Frenkçe’de “mind stopper” diye bir laf var. Türkçe’ye çevirirsek “zihin durdurucu” demek. Kasıt, insanın zihnini çalıştırıp yeni fikirlere ulaşmasına engel olan, ona “bu noktadan fazlasını düşünme, orada dur” diyen duvarlar. Ne kadar çok zihin durdurucunuz varsa, o kadar çok hapsediyorsunuz aklınızı.
Türkiye’de en bol zihin durdurucu kanımca koyu Kemalistlerde var. Sadece “Atatürk ilke ve devrimlerini” temel alan bir zihniyet inşa etmiş durumdalar ve bunun dışında kalan her türlü siyasi ve felsefi anlayışı peşinen reddediyorlar. “Atatürk kendi devrinde öyle düşündü, ama sonra dünya çok değişti” gibi “tarihselci” bir yoruma dahi açık değiller. Aksine, bugünün sorularına cevap bulmak için dönüp dönüp 1930’lara bakıyorlar.
Kemalist zihin durdurucular, yeni fikirleri sadece reddetmekle kalmıyor, suçluyor da. Yani farklı düşünenler sadece “yanlış yolda” değil aynı zamanda “kötü niyetli”. Hepsi ya hain, ya satılmış. Ya “Sorosçu”, ya “CIAci”, yahut da “ılımlı İslamcı”…
İşin tuhaf tarafı, bu son öcünün, yani “ılımlı İslam”ın, siyasi yelpazenin tam aksi tarafında, yani İslami/muhafazakar kesimde de pek bir tutması.
Batı dünyasının sert, saldırgan hatta terörist Müslümanlar görmektense ılımlı, uzlaşmacı ve barışçı tipler görmeyi tercih edeceğine kuşku yok. (Bizim “Haçlı zihniyeti”ne sahip Hıristiyanlar yahut işgalci Siyonist Yahudiler yerine, bunların daha “ılımlı” versiyonlarını görmeyi tercih edeceğimiz gibi.)
Ama Batı’nın ne düşündüğü ve ne yaptığı ayrı bir sorun, Müslüman dünyanın ihtiyaç duyduğu “tecdid” (yani yenilenme) apayrı.
Dinden çıkan öldürülsün mü?
Bu yenilenme ihtiyacını reddebilir miyiz? Bugün İslam dünyasında dev sorunlar yok mu? Bunların bir kısmı sömürgecilikten ve dikta rejimlerinden, ama diğer kısmı da zamanla dinin içine girmiş geleneklerden, ya
hut Ortaçağ şartlarına göre yapılmış dini yorumların aynen korunmasından kaynaklanmıyor mu?
Bakın, bir örnek vereyim: Klasik Sünni fıkhında “ben Müslümanlıktan çıktım, başka dine geçtim” diyene idam cezası verilir. Kur’an’da hiçbir dayanağı olmayan bu uygulama, aslında ilk dönemin siyasi şartlarının ürünüdür. Müslümanlıktan çıkmak, “savaşta düşmana katılmak” anlamına geldiği için, olay “siyasi isyan” gibi değerlendirilmiştir.
Peki “din özgürlüğü”nü tanıyan modern dünyada aynı anlayış sürdürülebilir mi?
Sürdürenler var. Dört sene önce Afganistan’da Abdurrahman adlı bir adama Hıristiyan olduğu için idam cezası verdiler. İnfazdan evvel Batı dünyası ayağa kalktı, Afgan hükümeti cezayı rafa kaldırdı, adam da apar topar İtalya’ya kaçıp canını kurtardı.
Ne diyelim şimdi biz bu durumda? “Emperyalist Batı’nın ılımlı İslam dayatmasına boyun eğmeyeceğiz” diye dinden dönenin idamını mı savunalım? İslam’ın “girmesi serbest, çıkması yasak” bir din olduğunu mu ilan edelim?
O zaman sormazlar mı adama, “Hıristiyanlar da Avrupa’da İslam’a geçenleri öldürsün öyleyse, kabul ediyor musunuz” diye?
Ya da “aman aman, bu mevzuları hiç açmayalım, ne gerek var ortalığı bulandırmaya” mı diyelim? (“Mardin konferansı”dan sonra buna çıkan şeyler söylendi.)
Oysa ortalık zaten “bulanık”. Sizin açmak istemediğiniz netameli konular dünyada medya manşetlerinden ve konferans gündemlerinden düşmüyor ki. Belki siz görmüyorsunuz, bakmadığınız için.
Uzun lafı kısası, bu “ılımlı İslam” paranoyası, Müslümanlar arasında yeni fikirlere izin vermeyen, bunları dile getirenleri de “satılmışlık”la suçlayan bir “zihin durdurucu”ya dönüşmüş durumda.
Ve bunu yapanlar, aslında “Batı karşıtlığı” üzerinden Batı’ya göre konumlanmış durumdalar ki, bu “bağımlılık” halinin hiç farkında değiller…
Star, 05.04.2010