Biz aslında bir sistem tartışması yapmıyoruz.
Sorunu kişiler üzerinden, daha doğrusu bir kişi üzerinden tartışıyoruz. Erdoğan’ı sevenler ve sevmeyenler olarak bölünmüş bir tartışma bu. Erdoğan’ı sevip de başkanlık sistemine karşı olanlara veya sevmeyip de başkanlık sistemini savunanlara pek rastlamıyoruz.
Öte yandan, hükümet sistemlerine abartılı bir iyilik veya kötülük atfediyoruz. Ülkedeki egemenlik ilişkilerinden, siyasi kültürün etkisinden ve diğer faktörlerden bağımsız bir hükümet sistemi tartışması yürütüyoruz.
Başkanlık sistemine sihirli değnek gözüyle bakmak yanlış. Parlamenter sistem de bizim alın yazımız veya Türklerin Ötüken Yaylasından getirdiği bir hükümet sistemi falan değil.
Tartışamama sorunumuzun bir parçası da, Ak Parti’nin nasıl bir başkanlık sistemi istediğini hala netleştirmemiş olması.
“Türk tipi” başkanlık istiyor eleştirileri yapılıyor. Bu da doğal olarak insanlarda, ne olduğunu bilmedikleri bir yola girme kaygısı uyandırıyor.
Nitekim 7 Haziran sürecinde, nasıl bir başkanlık sistemi istendiğine dair bir model veya öneri sunmadan, seçim öncesinde avantajları ve dezavantajlarıyla onu tartışmadan genel bir başkanlık savunusu yapmanın yanlışlığı görüldü. Muhtevası somutlaştırılmamış bir başkanlık vaadi, “Türk tipi başkanlık” iddiaları veya “Erdoğan tek adam olmak istiyor” suçlamalarıyla birleştiğinde, hem Ak Parti’ye oy kaybettirdi, hem de sistem yine tartışılmamış oldu.
Bir Yöntem Önerisi
Yapılması gereken, başkanlık sistemini bir sivil anayasanın parçası olarak tartışmaktı. Hala da yapılması gereken bu gibi görünüyor bana.
Çünkü hükümet sistemi ne olursa olsun, ülkenin doğru dürüst bir anayasaya ihtiyacı olduğu açık.
Devleti birey haklarıyla sınırlandırmak, sınırlı ve sorumlu bir iktidar, vesayeti önleyici tedbirler almak, orduyu demokratik hukuk devletlerindeki yerine koymak gerek.
Geçtiğimiz aylarda, konuyu tartıştığımız bir panelde, ben bu önceliklerimi dile getirdiğimde, Prof. Dr. Burhan Kuzu da başkanlık sisteminin, bunlara ulaşmanın da asıl yolu olduğunu vurguladı.
Burhan Hoca başkanlık sisteminin sağlayacağı bazı avantajlar konusunda haklı olabilir, ama bu beklenen avantajların tahakkuku da, nasıl bir başkanlık sisteminin istendiğinden bağımsız değil.
Ak Parti’ye düşen, nasıl bir başkanlık istiyorsa onu bir an önce somutlaştırıp halka arz edip tartışılmasını sağlamak olmalı.
Amerikan tipi değil de Türkiye tipi olması tek başına yanlış değil. Yeter ki, buradaki Türkiye’den kasıt, ülkeye özgü ama sistemi bozmayacak bazı modifikasyonlarla yetinmek veya “rasyonelleştirilmiş başkanlık sistemi” ile hükümet kilitlenmesini önleyecek bazı mekanizmalar ihdas etmekten ibaret olsun.
Geçiş Sürecini Yönetmek
Sahici bir tartışma yapılıncaya kadar dikkat edilmesi gereken bir husus da Türkiye’deki hükümet sisteminin yetki ve sorumluluk paylaşımı bakımından arz ettiği dengesizliğin, sorun çıkarma potansiyeli.
Parlamenter sistem ile yarı-başkanlık sistemi arasındaki bugünkü kararsız denge, cumhurbaşkanı ile başbakan arasında görev ve yetki açısından sınır ihtilaflarına sebebiyet verebilecek bir nitelik taşıyor.
Bu yüzden de, başkanlık sistemine geçilinceye veya parlamenter sistem içinde yetki ve sorumluluk dengesini sağlayacak yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar, bu geçiş sürecinin, krize yol açmadan nasıl atlatabileceğini konuşmamız gerek.
İnsan onuruna dayalı özgürlükçü bir anayasanın içinde, yürütmeye abartılı yetkiler öngörmeyen ve bu sistemden beklenen asıl avantaja, yani gerçek kuvvetler ayrılığına yer veren bir başkanlık sistemini önermek, ülkedeki iklimi yeniden ılımlı hale getirebilir.
Böyle bir anayasanın referandumda kabul edilmesi veya daha geniş bir mutabakatla kabul edilmesi de daha fazla mümkün olur.
Yeter ki bir an önce konuşmaya başlayalım. Ama sahiden sistemi konuşalım.
Yeni Yüzyıl, 25.04.2016