüncesine sevk ederek futbolumuza zarar veriyor.
Merih’e verilen ceza
Gol sevinci sonrası yaptığı Bozkurt işareti yüzünden Merih Demiral’a iki maç ceza verilmesine üzüldüm. Fakat yukarıda izah ettiğim sebeplerle cezayı haklı buldum. Bu ceza aşırı sağcı (bu ifadenin MHP için kullanılması bence haksızlık) bir partinin sembolü olduğu için değil, siyasî bir sembol olduğu için verildi.
Bu cezaya birkaç farklı eleştiri geliyor. İlki, başka ülkelerin futbolcuları da maç içinde siyasî semboller kullandığı halde UEFA’nın yalnızca Türkiye’yi ve Merih’i cezalandırdığı yönünde. Futbolu yakından takip etmediğim için UEFA’nın diğer ülke ve futbolcularla ilgili uygulamalarını bilmiyorum. Avrupa’nın ve uluslararası kuruluşların tarihi ülkemize yönelik çifte standartlar ve adaletsizliklerle dolu olduğundan, ortada bir adaletsizlik varsa hiç şaşırmam. Siyasî sembol kullanma yasağını delen Merih’e verilen cezayı doğru, fakat ağır bulduğumu belirtiyorum sadece. Bence tek maçlık ceza yeterliydi.
İkinci bir eleştiri, bu tür (siyasî) sembollerin başka ülkelerin taraftarları tarafından da kullanıldığı, fakat UEFA’nın hareketsiz kaldığı yönünde. Siyasî sembol yasağı (şimdilik) sadece sporcuları, teknik ve idarî ekibi kapsıyor. Şimdilik dedim, çünkü ileride bu yasağın tribünleri de içine alacak şekilde genişleyeceğini düşünüyorum.
Bir diğer eleştiri, ‘Bozkurt’ işareti yapan Merih’e ceza verilirken, istavroz (haç) çıkartan futbolculara ceza verilmediği yönünde. Bunlardan biri siyasî simge, diğeri dinî mensubiyet tezahürü. Yani ikisi aynı şey değil. Futbol müsabakalarında dinî inançların tezahürü serbest. Bir Hıristiyan haç çıkarabildiği gibi, bir Müslüman semaya el açarak dua da edebiliyor, secde de. Her ikisi de kurallar dahilinde. Bence de doğru olan bu.
Peki çözüm ne? Bozkurt’ta ve Bozkurt işaretinde kararlıysak, bunu federasyon tüzüğüne işleyip UEFA’ya bildirmeliyiz. Böylece Bozkurt, futbol millî takımının resmî sembolü haline gelir ve -Fransa’nın horozu kullandığı gibi- biz de rahatça kullanmaya başlayabiliriz. Çözüm arayana, işte çözüm.