Bilgiler toplanmış, planlar geliştirilmiş, elemanlar belirlenmiştir. ‘Düşman’a operasyon yapılacaktır. Hedef, gayet tabii, ‘düşman’ı imha etmektir. Kurmay ekip, hazırlıkları ve planın inceliklerini arz eder ‘komutan’a. Komutan cevap verir; ‘bitirin işlerini’…
İşi bitirilecek olan ‘düşman’, halkın seçtiği hükümettir; iş bitirici silah, dezenformasyon, saha ise internet âlemi… Yalanlar uydurulur, sahte isimlerle yazılar yazılır, hakaretler yapılır.
Tamam, bunları yaptınız, bari biraz ‘kurmay zekâsı’ kullanın; maşalarınız olsun, gizli ekipler oluşturun vs. ki yarın bir ‘sızma’ olduğunda ihale üzerinizde kalmasın. Siz maşallah ‘cesaret’ timsalisiniz. Kendi hükümetinize ve halkınıza yönelik her normal ülkede suç sayılacak işler için resmî ‘andıçlar’ hazırlıyor, bunları ‘komutanlara arz ediyor’, arşive koyuyorsunuz. Sonra da içinizden biri, bunları bir çuvala doldurup Taraf Gazetesi’ne gönderiveriyor.
Önce inkâr ettiniz, “Başbakanlık yetkilendirdi” dediniz, gizlice belgeleri imha ettiniz. Ardından itiraflarınız geldi, suçu da alttaki garibanlara attınız, ama yetmedi. Herkes ’emir komuta zinciri içinde’ kendilerine verilen işi yaptığını söylüyordu. İşi veren de ‘komutan’dan başkası değildi.
Kimdi bu komutanlar? İki eski Genelkurmay başkanı: Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ. Böylece bu iki ismin dönemleri boyunca neden hırçın, saldırgan ve tehditkâr sayısız konuşma yaptıklarını anladık. Meğer kendi hükümetlerine ve halklarına karşı ‘operasyon’ içindelermiş.
28 Şubat sürecine ‘post modern darbe’ demelerinin sebebi anlaşıldı. General İlker Başbuğ, boşuna konuşmalarında ‘post modernizm’ diskurları çekmiyor, gönüllü iletişim uzmanları çalıştırmıyormuş. Kendi seçilmiş hükümetlerine karşı ‘savaş’ yürütmek için gerekiyormuş bütün bu ‘post modern’ veya ‘konvansiyon dışı’ araçlar.
Bildiğimiz eski Türkiye’de modern, ilkel veya post modern darbeler yapılır, kimsenin de gıkı çıkmazdı. Generallerin planlarından veya eylemlerinden dolayı yargı önünde hesap vermeleri düşünülemezdi bile. O yüzden fütursuz, yaptıkları yasa dışı işleri bile ‘resmiyete’ döken bir askeriyemiz vardı; Balyoz Seminer Planı, İrticaya Karşı Eylem Planı, Lahika, Andıç vs…
Sonuçta karargâh askerliği ‘siyasal operasyon’ mesleği haline getirilmiş. Kendi halkına ve hükümetine karşı operasyonlar yapan bir ordu olabilir mi? Ne hakla ve ne adına? Halkı ve hükümeti ‘iç düşman’ olarak değerlendirmeye neden olan ne varsa sayıp dökmek ve ortadan kaldırmak zorundayız. Buna ordunun kurumsal kültürü de, eğitim sistemi de, devletin resmî ideolojisi de dâhildir.
İnternet andıcı soruşturmasıyla ilgili Genelkurmay’dan gelen, altında Genelkurmay Adli Müşaviri General Hıfzı Çubuklu’nun imzası bulunan ilk ‘itiraf’ metnindeki savunma bu bakımdan ibretliktir ve öğreticidir. General Çubuklu, 42 kara propaganda sitesinin varlığını şöyle açıklıyordu: “Bilgi destek faaliyetleri çerçevesinde, ülke menfaatlerini ve TSK’nın görev ve sorumluluk alanını yakından ilgilendiren bir kısım konular ile ilgili olarak TSK personelini, iç ve dış kamuoyunu bilgilendirmek maksadıyla işletilmesi öngörülen bir kısım internet siteleri…”
Düşünün toplumla, hükümetle, dindarlarla ilgili yalan, uydurma ve yönlendirici haberler TSK’nın ‘görev ve sorumluluk alanlarını yakından ilgilendiren konular’ olarak nitelenebiliyor. Valla bravo! Buna yüksek bir hayal gücü mü demeli, pişkinlik mi, yoksa ‘samimi bir görev anlayışı’ mı?
General Çubuklu mahkemenin yakalama emri verdiği kişilerden biri. Ama mesele sadece bu kişilerin yargılanması değil, bu zihniyeti, ‘görev anlayışını’ üreten kurumsal, yasal ve zihinsel bataklığı kurutmak.
İnternet andıcı üzerinden darbe soruşturmaları bambaşka bir noktaya doğru gidiyor. İlker Başbuğ’un ardındaki ikinci kişi, General Iğsız, gözaltına alındı. “Sırada kim var?” diye sormak hoş değil. Ama tahmin etmek de zor değil. ‘Arz ederim, Komutanım’!
Zaman, 12.08.2011