Türkiye yıllardır AB kapısında bekletiliyor. Tam üyelik hedefi yaklaşmış göründüğü anlarda birden uzaklaşıyor, adeta hayale dönüşüyor. Türkiye’den on yıllar sonra AB’ye üyelik yoluna çıkan ve AB’nin ilan edilmiş ölçütlerine Türkiye’den kat kat uzak olan (Bulgaristan, Romanya gibi) ülkeler çoktan AB üyesi oldu. AB onlara gösterdiği anlayış ve desteği Türkiye’den esirgiyor. Üyeliği ufukta gözüken ve AB’ye katılan bir Türkiye’nin AB kriterlerini sağlamada çok daha elverişli bir durumda olacağını ve üyeliğin Türkiye kadar hatta daha fazla AB’ye fayda sağlayacağını AB liderleri bir türlü görmüyor.
Biz Türkiye’nin AB üyeliğini tartışırken AB ne durumda? Yere sağlam basıyor mu? Geleceğe emin adımlarla yürüyor mu? Yoksa varlığını korumasına ve geliştirmesine engel olacak sorunlarla mı yüz yüze?
Bir süre önce yayınlanan, Ian Kearns tarafından kaleme alınmış olan Collapse: Europe After the European Union (Çöküş: Avrupa Birliği’nden Sonra Avrupa) adlı kitap AB’nin geleceği hakkında karamsar bir tablo çiziyor. Daha doğrusu, alarm zilleri çalıyor. İngiliz yazar David Conway’in kitapla ilgili bir değerlendirme yazısından yararlanarak bu kitabın tezlerini özetlemek ve sonra bazı değerlendirmeler yapmak istiyorum.
Ian Kearns’a göre Avrupa Birliği’nin dağılması ve yerinin kıtadaki ekonomik ve politik durumu daha kötüye götürecek bir anarşik düzen tarafından alınması kuvvetli bir ihtimâl. Bu çöküş hem 500 milyonu aşkın AB sakini hem de tüm dünya için kötü haber. Bunun vuku bulmamasını dilemeliyiz ama gerçekleşmesi gayet yakın.
Kearns AB’ye yönelik tehditleri dış ve iç tehditler-tehlikeler (bu iki kelimeyi aynı anlamda kullanıyorum) olarak ikiye ayırıyor.
Ana dış tehditler Beyaz Saray’ın ve Kremlin’ in sakinlerinden, yani D. Trump ve V. Putin’den kaynaklanıyor. Diğer dış tehdit, Avrupa’nın çok sayıda kanunlara harfiyen uyan Müslümanına karşılık, savaşla alt üst olan Ortadoğu’dan ve Kuzey Afrika’dan AB’ye giren az sayıdaki cihatçı.
Yazara göre Trump ABD için kötü haber. Trump NATO’yu çağ dışı bulduğunu söyledi. AB’yi açıkça reddetmedi fakat ona karşı tavrı da epeyce hasmane. Trump ekonomik korumacılıkla flört ediyor ve Avrupa’yı NATO harcamalarında payını ödemesi ve yükseltmesi için zorluyor. Bu yüzden Trump AB için bir tehdit.
Diğer ana dış tehdit AB’nin hemen yanı başından, Rusya’dan geliyor. Rusya devlet başkanı Vladimir Putin de AB’ye karşı askerî ve gayri askerî araçlarla bir tür savaş yürütüyor. Putin’in gayesi bir askerî çatışmaya girmeden AB’nin iç istikrarını bozmak ve etkisini azaltmak.
Kearns’a göre Müslümanların AB’ye akması da AB için problemler yaratıyor. Müslüman göçmen dalgaları AB halkında korku yaratıyor ve hoşgörüsüzlüğü besliyor. Bu yüzden ırkçı, ayrımcı partiler doğuyor ve yükseliyor. Göçmenlerin sayısı hızla artarsa ve/veya daha önce benzeri görülmemiş terör saldırıları vuku bulursa AB’nin temel ilkelerinden-değerlerinden bazıları saldırıya uğrayacak ve yara alacaktır. Özellikle seyahat özgürlüğü. Bu yüzden, güneyden gelen dalga AB üzerinde yıkıcı bir etkide bulunabilir.
AB’ye yönelik tehditler-tehlikeler yalnızca dıştan gelmiyor. İçten kaynaklananlar da var. 2008 bankacılık krizi AB’nin bütünlüğünü sınadı ve zayıflattı. Bu krize karşı alınan tedbirler doğruydu ve tüm AB bölgesinde ekonomik tabloyu iyileştirdi. Ancak, kriz Yunanistan’da sosyal güvelik ağının çökmesine ve fakirliğin zirveye tırmanmasına neden oldu. Yunanistan, aynı zamanda, yabancı düşmanlığında ve yabancılara karşı ırkçı saldırılarda bir artışı besleyen güçlerle karşı karşıya. Ortadoğu’da savaştan ve fakirlikten kaçan insanlar AB’ye giriş kapısı olarak Yunanistan’ı kullanmaya çalışıyor.
Son zamanlarda yabancı düşmanı saldırılar bütün Avrupa’da arttı. Bu AB halkında AB’nin imtiyazlı bir azınlığın çıkarına mı yoksa tüm halkın çıkarına mı çalıştığı yolundaki şüpheleri artırdı. Bunun da tesiriyle AB birkaç iç sorunla karşı karşıya. İç sorunlar ekonomik kırılganlıktan göçmen krizine, milliyetçi popülizmin yükselmesine kadar bir yelpaze teşkil ediyor. Bunlar da AB’nin düşüşünü tetikleyebilir.
Ekonomik alanda potansiyel ekonomik tetikleyiciler, AB’nin büyük üyelerinden birinde, muhtemelen İtalya’da, ülkenin AB’den ayrılmasına yol açacak, yeni bir ekonomik resesyon ve finansal kriz olabilir. Politik alanda potansiyel riskler var. AB’nin Fransa veya İtalya gibi üyelerinde Avrupa-şüpheci bir popülist kırılma ve İspanya gibi ülkelerde -İspanya’nın şimdi Katalonya’da karşılaştığı gibi- ayrılıkçılık krizinin çıkması ve bu krizin tüm AB’yi etkilemesi (AB’ye yayılması) çöküşü başlatabilir. Türkiye ile AB arasındaki kırılgan göçmen anlaşmasının bozulması ve Fransa Başkanı Macron’un savunduğu türden bir malî birlik teşebbüsünün siyasî başarısızlığı da AB’yi menfî etkileyecek faktörler arasında yer alabilir.
İç ve dış etkilerle AB’nin parçalanması, Kearns’a göre, Avrupa ülkelerinin birlikte çalışma kapasitelerine ağır darbe indirir. Daha kötü durumlarda Kıta’yı tekrar eskiden yaşanmış olanlara benzer çatışmalara sürükleyebilir.
Kitabı değerlendiren David Conway tabloyu o kadar umutsuz görmüyor. Kendisi İngiltere’nin AB’den ayrılmasından memnuniyet duymasına rağmen AB’nin yakında ve hızla çökeceğine inanmıyor. Conway’e göre Trump’ın AB’yi NATO masraflarına daha yüksek oranda katılmaya zorlaması da yerinde. Zira ‘bedava battaniye’ (yani bedava savunma) yok ve AB’nin içinde yer aldığı Batı ortak savunmasında üstüne düşen payını ödemesi iyi bir şey. Conway’e göre, AB ile ABD arasındaki gümrük vergisi çekişmesi de iki ticaret bloku arasında büyük bir gümrük vergisi indirimi müstakbel anlaşmasının bir işareti gibi görülebilir. Göçmen problemiyle meşgul olmada da AB daha etkili ve işe yarar yollar bulabilir. AB’nin her bakımdan daha iyi bir performans göstermesi mümkün. Bunun için önce Kearns’ın savunduğu sosyal demokrat Keynesyenizmden vazgeçmesi ve kendisini daha gayretli ve gerçekçi şekilde yeniden yapılandırmaya çalışması lâzım.
Benim görüşlerime gelince şunları söyleyebilirim: AB, göçmen akımını daha ziyade Müslüman göçü gibi görmekle ve sadece problem yarattığını düşünmekle yanılıyor. Göçmenler sadece Müslüman değil. Ayrıca, göçmenler uzun vadede problem olmaktan ziyade birçok problemin çözümün parçalarından biri. Savunmada sırtını ABD’ye dayamaktan vazgeçmeyen, kendi savunmasının yükünü üstlenmek istemeyen ve askerî gücü olmayan bir AB asla gerçek bir dünya gücü hâline gelemez. Türkiye’nin AB üyeliği de Türkiye’den çok AB’ye katkıda bulunur.
AB’nin istikbali çok parlak görünmüyor. Gidişi tersine çevirmek zor ama mümkün. AB bu kurtulma ve konsolide olma sürecini Türkiye’yi tam üyeliğe kabul etmekle başlatabilir. Bunu yapabilecek cesarete ve ferasete sahip mi, göreceğiz.
Yeniyüzyıl, 21 Mart 2019