Yazının başlığının yanlış bir izlenim uyandırmasını istemem, bu nedenle, daha baştan, pozisyonumu açıklamakta fayda görüyorum. Atatürkçüleri aciz, kendi problemlerinin üstesinden gelemeyen, zavallı insanlar olarak görmüyorum. Birçoğunun meslek sahibi, çalışkan, dürüst insanlar olduğunu biliyorum. Yazının başlığıyla kastettiğim, onların siyasî felsefedeki ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak günlük hayattaki açmazları. Bu açmazlar Atatürkçülerden daha geniş bir çevreyi etkileyen birçok kötülüğün kaynağı. Bu yüzden, Atatürkçülerin siyasî felsefede bir açılım yapmasına yardımcı olmak onlar yanında başkalarına ve tüm memlekete fayda sağlayabilir.
Atatürkçüler herkesin Atatürkçü olması gerektiğini düşünüyor. Bu hem imkânsız hem anlamsız. Ülkede CHP Atatürkçülüğü anlamında Atatürkçü olmayanlar da var ve kesin olarak sayıları Atatürkçülerden fazla. O zaman Atatürkçülerin şunu kabul etmesi gerek: Başkalarının onları zorla Atatürkçü olmaktan çıkarmaya, onların da diğerlerini zorla Atatürkçü yapmaya hakları yok. Bu yüzden, Atatürk’ü sevmeyeni ‘hain’, ‘Atatürk ilkelerini’ ve ‘inkılaplarını’ çeşitli açılardan eleştirenleri ‘satılmış’, ‘hain’, ‘cahil’ olarak görmekten vazgeçmeliler. Başkalarını hainlik, satılmışlık ve cahillikle itham edenler elbette kendilerini benzer ithamlarla karşılaşmaya mahkûm ve muhataplarını aynı lisanla onlara cevap vermeye mecbur ederler.
Atatürkçüler Atatürkçülüğün uygarlığın yegâne yolu olduğunu iddia etmeyi de bırakmalı. Dünyanın toplam nüfusu içinde Atatürkçüler pek az. Atatürkçülük Türkiye dışında hiçbir ülkenin resmî ideolojisi değil ve Türkiye’den hem daha zengin hem daha özgür ülkelerin hiçbiri Atatürkçü değil. Bu gerçek de uygarlıkla Atatürkçülük arasında zorunlu bir ilişki olmadığını göstermekte.
Atatürkçülük ve Atatürkçüler ne yazık ki son yirmi-otuz yılda neredeyse hiçbir fikrî gelişme kaydetmedi. Kolektivist akımlar yaşamaya devam ederken daha bireyci ve özgürlükçü eğilimlere sahip muhafazakârlar, liberaller onları sollayıp geçti. Atatürkçüler kendilerinin üstün olduğunu zannediyor ama bugün önde gelen bir liberalle tartışabilecek çapta bir Atatürkçü bilim ve fikir insanı yok. Sanatçı Atatürkçüler de aynı açmazda. Atatürkçülükleri koyulaştıkça yaratıcılıkları azalıyor sanki. Çünkü Atatürkçüler bir bakıma zekâ, hayal ve yaratıcılık güçlerini muhayyilelerindeki Atatürk ile sınırlıyor. Her meselede nihaî referans ve reddedilemez kaynak olarak ona başvuruyor. Bu, aynı zamanda, egemen biçimiyle, Atatürkçülüğü, niyetleri belki de öyle yapmak olmasa bile, kaçınılmaz olarak, dogmatik bir inanca dönüştürüyor.
Atatürkçüler hayat tarzlarının bastırılmasından endişe ediyor. İster somut olgulara ister temelsiz korkulara dayansın bu endişeler ciddiye alınmalı. Atatürkçüler hayat tarzlarından dolayı kimseye hesap vermek, birilerinin hatırı veya mutluluğu için yaşama biçimlerini değiştirmek zorunda değil. Onlar asla ikinci sınıf vatandaş olarak görülemezler. Atatürkçülerin hayat tarzına yönelik her saldırıya hak ve özgürlüklere saygı gösteren herkesin şiddetle karşı çıkması gerekir. Ancak, Atatürkçülerin -en azından bazıları- kendilerinin istediği saygıyı başkalarına göstermekte çok cimri. Tam da tersine, kendi hayat tarzlarının korunması için başkalarının kamu zoruyla kendilerine benzetilmesini veya iyice bastırılmasını istiyorlar. Bu büyük bir çelişki ve ahlâkî bir zaaf. Saygı görmek isteyen saygı göstermek zorunda. En iyi formül, devletin hiçbir hayat tarzını dayatmaması. Farklı hayat tarzı sahipleri ancak bu ilke -yani kamu gücünün bir hayat tarzını teşvik etmek veya bastırmak için kullanılmaması- üzerinde mutabakat sağlayabilir.
Atatürkçüler herkesi Atatürkçü olmaya zorlayarak toplumu hem geriyor hem bölüyor. Atatürk’ü de bayrak ve marşlar gibi millî sembolleri de sekteryenleştiriyor ve siyasî ve sosyal anlamda araçsallaştırıyor. Siyaseti günün ihtiyaçlarına cevap veren formüllere dayandırmak yerine muhtevası ve zenginliği asla tam olarak açıklan(a)mayan bir Atatürkçülük ile başlatıp yine onunla bitiriyor. Bu yüzden Atatürkçülerin pozisyonları hep anakronik. Atatürkçüler sanki bedenen bugünde fikren ve ruhen geçmişte yaşıyorlar.
Bir diğer hataları demokrasiyi değil cumhuriyeti, genellikle demokrasi pahasına, öne çıkarmaları. İlk kurulduğu yıllarda cumhuriyet üzerindeki bu vurgu belki anlaşılabilirdi, bugünse tamamen anlamsız. Demokrasi ile taçlanmamış cumhuriyet despotizmdir. Bu yüzden, ikide bir tek parti cumhuriyetine atıf yapmaları, hatta bir bütün olarak veya sektör sektör o dönemdeki politikalara dönüşü istemeleri arkaik bir tavır. Tek parti döneminin mirası tek parti diktatörlüğü, temel hak ve hürriyetlerin yokluğu, siyasî yönetimin halka dayanmaması, demokratik ve yarışmacı seçimlerin olmaması, ifade ve din özgürlüklerinden mahrumiyet, sınırlı girişim özgürlüğü ve iktidarın hiçbir şekilde halk tarafından hesaba çekilemezliğiydi. Bugünün dünyasında ve ülke olarak onca tecrübemizden sonra böyle bir modeli ulaşılması gereken bir ideal sayabilir miyiz?
Atatürkçüler böyle yapmakla bir bakıma tarihi dondurmaya teşebbüs ediyor. Ne var ki, tarih donmuyor, buna teşebbüs edenler donuyor. Atatürkçülük modern demokrasinin ne temeli ne de ana çerçevesi olabilir. Ana özellikleri liberal ideoloji tarafından belirlenen bir anayasal demokraside Atatürkçüler elbette var olacaktır, olmalıdır, ama Atatürkçülüğün resmî ideoloji olduğu ve toplum üzerinde ideolojik tekel kurduğu bir yerde demokrasi var olamaz ve yaşayamaz. Türkiye’de demokrasinin bir türlü istediğimiz ölçüde gelişememesinin önündeki engellerden biri bu olmasın?
Son olarak, Atatürkçülüğün ona inananlara, bağlananlara psikolojik etkilerinin ve maliyetlerinin olduğunu düşünüyorum. Çoğu Atatürkçü aslında iyi insan. Ancak, yanlış siyasî felsefe onların iç huzurunu kaçırıyor. Devamlı tedirgin olmalarına, bir daimî savaş psikolojisi içinde yaşamalarına, gereksiz savunma ve saldırı psikozları geliştirmelerine, rakiplerinden nefret etmelerine yol açıyor. Bu, kendilerine çok zarar veriyor. Ancak, onlar gibi Atatürkçü olmayanlara ve dolayısıyla tüm ülkeye de gereksiz bir maliyet bindiriyor.
Atatürkçüleri rahatlatmak, korkularından kurtarmak için Atatürkçü olmayanlar onlara karşı uygun bir dil kullanmalı ve onları ötekileştirmemeli. Ancak, Atatürkçüler de bu sıkıntılardan kurtulmak için çaba sarf etmeli. Dünya görüşlerini genişletmeli, bilgi kaynaklarını zenginleştirmeli, ideolojik çoğulluğun olağan olduğunu kavramalı. Atatürkçülüğü herkesi zorunlu olarak ve tek biçimde kapsayan, hangi siyasî parti iktidara gelirse gelsin devamlı iktidarda kalması gereken bir ideoloji olarak değil sadece kendi ideolojileri olarak görmeyi, onu kimseye dayatmamayı ve ideolojik çoğulluk ortamında alternatif ideolojilerle rekabet içinde kalmasını kabullenmeli. Bunları yapabilirlerse kendileri de Türkiye de çok rahatlar, yapmamaları veya yapamamaları hâlinde yukarıda işaret edilen problemler yaşamaya devam eder.