Dünya devletlerine baktığımızda refahın ve huzurun egemen olduğu sistemlerin demokrasi ve hukuk devleti kurallarına yer veren anayasal demokrasiler olduğu ortaya çıkıyor. Anayasal demokrasiler mükemmel rejimler değil, bu devletlerde haksızlıklar oluyor, yolsuzluklar ortaya çıkıyor, ayrımcılık yapılıyor. Ancak bir karşılaştırma yapıldığından demokratik rejimlerini pekiştirmiş hukuk devletlerinin diğerlerine göre açık ara önde olduğunu görebiliriz.
Günümüz toplumlarında hukuk devleti ilkesinin önemi giderek artmakta. Hatta bireylerin hak ve özgürlüklerinin asıl güvencesi hukukun üstünlüğü ile sağlanıyor. Demokrasi ancak hukukun üstünlüğü ile birlikte ele alındığında güvence veren bir rejime dönüşüyor. Bu nedenle de hukuk devleti niteliğine sahip olmayan sistemlerin demokrasileri de pekişmiş, olgun demokrasiler arasında kabul edilmiyor.
Türkiye 60’lı yılların ortalarından beri yarı-demokrasi olarak değerlendiriliyor. Konuyla ilgili araştırma yapan uluslararası kuruluşlar ve ilgili akademisyenler bu konuda bir tartışma içinde değiller.
Yarı-demokrasi, iktidarın belirlenmesinde demokratik usullere yer veren ancak henüz demokratik kurum ve organlarını istikrarlı bir şekilde çalıştıramayan, anayasal düzenleri demokratik rejimlerle bağdaşmayan kurallara yer veren, vesayet kurumlarının sistem içinde etkinlik gösterdiği, hukuk devleti ilkesinin tüm unsurları ile uygulamaya geçirilemediği rejimler için kullanılan bir kavram.
Türkiye geçtiğimiz yıllarda gerçekleştirdiği reformlarla hukuk devletinin bazı ilke ve kurumlarını daha iyi bir uygulamaya kavuşturdu. Geçtiğimiz yıllarda hak ve özgürlüklerle ilgili güvenceleri artırmaya yönelik anayasal düzenlemeler yapıldı.
Bu anayasal düzenlemeler içinde en göze çarpanlardan biri bireylerin Anayasa Mahkemesi’ne hak ve özgürlük ihlali nedeniyle başvurabilmesine olanak tanıyan yeni bir dava yolunun kabul edilmesiydi.
Bireysel başvuru yolu olarak adlandırılan bu dava kişilere yargı kararlarına karşı bir yeni dava yolu sunmakta, aynı zamanda da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmeden Türkiye’nin kendi hukuk sistemi içinde hak ve özgürlük ihlallerini ele alan kendine özgü bir güvence mekanizması oluşturmaktadır.
Bireysel başvuru sistemi 2012 yılında işlemeye başladı. Anayasa Mahkemesi Genel Sekreter Yardımcısı olan Recep Kaplan SETA’da Aralık 2015’te yapılan bir panelde son 3 yılda mahkemeye yaklaşık 50 bin başvuru olduğunu belirtmiştir. Bu süre içinde yapılan başvurular hakkında toplam yüzde 1-1,5 seviyesinde ihlal kararı verilmiş, geriye kalan başvurular reddedilmiştir. Kaplan’ın verdiği bilgiler çerçevesinde, ihlal kararlarına en fazla adil yargılanma hakkı konu olmuş, bunu kişi hürriyet ve güvenliğine ilişkin ihlaller ile işkence ve eziyet yasağının ihlali takip etmiştir. Adil yargılanma hakkının ihlali kararlarında sayıca en fazla alt başlığı makul sürede yargılanma hakkının ihlali oluşturmaktadır.
Bu süre içinde bireysel başvuru yolunun getirilmesindeki amaçlardan biri olan AİHM’e başvuruları azaltma gayesi de gerçekleşmiştir. Türkiye’den AİHM’e başvuruların düzenli olarak azalmış, bunda AİHM’nin Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru yolunu tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olarak düzenlenmesi etkili olmuştur.
İstatistiklerin de açıkça ortaya koyduğu gibi, bireysel başvuru Türkiye’de hukuk devletinin geliştirilmesi yolunda atılmış önemli bir adımdır. Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru sistemini başarıyla yönetebilmesi ve gerek ulusal gerekse uluslararası alanda saygınlığını koruması Türkiye’nin demokrasisini pekiştirmesi yolunda önemli kilometre taşı olacaktır.
Yeni Yüzyıl, 01.03.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/bireysel-basvurunun-degeri-1508