Türkiye tarihinin belki de en önemli kırılma noktalarının birinden geçiyoruz, millet olarak darbeye direniyor, demokrasi destanları yazıyoruz. Bunları kimseye yaranmak için yapmıyoruz elbette; demokrasiye inandığımız için yapıyoruz. Geçmiş darbelerden çok çektiğimiz, aynı karanlık günlere tekrar dönmek istemediğimiz için yapıyoruz. En kötü demokrasi, en iyi darbeden daha tercihe değerdir diye düşünüyoruz, “darbenin iyisi yoktur” diyoruz. Genciyle yaşlısıyla, sağcısı solcusuyla, iktidarı muhalefetiyle bir millet sokaklarda, meydanlarda sabahlara kadar demokrasi nöbeti tutuyor, günlerdir 15 Temmuz gecesi tankların üstüne çıkmanın, darbeye direnmenin, demokrasiyi korumanın ve özgürlüklere sahip çıkmanın sevincini yaşıyoruz.
Bu arada dış dünya acaba bize nasıl bakıyor? Olan-biteni nasıl algılıyor, nasıl yorumluyor? Özellikle de her fırsatta demokrasi havariliği yapan, Türkiye’yi sık sık demokrasi eksiği nedeniyle eleştiren Batı dünyasında durum nedir diye merak ediyoruz. Görünen manzara, ne yazık ki, büyük ölçüde hayal kırıklığı. Batı basınının önemli bir kısmı gerçekten ibretlik, utanılası bir tarafgirlik ve çarpıtmacı yaklaşım içinde.
Bu çerçevede örneğin Middle East Eye’dan David Hearst, “Bir İphone Tankları Nasıl Devirdi” başlıklı (16.07.2016) yazısında dünyanın Türkiye’deki darbe girişimine tepkisini, Batının ikircikli tavrını yazmış, okunmaya değer bir yazı (http://www.middleeasteye.net/columns/how-iphone-defeated-tanks-turkey-1556177810). 15 Temmuz gecesi yaşadığımız o meşum darbe girişimine karşı daha en baştan hükümete ve Erdoğan’a destek veren sadece 3 ülkenin varlığına dikkatimizi çekiyor: Katar, Sudan, Fas. ABD dâhil birçok ülkenin gelişmeleri izleyip, ancak gidişatın yönü belli olduktan sonra tepki verdiğinin altını çiziyor.
Bu arada darbe girişiminin arkasında ABD desteği olduğu yönünde iddialar da var. Son zamanlarda ABD ile ilişkilerimizin hiç de iyi olmaması, Suriye krizi ve PYD konusundaki zıt görüşlerimiz, Muhammet Ali’nin cenazesine giden Erdoğan’a yapılan muamele, Pensilvanya’daki malûm zatın iade talebi karşısında ayak sürümeleri, Stratfor’un 15 Temmuz gecesi Erdoğan’ın uçağının güzergâhını twitter’da paylaşması vb. işaretlere bakılırsa, bu iddialar temelsiz de sayılmaz. Ancak bu başka bir tartışmanın konusu. Biz Batı basınının Türkiye’yi yanlış okuyan çarpık tavrına geri dönelim.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Türkiye’deki darbe girişiminin rapor edilmesi bağlamında Batı basınının önemli bir kısmı gerçekten ibretlik, utanılası bir tarafgirlik ve çarpıtmacı bir yaklaşım içinde. Bu yüzden Türkiye’de olup bitenler dünya kamuoyu tarafından çoğu defa olduğundan farklı algılanıyor. http://muslimmatters.org/2016/07/16/10-shameful-examples-of-western-media-reporting-on-turkey-coup/ (16 Temmuz 2016) adresinde Türkiye’deki darbe girişimini çarpık aksettiren 10 utanç verici örneğe işaret edilmiş. Neler neler yok ki? Bu değerlendirmede sıralanan veya sıralanmayan sözkonusu çarpık rapor etme örnekleri arasında, darbe girişimini Türkiye’yi İslamcı bir tehlikeden kurtarma çabası olarak görenler, Erdoğan’ı diktatör ve otoriteryen bir lider olarak lanse edip kullandığı “ihanet” sözcüğünü tırnak içine alanlar, ordunun “laik anayasanın garantörü” olduğunun altını çizenler, hükümetin meşruiyetini sorgular ifadelere yer verenler, darbenin başarılı olacağını “muhtemel” görenler var. Hatta daha da ileri gidip, Erdoğan’ın Almanya’dan sığınma talebinin reddedildiğini, bunun üzerine Erdoğan’ı taşıyan uçağın Londra istikametine yöneldiğini yazacak kadar bayağılaşmış yalancılar bile var…
Uzun lafın kısası, Türkiye’nin Batı’da ciddi bir imaj sorunu, Batı basınında Türkiye’ye karşı ciddi bir çarpık bakış ve algı sorunu var. Son tahlilde dünya kamuoyunu büyük ölçüde onlar yönlendirdiği için de, bu çarpıklığın Türkiye’ye maliyeti çok yüksek. Son derece haklı olduğunuz konularda bile dünya sizi haksız görüyor; dostlarınız azalıyor, düşmanlarınız çoğalıyor; kredi notunuz düşüyor, dışardan bulduğunuz finansal kaynakların maliyeti artıyor, vs. bir yığın olumsuzlukla karşı karşıya kalıyorsunuz. Bu bağlamda kanaatimce Türkiye’nin Batı basınındaki Türkiye aleyhtarlığıyla mücadele ve dünya kamuoyunu doğru bilgilendirme konusunda mutlaka bir şeyler yapması lazım. Alınabilecek tedbirler arasında şunları sıralamak mümkün:
- Hükümetin, Cumhurbaşkanlığıyla da koordineli olarak, sırf iç ve dış kamuoyundaki algı ve imajla ilgilenecek, taraflı, çarpıtılmış, yanlış ya da “algı operasyonu” niteliğindeki haber ve yorumları tarayıp bunlara cevap verecek, işin doğrusunu anlatacak bir “basın-imaj-enformasyon” birimi kurup, başına aklı başında cevval bir koordinatör getirip, onun altında da İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça, Arapça ve Çince bilen elemanlar istihdam etmesi,
- Yabancı dille yayım yapan televizyon ve radyo kanallarında bu konuları işleyen programlar yaptırmak,
- Washington, Berlin, Londra, Paris, Brüksel, Moskova ve Pekin gibi önemli başkentlerde bürolar açıp, nitelikli elemanlarla aynı işi yerel düzeyde yapması. Dış elçiliklerimizin imkânlarından bu konuda daha etkin bir şekilde yararlanılması,
- Avrupa’da yaşayan gurbetçilerimizin kurduğu sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapılması; bu kuruluşların bulundukları ülkelerde bir kamuoyu oluşturma ve karar mercileri nezdinde bir baskı grubu olarak faaliyet göstermesi için yardım ve yönlendirme yapılması,
- Darbe girişimine verilen OHAL tepkilerinde ölçünün kaçırılmaması, cadı avı görüntüsünün verilmemesi, soğukkanlı hareket edilmesi, sağlam kanıtlara dayanmayan toplu işten çıkarmalardan kaçınılması, cezalandırmaların mutlaka hukuk içinde kalarak ve adil yargılanma prosedürüne uyularak yapılması,
- Uzun vadeli olarak da, ülke olarak siyasi, iktisadi ve askeri gücümüzle daha uyumlu bir söylem ve onunla uyumlu bir dış politika izlenmesi. Uluslararası sistemi Doğusuyla Batısıyla aynı anda karşımıza almanın bugünkü koşullarda Türkiye’yi uluslararası camiada yalnızlaştırdığının ve işimizi her bakımdan zorlaştırdığının akılda tutulması. Yine tehditkâr söylemlerin bazı büyük uluslararası aktörleri Türkiye’yi zor duruma düşürecek kumpaslara veya terörist eylemlere destek veya cesaret verir hale getirdiğinin unutulmaması,
- Yukarıdaki önerileri tamamlar şekilde, hükümetin son zamanlarda dile getirdiği “düşman azaltıp dost artırma” politikalarının içinin doldurulması, bu yönde kararlı adımlar atılması. Bu bağlamda Rusya ile ilişkilerin bugünlerde yumuşatılması takdire değer bir girişimdir. Aynı yumuşama sürecinin başka ülkelere de teşmil edilmesinde yarar vardır.
Ak Partinin iktidara ilk geldiği yıllardaki gibi daha reformcu, değişimci, özgürlükçü, hem içeriyle hem de dışarıyla barışmaya yönelik yapıcı bir söylem ve bununla uyumlu eylem ve politikalar çok daha akıllıca olacaktır. 15 Temmuz darbeye karşı direniş sürecinde oluşan milli birlik ve toplumsal dayanışma ortamı yapıcı söylem, değişimci ve barışçı politikalara dönmek için bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.