Kürt sorununda çözüme yürüyen bir AK Parti ‘bedel ödemeyecek’. Aksine büyüyecek; bir şekilde kanın durmasını, barışın gelmesini, demokrasinin güçlenmesini, istikrarın yerleşmesini, ekonominin gelişmesini isteyen çok geniş bir kesim AK Parti’nin etki alanına girecek.
Oysa yaygın kanı, hükümetin Kürt açılımının ciddi siyasi riskler taşıdığı yönünde. Başbakan Tayyip Erdoğan da ‘bedeli ne olursa olsun demokratik açılımlara devam edeceğiz’ derken bunu kastediyor.
Ben de bu kanıdaydım. Nedeni basitti: Bu asırlık sorunun altından tek başına AK Parti’nin kalkmasını beklemek gerçekçi değildi. Sorunu AK Parti yaratmamıştı, çözümde de tüm siyasal grupların desteği, katkısı ve sorumluluğu olmalıydı. Ayrıca sürecin sonunda hem kazançları ve riskleri hem de sorumlulukları dağıtmak sonuca başarıyla varmanın bir şartı görülüyordu. Ama geçen birkaç haftada artık AK Parti hükümetinin CHP ve MHP desteği olmaksızın bile bu barış projesini sonuna kadar götürebileceğini düşünüyorum.
Öncelikle, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın herhangi bir model dayatmadan yürüttüğü temaslar çözümün arkasında muhalif partiler olmasa da geniş toplumsal kesimlerin varlığına işaret etti. İkincisi; muhalefetin bütün sertliğine rağmen ‘çözüm kanadı’ sağlam durdu. Barış ve kardeşlik fikri etrafında geliştirilmeye çalışılan politikaların tahminlerden öte destek bulduğu anlaşıldı. ‘Çözüm şimdi’ tarafı ahlaken, vicdanen ve siyaseten ‘savaşa devam’dan başka bir şey demeyen muhalefete üstünlük kurdu.
Dolayısıyla bu noktadan sonra ‘siyasi riskler’in abartılmaması gerektiğini düşünüyorum. Çözüme giden süreçte AK Parti ‘tarihin ve Türkiye’nin gidişini değiştiren parti’ olarak ‘reformist’ kimliğine yeniden kavuşuyor. CHP’li Gürsel Tekin bile herkesin aklından geçeni söyledi: Kürt sorununu çözen tarihe geçer.
Muhalefet ‘kurnaz’ bir siyaset izlemeye kalkıştı. Türkçü hassasiyetleri kaşıyarak siyaset yapmak en basit siyaset tarzıydı. Bunu yaparak sorumluluktan kaçtılar. Ama iki haftada yalnızlaştılar. Milletin her ferdinin derinden hissettiği bir soruna yokmuş gibi yaklaşmak anlamsızdı çünkü.
Hükümet ve çözüm tarafından ‘çözülmeler’ beklerken ‘çözümsüzlük’ siyaseti izleyenler arasından itirazlar yükselmeye başladı, özellikle de CHP’de. CHP’nin devletçi ve milliyetçi yaklaşımıyla MHP ile yarışması hem tabanında hem de tavanda rahatsızlık yarattı. Zülfü Livaneli bile bayrak açtı.
MHP’de çözümü destekleyenlerin sesleri ise duyulmuyor. Bunda şaşıracak bir şey de yok. Ancak genel başkan Devlet Bahçeli ‘Kürt çözümü’ne muhalefetin çıtasını o kadar yükseltti ki altında kalan ilk kişi kendisi olabilir. Mevcut doz milliyetçilikle Kasım Kongresi’ni atlatabilir; ancak milliyetçiliği ‘Kürt açılımına karşı muhalefetin şiddeti’ belirlemeye başlayınca artık Bahçeli’nin MHP’de kontrolü elinde tutması mümkün değil. Bahçeli’nin tek şansı Ergenekon soruşturması. Yoksa işi çok daha zor olacaktı. Şunu not ediniz; bundan böyle Bahçeli’ye parti içinden ve dışından gelecek muhalefetin ana gerekçesi ‘Kürt açılımına yeteri kadar sert muhalefet yapmadığı’ noktasında olacak. Bahçeli ne kadar sertleşse de muhaliflerini tatmin edemeyecek. Sonunda dağa çıkar mı bilmiyorum, ama partiden çıkarılma riski mevcut.
Sonuçta muhalefet partileri çözümün ucundan tutarak ‘Türkiye partisi’ olma fırsatını tepiyorlar. AK Parti ise %40-50’lik bir büyük kitleye hitap etmeye devam ediyor. Dahası AK Parti yeni açılımlarla şimdiye dek ulaşamadığı kesimlere de yaklaşırken CHP ve MHP en fazla %30’luk bir oy tabanı için birbirleriyle mücadele ediyorlar. AK Parti de bir kez daha değişimden, demokrasiden, özgürlüklerden, barıştan, kalkınmadan, dünya ile barışıklıktan yana bir parti olarak rakipsiz kalıyor gelecek seçimlere doğru…
Hülasa, çözüm sürecinde AK Parti için ne risk ne de ödenecek bedel var. Muhalefet düşünsün savaştan yana olmanın bedelini…
Zaman, 18.08.2009