Bulutların arkasındaki güneş kimin için batıyor?
Gri bulutların arkasındaki güneşe hüzünle yaklaşma tarafında değilim şu anda. Sadece düşünüyorum, bu güneş kaç kişinin hayallerini şekillendiriyor? Kaç kişi ona baktıkça hayatının yavaş yavaş akıp gittiğini hissediyor? Güneşin doğması bir umudu simgeler ancak doğan günde olacaklar sadece umudu içermeyebilir. Keskindir bu bakımdan. Günün saatlerini şekillendirirken serttir ve anlıktır. Aydınlığın gözlere fazla geldiği yerde kendi ile çelişir. Sevmeye çabalamaya devam edeceğim
onu. Ne kadar gri bulutların arkasına saklansa da başka yönlerinin de keşiflere açık olduğunu varsayacağım.
Güneşin uzun zaman içinde geldiği anlamların tamamını bilemiyorum ve belki de hiçbir zaman bilemeyeceğim. Tanrısallıklara çoğu zaman yön vermiş. Sanki sadece gökyüzünde oluşmamış, insanın içinde de yer almış. O büyüdükçe ve yok olmaya yaklaştıkça bize bırakacağı da sadece bir miktar korku mu olacak? Yoksa onun kadar güçlü olamayanların bir hayali mi?
Gri bulutların zıtlığında eğer biraz daha olmaya sebep olacaksa onu sevmenin çok çeşitli yönlerini öğrenmeye devam edebilirim. Sevgisizliğin sarmalından kurtaracaksa biraz daha insanı, ona olduğundan çok değer de verebilirim. Onun ölümünü ise bilemem ve bekleyemem. Ölümünün geleceği zamana da yetişemem. Ben artık yokken üzerimde varlığını belki hissederim veya çok ötede bir yerde yeni bir formun içinde birbirimize yeni anlamlar yükleriz. Onun bana baktığı yerde yeni bir ana kadar onu oluruna bırakıyorum şimdi.
Bitmeyen sonsuzluk
Ne kadar uzağa bakabilirsin? Kendi sınırlılığını keşfedebiliyor musun? Her şeyin ötede farklı olabileceğini düşünüyor musun? Neden mavi? Sadece insanı içinde saklayacak bir neden olduğu için mi? Mavinin açıklamasının bilgi-bilimsel yanı yetersiz mi? Üzerinde bir saniye kalamayacağın bir çekimsizlik anının yaratıcısı mı? Yaratıcının yaratma gücünün göstergesi mi? Doğa olaylarının bilinebilir sırları mı? Edebiyatın en anlamlı sözleri mi?
Rüyamda üzerinde süzüldüğümü görebilirim. Onu çok sevebilirim. Üzerindeki yağmur damlalarının dalgalarını sevebilirim. Hala nereye kadar bakabileceğimi düşünüyorum bir yandan. Uzaktan bakmak daha mı güzel diyorum? Yanında olmaya sanki korkuyorum. İstediğimiz sınırsız yaşamın bir benzetmesi değil midir işte derken hatırlamak istiyorum kaç tane daha sonsuzluk olabileceğini.
İçindeki enerjiyi ve geçmiş zamanı düşünmek hayret verici ama bıkkın bir ruhun üzerinde susuz kalmasını da akıl edebiliyorum. Bir damlasını içmenin susuzluğu nasıl arttırdığını da aklımdan geçiriyorum. Üzerinde gidebilirim. Üzerinde sevdiğim bir yere gidebilirim. Gidebilirim ve en güzel yanının erişilemezliği içinde bir yankı olmasıdır diyebilirim.
Daha da ötesini hayal etmenin bir sağlayıcısı aynı zamanda. Daha da ötesi demenin doğurduğu hislerin yaratıcısı. Güzel olanın ifadesi ve sade olanın bilinirliği. Batan güneşin güzelliğinin sağlayıcısı. Gri bulutların arkasında yok olup giden güneşin üzerinde hissedildiği son evren. Gidiyor daha ötesine ve gidiyor elde edebildiği tüm güç ile.
Mutluluk belki de sizi küçücük bir koyda bir sandalda bulur
Son yıllarda çektiğim en sevdiğim fotoğrafım bu büyük ihtimalle. Ona sadece bakmak bile yetiyor sanki. Bakıyorum ve defalarca ona geri gelip bakmaya devam ediyorum. Şimdi o tekne nerededir? O koy şu anda nasıldır? Oradaki o andaki sular şimdi nerelere canlılık getiriyorlardır?
Bir yalnızlık romantizmi var içinde. Kendiliğindenliğinin sıcaklığı var. Bitmeyen sonsuzluğun bir anı olmanın getirdiği sadeliği var. Küçücük bir mutluluğun sebebi olmasının güzelliği var. Sandalın yanında bir eşi olsa bu kadar güzel olamaz. Bu cümlenin içinde ciddi ciddi düşünülecek düşünceler var. Hala orada ve hala tek başınaysa ona özenmeye devam edebilirim.
Şimdi zamanda geri gidip fotoğrafı çektiğim ana dönsem bir şekilde o küçücük koya başka yerlerden de bakarım. Zamanın bu noktada tekrarlanmasından duyacağım memnuniyet şimdi bile iyi hissetmeme neden oluyor. Hepsi zaten bir parça iyi hissetmek için değil mi? Bence o kadar basit ve kolay değil.
Küçücük koydaki sandalın sakinliğini bozduysam ondan özür dilerim. Başka bir hayatta bunu telafi etmeye çabalarım.
Sadelikle, yalınlıkla, sessizlikle ve yalnızlıkla onu orada bırakmadım aslında. Onu başkalarına göstererek ona arkadaşlar edindirdim. Sevginin ve beğeninin içine koydum onu ve güzelliğini pekiştirdim. Muhtemelen beni unuttu. Beni belki hiç görmedi. Beni belki hiç göremeyecek. En sonunda ikimiz de unutmak zorunda değil miyiz zaten?
Suyun üstünde yürümek
Bir mucizeyi gerçekleştirmeseler de bir ana değer kattı suyun üzerinde yürüyen insanlar. Yanlarından hızlıca akıp geçiyordum. Bir anlık yakalamaya çalıştım onları. Onları beğeneceklerin artmasını hayal ettim belki de o anda. İyi ki çekmişim diyorum onu. Mucizenin içinde benim de bir payım olsun istedim herhalde.
Hepsinin yanında kimseyi de inandırmak zorunda değiller mucizelerine. Mucizelerin günün sıradanlığında öylece ortaya çıkmasını da sevdirmek zorunda değiller. Ayaklarının altındaki su, toprak ve kumun hisleri onlara yetiyordur. Neden yetmesin ki? Çocukça hislerin güzelliğine herkesin ihtiyacı var. Suyun üzerinde yürüyenlerin de.
İnanmaya hazırsanız fotoğrafın içinde varoluşsal olgular da görebilirsiniz veya görmek istemezsiniz. Size kalmış. Ayrıca kimseyi inandırmaya çabalamıyorum. Kendi inanabilirliğimle baş başa kalmaktan dolayı daha mutlu hissediyorum. Daha mutlu ve daha iyi. İşte yine ortaya çıktılar. Bir mucize, bir inanç ve açıklanabilirliklerin içinde bir renk demeti. Bakıyorum şimdilik sadece onlara.
Tam burada, bu suyun üzerinde kendimi en sevdiğim ile birlikte hayal ediyorum. Buna ne kadar çok ihtiyaç duyulduğunu anlıyorum. Belki bir gün diyorum. Sonra imkansız diyorum. Sonra ne olursa olur diyorum. Başka bir söz de söylemek istemiyorum. Sessizlik içinde açıklanmayı bekleyen bir fotoğraftan başkalarının zihinlerinde oluşan bir imgeye olan yolculuğunda fotoğrafıma bir gülümseme sunuyorum. Bu kadar sadece.
Bu bisikletin sahibi belki bir çocuktur…
Ters duran bisikletin düz yansıması. Bırakalım ışık ve gölge bize oyun oynasın. Bırakalım onu orada ve yürümeye devam edelim. Eski yüzler ve yeni hayatlar arayalım içinde. Kendi halimizi merak edelim onun içinde. Güzel desek güzel değil ama gerçek dersek orası bir gerçek. Ama gerçek bununla birlikte bunun çok daha ötesi.
Sessiz bir yer değil. Öyle olmak da istemiyor. İçinde ustalar ve çıraklar var. Kötü olacak adamların silik izleri var. Sevgisizliğe açılacak kapının ilk halleri var. Artık yıkılmasını isteyen insanların beklentileri var. Bu noktanın sebeplerini oluşturanları maruz göremiyorum. Görmek istemiyorum. Orası da bunu benden istiyor.
Buranın bir sonraki karesinin hali de var. Yolun üzerindeki arabalar değişiyorlar sadece. Hep değişenin peşinden koşanların seveceği türden sanki.
Soluk güneş yanığı sarı ile özdeştiriyorum burayı zihnimde. Bir iki ev de var aynı renkte. Başka bir yerde o renklerde bir tablo var. Yine aynı renklerde. Ben onu görerek başladım orayı bilmeye. Güzel dedikleri tablolardan biri olabilir. Ben artık karar veremiyorum onun güzelliğine. Her şey biterken ve zaman sona ererken o da orada kalabilir. Ben de artık zihnimden güneş yanığı sarıyı atabilirim. Belki de atamam. Belki de benden sonrasına aktarırım. Gri güneşin soğukluğundan güneş yanığının sarılığına yolculuk da biraz böyle işte…