Siyaset yoluyla iktidar olmaktan ümidini kesen politikacılar, darbe ihtimali de ortadan kalkınca, yeni yollar, yeni yöntemler aramaya başladılar. Buldukları her imkânı politik amaçları için kullanmaktan çekinmeyen politikacılar şimdi de fanatik futbol seyircisini kullanmanın tadını çıkarmaya çalışıyor.
Yöntemin ilk kurbanı Beşiktaş oldu. Halbuki her şey Beşiktaş için ne kadar da iyi gidiyordu…
Politika Holiganları Tribünlerde…
Beşiktaş mevsim başında pek iddialı görünmüyorlardı. Çok büyük paralar verip iddialı transferler yapmamışlardı, ama takımın başına fazla iddialı olmayan iyi bir teknik direktör getirmişlerdi. Takım güzel oynuyor ve bütün maçlarını da kazanıyordu.
Ligin beşinci haftasında Galatasaray’la oynayacaktı. Bu maçın da favorisi olarak görünüyordu, ama Galatasaray’ın da kazanması sürpriz olmayacaktı. Nitekim son 2 dakikaya girildiğinde de Galatasaray 2-1 öndeydi. Mağlubiyet Beşiktaş’ın sonu değildi, oynadığı iyi futbolla iddiasını sürdürecekti.
Ne var ki, Beşiktaş taraftarı aşırı motive edilmişti. Aslında her renkten futbolseverlerin sempati ile baktığı Çarşı Grubu Gezi olaylarının içine çekilmiş ve politize olmuştu. Maçın bitimine 2 dakika kala, aşırı kışkırtılmış Beşiktaş seyircisi sahaya girdi. İlk defa bir İstanbul derbisi tamamlanamadı.
Fanatik taraftarlar takımlarına yarardan çok zarar veriyorlar. Futbol takımlarının yöneticileri bunlara karşı çaresiz görünüyor; bunlara karşı tavır almak yerine, hakemleri, karşı takımı suçlayarak bunların davranışını adeta sahipleniyorlar.
Artık Beşiktaş’ı kötü günler bekliyor. Para cezaları, saha kapatmalar… Olayda hiçbir kusuru olmayan Beşiktaş Kulübünün ticari güvenirliği yerle bir oldu, maç gelirleri bitti. İşini yapmak için Beşiktaş’a gelen, ekmeğini futboldan yiyen futbolcular da zor durumda kaldılar.
Futbolun ne olduğunu bilmeyen, belki de hayatında futbol maçı bile seyretmemiş olan, Lefter’i kaleci zanneden politikacılar durumdan çok memnunlar. Beşiktaş’ın alacağı ceza, Beşiktaş’ın ekonomik kayıpları, Beşiktaşlı futbolcuların kayıpları, gerçek taraftarların üzüntüsü onlar için önemli değil.
Çarşı Grubunu sorumsuzca politize edenler, seyirciyi “Her yer gezi, her yer Taksim” diye slogan atılması için hazırlayanlar, şimdi de başkalarını spora siyaset karıştırmakla suçluyorlar.
Melo’ya Linç
Televizyonlardaki futbol programları adeta futbol sahalarındaki terörün kışkırtıcısı… Oynanan oyunla ilgili adeta hiç görüntü vermeden yapılan bu programlarda seyircinin ilgisini çekmek için yalandan kavgalar yapılıyor, büyük takımların seyircileri kışkırtılıyor. Yayınlar taraflı, yorumlar büyük takımların seyircilerine göre yapılıyor. Hakemler insafsızca eleştiriliyor, hem de eski hakemler tarafından.
Olaylı gecede de bu programlarda Galatasaraylı oyuncu Felipe Melo adeta linç edilmeye çalışıldı, olayların sorumlusu olarak gösterildi. Düşünün bir kere: Galatasaraylı futbolcu kırmızı kart görüyor, Galatasaray 10 kişi kalıyor, Beşiktaşlı seyirci tahrik oluyor…
Televizyonda gördüğüm kadarıyla Melo topa müdahale etmişti, hareketi biraz sertti, hakem sarı kartta gösterebilirdi, kırmızıyı tercih etti. Melo’nun itirazı anlamsızdı. Araya giren Drogba’nın davranışı örnek bir hareketti, arkadaşını teskin etti ve kenara getirdi. Demek ki, boşuna Drogba olmuyorlar…
Daha sonra Melo’yu formasını kaldırıp gösterirken gördük. Güya Beşiktaş taraftarı Melo’nun bu hareketinden tahrik olarak sahaya girmiş. Melo’nun formasını tribünlere, ya da kameraya doğru tutmasında nasıl bir tahrik var anlayamadık.
İstenen galiba: Futbolcuya küfredilsin, hakaret edilsin, taş atılsın, futbolcunun kafası gözü yarılsın, futbolcu da hiç tepki vermesin…
Melo’nun maçtan sonra yaptığı açıklama çok düzgün ve inandırıcı: “Beşiktaş taraftarını tebrik ediyorum 80.00 kişi gelmişler şovları çok etkileyiciydi, tebrik ederim. Taraftarlar içinde kavgalar çıktı, kırmızı kart pozisyonu olmamalıydı ama oldu, hakem öyle yorumladı. Maçtan sonra olan olaylar tamamen bana bağlanmış, kesinlikle böyle bir şey yok, ben kırmızı kart görmeden önce olaylar başlamıştı. 60. dakikalarda olaylar başlamıştı.
“Beşiktaş taraftarı çok iyi, onlara karşı hiçbir şekilde bir hareket yapmadım. Onlara hayranım, bizim taraftarımız da mükemmel fakat Beşiktaş taraftarına da çok saygı duyuyorum. O formayı göstermem Beşiktaş taraftarına karşı değil, kendi taraftarımızın orda olmamasıdır.”
Lig Maçlarında Neden İstiklal Marşı Söylüyoruz?
On bir yılda futbol maçlarında “İstiklal Marşı söylenmesi” usulünü bile kaldıramayan iktidardan darbecilerin yaptığı Anayasayı değiştirmesini bekliyoruz.
Bilmiyorum dünyanın başka bir ülkesinde lig maçlarında istiklal marşı söyleniyor mu? 12 Eylül öncesi bizde de böyle bir usul yoktu, yani milli maçlar dışında futbol maçlarında İstiklal Marşı söylenmiyordu. Lig maçlarında İstiklal Marşı söylenmeye 12 Eylül generallerinden birinin emri ile başlandı. Sonra da bunu hiçbir iktidar değiştirmeyi düşünmedi.
Lig maçlarında İstiklal Marşı söyleme geleneğinin “teröre karşı duyulan öfkenin” bir sonucu olarak ortaya çıktığı iddiası asla doğru değil. Bu doğrudan İstiklal Marşı ile milleti terbiye etmeyi düşünen darbecilerin başlattığı bir gelenek. Hatta darbeden sonra üniversite öğretim üyeleri de hafta sonu ve hafta başında toplanarak topluca İstiklal Marşı söylemeye başlamışlardı.
Günümüz iktidarı da bunu değiştirmeye cesaret edemedi; belki de hoşlarına giden bir uygulama olarak sürdürüyorlar. Zaten değiştirmeye kalksalar da karşılarında muhalefeti bulacaklardır. Herkesten önce, Mamak’ta kendilerine İstiklal Marşı’nın bütün kıtaları zorla ezberlettirilen ve zorla İstiklal Marşı söylettirilen MHP’li politikacıları buna itiraz edecektir. Darbecilerin koyduğu bütün kurum ve kuralların savunucusu CHP’li politikacılar da maçlara gidip İstiklal Marşı söylemeye başlayacaktır.
Olaya aslında UEFA’nın müdahil olması gerekiyor. Yaptığımız iş spora siyaset katmanın tipik bir örneğidir.