Önümüzde önemli bir araştırma var.
Prof. Dr. Hakan Yılmaz yönetimindeki bir araştırmacılar grubunun, Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Vakfı desteğiyle gerçekleştirdikleri “Biz’lik, Öteki’lik ve Ayrımcılık: Kamuoyundaki Algılar ve Eğilimler” başlıklı araştırma uzun uzadıya tartışılması ve değerlendirilmesi gereken birçok önemli sonuç içeriyor.
Ama bence bir tanesi özellikle önemli:
Araştırmada yer alan “Sizin için en önemli kimlik hangisidir” sorusuna “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak…” cevabını verenlerin (% 36) en geniş kesimi oluşturması… Vatandaşlık kimliğini öne çıkaran grubu, yüzde 29’la “Türk olmak”, yüzde 18’le “dindar Müslüman olmak”, yüzde 9’la “laik kafalı Müslüman olmak”, yüzde 5’le “kendi etnik kimliğime mensup olmak” ve yüzde 1’le “doğduğum yöreye mensup olmak” cevapları izliyor.
Bu sonuçlar bize, devletin cumhuriyet tarihi boyunca gerek etnik gerekse dinsel kimlik konusunda yaptığı son derece vahim hatalara rağmen, Türkiye halkının önemli bir bölümünün vatandaşlıkla tanımlanan çağdaş bir millet anlayışını benimsediğini ortaya koyuyor. Ve bu sonuç bana hemen “hele bir de devletin doğru bir vatandaşlık tanımı, kapsayıcı bir vatandaşlık anlayışı olsa, kim bilir bu oran nerelere kadar çıkar” dedirtiyor.
Unutmayın ki, bizim anayasamızda hâlâ vatandaşlığı Türklük’le özdeşleştiren bir vatandaşlık tanımı var: “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” (madde 66)
Ve işte sorunun kökü de budur; yani Kürtler’i Türk yapmaya çalışmak…
Türkiye Cumhuriyeti on yıllardır bu maddeyi işletmek için çok kan döktü. Ama olmadı; Kürtler’i bir türlü Türk yapamadı! Bin kere de “Sen Türksün” dese, bunu anayasalara, dağlara taşlara da yazsa Kürtler Türk olamadı! Kürtler Takrir-i Sükun’dan bu yana itirazlarını sürdürdüler; Türk etnik kimliği adının “üst kimlik” adı altında boyunlarına asılmasına razı olmadılar. Devlet o kimlik kartını boyunda taşıma mecburiyeti getirmeseydi, belki Kürt olduklarını da şimdiki kadar kuvvetle hatırlamayacaklardı. Etnisiteleri kimliklerinin bu kadar önemli bir parçası olmayacaktı.
“Kürtlük etnik kimliktir ama Türklük etnik değil, milli kimliktir” lafları çocukça bir kandırmaca çabası olmaktan öte gidemedi ki aslında böyle bir durumda çocuklar bile sorar: Neden benimki öyle oluyor da seninki olmuyor? 66. madde savunucularının buna verdikleri tek cevap var: Çünkü ben öyle tarif ettim.
Neyse olan oldu ve biz bugünlere geldik.
Bugün artık bu abuk sabuk inattan vazgeçip 66. maddenin bir an önce değiştirilmesi için kolları sıvamak lazım.
Söz konusu araştırmanın bulguları, yeni vatandaşlık formülasyonunun nasıl olması gerektiği konusuna da ışık tutuyor. Ankette yer alan “Tüm dinler, etnik kimlikler, mezhepler ve benzeri kimlikler anayasa ve yasalar tarafından tanınmalı ve güvence altına alınmalıdır…” görüşüne tamamen (yüzde 39) veya kısmen (yüzde 35) destek verenlerin toplamı yüzde 74’e ulaşıyor. Yani toplumun dörtte üçü Türkiye vatandaşlığı ortak kimliği altında birleşebilmek için, dini ve etnik kimliklerin yok sayılmamasını ve Anayasa tarafından tanınıp güvence altına alınmasını istiyor.
Aslında böyle bir formül çoktan beri ortada dolaşıyor. “Anayasal vatandaşlık” olarak tanımlanan bu formül birçok anayasa hukukçusu tarafından 66’ncı maddenin yerine öneriliyor. Nedir Anayasal vatandaşlık? Her şeyden önce, vatandaşlığı her türlü dini, etnik ya da ırksal referanstan kurtarıp devletle birey arasındaki ilişkilerin hukuksal bir tanımı haline getirmek…
Nitekim, Özbudun taslağında 66. madde yerine önerilen metin şuydu: “Vatandaşlık temel bir haktır. Kanunun öngördüğü usuller çerçevesinde bu hakkı elde etmiş herkese Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı denir.”
İşte bu kadar basit, net ve birleştirici… Çözüm elimizin altında duruyor. Yeter ki Türkiye’yi birlik içinde geleceğe taşımak gibi bir niyetimiz olsun…
Bugün, 30.05.2010