Oysa bir şey olduğu yok. Her şey bir algı savaşı. BDP’nin“Özerk yönetim kurduk, kuruyoruz” söylemi de öyle, Yeniçağ’ın “bölündük, bölünüyoruz” gürültüsü de…
İşin aslını, Altan Tan bir cümleyle özetlemiş: “Aldığımız oy oranı özerkliğe yetmez.”
Ve durumu rakamlarla ortaya koymuş:
“BDP+HDP yüzde 6,5 oy almış. Bu ne özerkliğe yeter ne de Kürdistan’ın statüsünün daha da belirginleştirilmesine. Kürdistan’ın tamamı diye 16 şehre baktığımızda, AKP 1 milyon 830 bin, biz 1 milyon 845 bin oy almışız. Demek ki siz tek başınıza bir özerklik filan ilân etme durumunda değilsiniz.”
Ben de, yerel seçim sonrasında yaptığım değerlendirmede ortaya çıkan tabloyu benzer bir şekilde okumuştum:
“Bu tablonun anlamı şudur: Bu bölgenin Türkiye’nin bütünüyle nasıl bir idari ilişki içinde olacağını, merkezi yönetimden ne kadar özerk, ne kadar bağımlı olacağını belirleyecek olan şey, söz konusu partilerin istekleri ya da niyetleri değil, seçimlerin gözler önüne serdiği siyasi-sosyal yapıdır.
Düşünün ki, Kürt siyasi hareketinin merkezi konumundaki Diyarbakır’da bile halkın yüzde 55’i BDP’yi, yüzde 35’i AK Parti’yi destekliyorsa, bu iki seçmen tabanından herhangi birinin onay vermediği herhangi bir modelin uygulanma şansı yoktur. Demek ki sonuçta o şehirde nasıl bir yerel yönetim uygulaması yapılacağı demokratik müzakere ve konsensüsle belirlenecektir.”
Arzulanan ve mümkün olan
İşin aslı şu ki, gerek Altan Tan’ın gerekse benim yerel seçim sonrası ortaya çıkan tablo üzerine yaptığımız bu analiz, sadece bugün değil bölgede çok uzun bir zamandır geçerli olan bir gerçeğe dayanıyor.
O bölge iddia edildiği gibi “PKK’nın hakimiyet alanı” olan bir bölge değil. BDP-PKK da Kürtler’in tek temsilcisi değil. Uzun zamandan bu yana Kürt bölgesinde geniş kitle tabanına dayanan ve dolayısıyla ciddi temsil gücü olan iki siyasi güç var: AK Parti ve PKK-BDP…
İşte, liderlerin bugün özerklik, yarın federasyon ya da bağımsız devlet arzularının gelip toslayacağı zemin bu. Demirtaş’ın, Gültan Kışanak’ın ya da Sabri Ok hayali, niyeti, arzusu ne olursa olsun; bölgenin gelecekte alacağı şekli tabandaki bu siyasal harita belirleyecek.
Benim asıl şaştığım şey, bu siyasal gerçeğin nasıl olup da bu kadar zor anlaşıldığı… Hayatları siyasetle geçmiş koca koca insanların “durum tahlili” yaparken hâlâ gözlerini kitlelerin durumuna değil siyasi aktörlerin niyet ve arzularına dikmeleri…
Harita ne şartlarda değişir?
Peki bu siyasal harita değişemez mi?
Elbette değişebilir. Eğer AK Parti çözüm süreci konusunda ciddi bir hayal kırıklığı yaşatırsa, süreç esas olarak iktidarın hataları yüzünden çökerse; eski devlet reflekslerine dönüş işaretleri ortaya çıkarsa, o zaman elbette geniş kitlelerin birlikte ve eşit ilişkiler içinde yaşama umutlarında da çöküş olur ve formu ne olursa olsun ayrılık fikri güçlenir. Aynı şekilde, eğer BDP-PKK çizgisi yapıcı davranmaz ve çözüm sürecini baltalayıcı bir tutum içine girerse, o zaman da onun tabanı erozyona uğrar ve siyasal harita değişir.
Ama süreç devam ettiği, temel haklarda iyileşme ve daha ademimerkeziyetçi bir yerel yönetime doğru gidiş sürdükçe iki parti de bölgedeki güçlerini korurlar ve “birlikte yaşama” formülleri ağır basar.