Facianın üstünden beş gün geçti. TV programlarına bakıyorum; neredeyse hep aynı şey oluyor: Program yorumcusu önce görev savma kabilinden, üç beş cümle kazanın oluş biçiminden ya da Soma işçilerinin çalışma koşullarından, madenciliğin sorunlarından söz edip bir de üstüne acele tarafından bir dünya-Türkiye karşılaştırması yapar yapmaz tartışma hop diye “asıl” konuya atlıyor: Asıl konu Erdoğan!
Laf oraya geldi mi, tartışma da kıvamını buluyor. Girişte kaybedilen zamanı telafi etmek istercesine ateşli bir tartışma başlıyor. Yorumcular koltuklarında şöyle bir doğrulup canlanıyor, “nihayet sadede geldik” gibilerden hararetle lafa dalıyorlar. Başbakan’ın sözleri kelime kelime didikleniyor. “Fıtratında var” sözü üzerinde atraksiyonlar yapılıyor; 1800’ler İngiltere’sinden örnek göstermesinin saçmalığı bininci kez vurgulanıyor. Mısır’da darbe kurbanlarına ağlarken neden Soma’da kendi insanı için ağlamadığı; halkı gerçekten sevip sevmediği üzerinde spekülasyonlar yapılıyor. Psikolojik durumu sorgulanıyor.
Aleyhte tezahürat yapanlara küfretti mi, küfretmedi mi; markette tokat attı mı atmadı mı konusuna gelindiğinde ise “Ne yazık ki” programa ayrılan süre de bitmiş oluyor…
Kazanın nedeni üzerinde edilen lafların da, kurtarma çalışmaları hakkındaki değerlendirmelerin de, ölü sayısı hakkında yapılan tahminlerin de, işletmenin sahibine karşı alınan tutumun da merkezinde Erdoğan var.
Evet, asıl konu her zaman olduğu gibi yine Erdoğan… Deprem de olsa, sel de bassa, başımıza taş da yağsa konu hep Erdoğan. Ona karşı duyulan nefret ve kinin ortaya dökülmesi için, onun suçlanması için her şey bir vesile, her şey araç…
Sanki olayın kendisi feci bir kazanın yaşanmış olması değil; Başbakan’ın hangi açıkları verdiği; ne yaptığı ne yapmadığı… 301 kişi can vermiş; Erdoğan o cümleyi öyle kursa ne olacak, böyle kursa ne olacak! Binlerce madenci yakınının içi kavrulmuş; Başbakan aleyhte tezahüratlara aşırı tepki verse ne olacak, vermese de olacak? Onu da söyler geçersiniz; hatta olayın ateşi biraz soğuyunca daha uzun boylu konuşursunuz.
Ama bu mudur bugünün ana konusu?
Bu bir hastalık hali
Dünyanın her yerinde iktidar partisinin karşıtları vardır. Çoğu zaman da muhalifler halkın yarısından fazladır. Türkiye’de her zaman iktidara muhalif kesimler oldu. Menderes’in de, Demirel’in de, Özal’ın da sevmeyenleri çoktu. Ama böyle bir kini ve nefreti, böyle bir takıntı halini daha önce hiç görmedik. Daha önce hiçbir zaman iktidara duyulan nefret ve öfkenin onu da aşıp aynı şiddetle onu destekleyenlere de yöneldiğine tanık olmadık. “AK Parti’ye oy verdilerse ölüm onlara müstahaktır” denildiğini, “İnşallah AK Parti’yi destekleyenlerin çocukları da böyle acılar içinde ölürler” diye beddua edildiğini işitmedik. Sırf iktidarı zora sokmak için ölü sayısını açık artırmaya sokmak; orada yakınının cenazesinin çıkmasını bekleyen insanları tahrik etmeye çalışmak; Bakan Yıldız’ın deyişiyle “iştahla” ölü sayının artmasını beklemek; akbabalar gibi ölülere üşüşmek hastalıklı bir ruh halinin yansıması değilse nedir?
Siyaset yapmak bu mudur?
Arada bir, birileri çıkıp “bu olay üzerinden siyaset yapmayalım” diyor ya; o da yanlış… Siyaset yapmak, iktidar partisini ya da başkanını hedefe oturtup varsa yoksa onunla uğraşmak mıdır? Bu kadar dar; bu kadar sığ mıdır?
Tam tersine, sorunumuz bu takıntılı ruh hali yüzünden bu olayla ilgili siyaset yapamayışımız… Amaca (Erdoğan’ı yok etmeye) hizmet etmeyen her şeyin yok sayıldığı; amaca hizmet eden her şeyin ön plana çıkarılıp, abartılıp, çarpıtılıp gündem haline getirildiği bu koşullarda bu olay üzerinden siyaset yapmak mümkün mü?
Ne, neden iş güvenliğinde bu kadar kötüyüz diye tartışabiliyoruz; ne devlet denetiminin niteliğini, ne sivil denetimin yokluğunu… Sendikalar ne işe yarar diye soranımız bile çok az. Taşeronluk sadece bir laf olarak geçiyor; bir adım öte gidip de tek cümle edilmiyor. Devlet işletmeciliği savunuculuğu en kaba saba biçimde yeniden ortaya çıkıyor, onun da üzerinde bir çift laf edilmiyor. Ne madenlerin kapatılmasına ne de nasıl rehabilite edileceğine ilişkin bir beyin jimnastiği var ortada.
Aklımızı Erdoğan’la bozmuş, ondan başka hiçbir şey görmüyor, hiçbir şeyle ilgilenmiyoruz.
Bu zehir daha ne kadar yayılacak, toplumun ne kadarını ele geçirecek, bu işin sonu nereye varacak, bilmiyorum.
Bu yazı Bugün Gazetesi’nde yayınlanmıştır.