PKK saldırıları herkesin kimyasını bozuyor. Bu kaçınılmaz da; insanlarımız ölüyor, acı kavuruyor yürekleri. Tepki göstermemek, isyan etmemek çok zor.
Ancak bilelim ki PKK bizim ‘duygusal’ patlamalarımızla ortadan kalkmayacak. Mücadele akılla, sağduyuyla, serinkanlılıkla yapılmak zorunda.
PKK savaş istiyor, biliyoruz. Bunda şaşılacak bir şey de yok; bir terör örgütü başka ne isteyebilir ki zaten? Önemli olan bizim ne istediğimiz. Barış olsun, kardeşlik devam etsin, özgürlük ve hukuk galip gelsin diyorsak tepkilerimizde ve çağrılarımızda ölçülü olmak zorundayız.
Öncelikle kimsenin aklından çıkarmaması gereken hakikat şu; mücadele Kürtlere değil PKK’ya karşı. Açık söyleyelim, bu ayrımı yapmayanlar PKK’yı bütün ‘Kürtlerin temsilcisi’ konumuna çıkarırlar. PKK bütün taciz ve saldırılarına rağmen Kürtleri PKK’lılaştıramamışken öfkeli ve acılı Türkler bunu yapmamalı. PKK tüm Kürtleri temsil etmez, edemez, eder hale gelemedi bütün iddialarına ve şiddet gösterilerine rağmen. Durum böyleyken halkın ve devletin tüm Kürtleri PKK’lı gibi görmesi çok vahim bir hata olur. Ancak PKK’yı mutlu eder böyle bir yaklaşım. Unutulmamalı, son 12 şehitten birisi de bir Kürt genci… Acı ortak, kader de…
Zaman, Kürtleri PKK’ya doğru itmek değil, aksine PKK’yı Kürtlerden ayrıştırmak zamanıdır. Böylesine anlamsız bir şiddet politikasıyla sadece güvenlik güçlerine değil kendi halkına, halkının çocuklarına da zarar veren bir örgütü kimse savunamaz. Son bir aydır PKK’nın yürüttüğü şiddet eylemlerinin hiçbir zemininin, gerekçesinin ve meşruiyetinin olmadığını Kürt siyasal hareketinin içindeki insanların bile çoğu biliyor. Dolayısıyla bu saldırılar PKK’nın hem Kürt siyasetçileri hem de Kürt halkı nezdinde ‘gayri meşru’ ve ‘zararlı’ bir örgüt olduğunun tesciline doğru bir dönüm noktası olabilir. Hedef PKK’dır, Kürtler değil.
Eğer bütün Kürtleri PKK’nın kucağına atmak istemiyorsanız ‘açılım ve kardeşlik projesi’nden vazgeçemezsiniz. PKK ile mücadelede en etkili ‘yöntem’ budur. Çünkü demokratik siyaset varsa, şiddetin siyaseten kullanımı meşrulaştırılamaz. Açılım ve kardeşlik projesinin varlığı ve devamı Kürt siyasetine şiddet katanları yalnızlaştıracak en ciddi tedbirdir. Şiddetin hiçbir zemininin, gerekçesinin, anlamının olmadığını, kalmadığını en iyi ifade eden ‘açılım’ın devam etmesidir.
PKK bunun farkında. O yüzden de asıl mayını ‘açılım ve kardeşlik projesi’nin altına döşüyor. Son saldırıyla hükümeti provoke ederek bu ‘sorunundan’ kurtulmaya çalışıyor. İşin garibi sadece Ergenekon muhipleri değil, bazı demokrat bildiğimiz milliyetçi, muhafazakâr ve İslamcı isimler de PKK’nın şiddet eylemlerini artırmasını hükümetin ‘açılım ve kardeşlik’ projesiyle ‘yumuşak bir siyaset’ gütmesine bağlıyorlar. Otuz yıldır akan kanı durduracak en önemli mekanizmayı hemen etkisizleştirmeyi öneriyorlar. Anlamaları gereken şu; terör örgütü bir gün yenilecekse bu, Kürt halkıyla birlikte yapılacak, Kürt halkını PKK’ya mahkum ederek değil.
Hükümet şimdiye kadar denenmeyeni denemeli; açılım politikalarıyla PKK’ya karşı askerî tedbirleri birlikte götürmek. Başka çaresi yok. Kürtlerin yarısından fazlasının oyunu alan bir hükümet bunu yapabilir ve yapmalı. Türkiye’yi bir otoriter bir ‘güvenlik devleti’ haline getirmeye çalışanlara kulak vermemeli.
Kandil 1990’larda da bombalandı, Kuzey Irak’a defalarca sınır ötesi operasyon yapıldı. Hatta daha fazlası yapıldı; köyler boşaltıldı, ormanlar yakıldı, DEP’liler cezaevine konuldu. Sonuç; sorun çözülmedi. Aksine tüm Türkiye sathına yayıldı.
Şimdi hükümetin elinde ‘demokratik açılım ve kardeşlik projesi’ var. Büyüyen, güçlenen, dünyada itibarı artan bir Türkiye var. 1990’lara istesek de dönemeyiz. ‘Yeni Türkiye’de meşruiyet zemininden çıkan bir devlete kim razı olur?
PKK’yı devlet değil Kürtler bitirecek. Bunun yolu da ‘demokratik açılım’dan geçiyor. O yüzden asıl ‘mayın’ açılım siyasetine karşı döşeniyor. AK Parti hükümeti ve ‘milliyetçi-muhafazakâr’ aydınlar bu tuzağa düşmemeli.
Zaman, 19.08.2011