“Anayasal monarşi mi cumhuriyet mi demokrasiyle daha iyi bağdaşır?” sorusu ne yersiz ne de anlamsız. Bunu, dünya siyasi coğrafyasına göz atarsak, hemen anlayabiliriz. Dünyadaki demokrasilerin bir kısmı anayasal monarşi ve bir kısmı cumhuriyet. Başka bir deyişle, bizde genellikle sanıldığı gibi, cumhuriyet demokrasi ile özdeş değil.
Anayasal monarşiler ile cumhuriyetler demokrasi açısından değerlendirildiğinde karşımıza çıkan tablo anayasal monarşinin demokrasi ile daha iyi bağdaştığını gösteriyor diyebiliriz. Çünkü, dünyada demokrasi olmayan anayasal monarşi yok. Buna karşılık, cumhuriyetler için aynı şey söylenemez. Demokrasiyle uzaktan yakından bir ilişkisi olmayan cumhuriyetler mevcut.
Ne var ki, ülkemizde bu konuyu tartışmaya açmak çok zor. Konuyu gündeme getirenler aykırı bir fikri dile getirenler olarak görülmüyor, despotizm anlamında mutlak monarşiyi savunmakla ve Türkiye Cumhuriyeti’ne ihanet etmekle suçlanıyor. Buna rağmen, kaderi bir bakıma popüler fikirlere karşı çıkma eğilimi tarafından şekillendirilmiş biri olarak, bu konuyu ele almakta fayda olduğunu düşünüyorum.
Önce bir noktanın altını çizeyim. Monarşi ikiye ayrılır; mutlak monarşi ve anayasal monarşi. İkisi birbirinin aynısı değildir. Tam da tersine, bunlar birbirinden taban tabana farklı fikirler ve uygulamalar. Dolayısıyla, anayasal monarşiyi tartışalım diyenleri mutlak monarşiyi savunmakla suçlamak bir kurnazlık veya bir cehalet yansıması. Bunu yapanlar ya muarızlarını savunmadıkları bir şeyi savunmakla itham ederek etkisiz hâle getirmeyi isteyen ya da gerçekten anayasal monarşi ile mutlak monarşi arasındaki farkı göremeyecek ve bilemeyecek kadar bilgisiz ve cahil kişiler. Bir diğer çelişki, hatta komik durum, bunu yapanların hemen hepsinin, aynı zamanda, mutlak monarşiye en yakın siyasî yapılanma ve uygulamalara sahne olan Türkiye’nin tek parti cumhuriyeti döneminin de hızlı ve tavizsiz, yerine göre saldırgan ve küfürbaz bir savunucusu olması. İktidarın yapılanması ve topluma müdahaleleri açısından tüm Osmanlı ve Türkiye tarihinde mutlak monarşiye en yakın periyot 1923-25 ile 1945-50 arasında süren tek parti diktatörlüğü dönemidir. Bu dönemi savunan birinin aynı zamanda insan hak ve özgürlüklerini savunduğunu iddia etmesi kadar tuhaf ve komik bir durum az ve zor bulunur.
Anayasal monarşi, adı üstünde, anayasanın üstünlüğüne dayanır. Terimdeki anayasal terimi buna işaret emektedir. Mutlak monarşi ise anayasal sınır tanımaz. Buna rağmen mutlak monarşi ile despotizm arasında bir ayrım yapmakta da fayda var. Siyasi tarih gösteriyor ki mutlak monarşi her halükârda ve ille de despotizm teşkil etmez. Bunun olması için mutlak monarşinin bir total ve tekelci ideoloji ile beslenmesi ve desteklenmesi gerekir. Başka bir deyişle, despotizmin vücut bulması için bir total ideoloji iktidarın kaynağı ve rehberi olmalıdır ve bu ideoloji toplumda tek ideoloji olmalı ve her yol ve araçla insanlara dayatılmalıdır. Oysa, mutlak monarşilerde durum bu değildir. Buna rağmen, anayasal monarşi mutlak monarşiden ciddi bir uzaklaşmaya işaret eder. Anayasal monarşide en başta monark demokratik esaslara ve usullere dayanan bir anayasa ile bağlıdır. İkinci olarak, monark aşağı yukarı yetkisizdir veya daha ziyade sembolik yetkilerle donanmıştır ve ülkedeki en önemli pozisyonlara geliş ve gidiş periyodik, âdil, yarışmacı, demokratik seçimlere bağlıdır. Anayasal monarşide ilk adam genellikle seçimle göreve gelen başbakandır. Kanunları yapma yetkisi de monarka değil seçimlerle oluşan parlamentoya aittir.
Bu hâliyle anayasal monarşi demokrasiye çok elverişlidir. Anayasa monarşinin olduğu hemen hiçbir yerde despotizm doğmamış ve demokrasiler meselâ cumhuriyet olan demokrasilere nispetle çok daha büyük istikrar kazanmıştır. Örnek olarak Büyük Britanya, İspanya, Belçika, Hollanda, Danimarka gibi ülkelere bakılabilir.
Anayasal monarşinin çeşitli erdemleri olduğu söylenebilir. İlki, çoğu cumhuriyette olduğu gibi geçmişten ve tarihten radikal ve çoğu zaman devrimci bir kopuşa meydan vermemesidir. Siyasî yapılanmada bir tür “devrim” olabilir ama kültürde, ananede, ahlâkta devrim yapılamaz. Bunlar çok uzun zaman dilimi içinde ve belli bir otoriteye veya merkeze bağlı kalmadan şekillenen beşerî kurumlardır. Anayasal monarşi bu gerçeğin hatırda tutulmasına yardımcı olur. Anayasal monarşinin bir diğer üstünlüğü, ülkede devletin birliğini ve sürekliliğini tesis ve temsil etmede ve insanlara benimsetmede cumhuriyetlerden daha başarılı olmasıdır.
Cumhuriyet fikrinin tarihî kökleri de anayasal monarşi gibi hayli eskilere gitmektedir. Zamanımızda demokrasilerin bir kısmı cumhuriyet olarak yapılanmıştır. İlk modern cumhuriyet örneği ABD’dir. Almanya, Avusturya, Fransa gibi önemli ülkelerin de cumhuriyet sistemine sahip olduğu görülmektedir.
Ancak, cumhuriyet fikrinin demokrasi ile bağdaşma derecesi anayasal monarşinin demokrasiyle bağdaşma derecesine nispetle daha azdır. Özellikle çok partili ve periyodik seçimlere sahip olmayan cumhuriyetler anti-demokratiktir. Kuşku yok ki yirminci yüzyıl bu bakımdan ilginçtir. Sosyalist Sovyetler Birliği, nasyonal sosyalist Almanya totaliter bir renge sahip ve yirminci yüzyılda ortaya çıkmış tipik cumhuriyet örnekleridir. Keza, Ortadoğu’da da otoriter cumhuriyet örnekleri vardır. Meselâ Saddam Irak’ı veya bugünkü Esad Suriye’si ve bir tür İslamist İran da otoriter cumhuriyetlere örnek olarak verilebilir. Türkiye de tek parti diktatörlüğü altında tüm demokratik siyasî özelliklerden uzak olan ve ülkede yaşayanları insan hak ve özgürlüklerinden önemli ölçüde mahrum eden bir yarı otoriter-yarı totaliter cumhuriyet dönemi yaşamıştır. Zamanımızda anti demokratik vasıflarıyla dikkat çeken Kuzey Kore ve Küba gibi ülkeler de cumhuriyettir. Bütün bu örnekler de ispatlıyor ki, cumhuriyetler demokratik olabileceği gibi otoriter veya totaliter de olabilmektedir.
Bu da bize göstermektedir ki cumhuriyet fikrinde anti-demokratik, hatta totaliter bir nüve vardır. Bunun ana kaynağı cumhuriyetin bir “erdemliler rejimi” sayılması ve bu erdemlilik hâlinin yaratılmasının-oluşturulmasının ve korunmasının devlete ait bir kamusal görev olarak görülmesidir. Bu bakış bir ulus yaratma ve ulusu bir anlamda devletle özdeşleştirme çabasıyla örtüştüğünde, bu proje, adına ister çağdaşlaşma ister çağdaş uygarlığı yakalama ister modernleşme, ne derseniz deyin, topluma geniş çaplı müdahaleleri gerektirmekte ve haklı göstermektedir. Bahsettiğim tüm anti demokratik cumhuriyetlerde ve bu arada Türkiye’nin tek parti cumhuriyetinde karşımıza çıkan manzara budur. Ayrıca, tersinden bakıldığında, bu söylemle, anayasal monarşilerin bir anlamda “erdemsizler rejimi” olduğu ima edilmektedir ki, bu da ciddiye alınabilecek bir görüş değildir.
Cumhuriyeti anayasal monarşiye karşı savunmada kullanılabilecek en önemli argüman siyasî eşitliktir. Başka bir deyişle, monarkın belli bir aileden gelme mecburiyetine karşılık cumhuriyette, en azından teorik olarak, her vatandaşın devlet başkanı olma hakkının bulunmasıdır. Bu arada, şuna da işaret edelim. İster cumhuriyet olsun ister anayasal monarşi, bir demokraside, seçim ile gelinen çok sayıda makam vardır. Anayasal monarşide seçimle gelinemeyecek makam monarklıktır. Bu da, cumhuriyetin lehine, kuvvetli bir argüman olarak ileri sürülebilir.
Bu yaklaşıma cevap verirsek şu noktaların altı çizilebilir. Anayasal monarşide saltanat ailesi içinden gelen monark sembolik yetkilere sahiptir. Asıl önemli makam olan başbakanlık tüm vatandaşlara açıktır. Ayrıca, bir cumhuriyette bir kimsenin cumhurbaşkanı olma ihtimâli, özellikle kalabalık ülkelerde, çok az olabilir. İnsanların hemen hemen tamamına yakını bu makama gelme şansına sahip değildir. Dolayısıyla, fiiliyatta değişen bir şey yoktur. Değişiklik daha ziyade hissiyattadır.
Bu tartışmanın yapılması, yapılabilmesi önemli. Aslında, cumhuriyet fikrinin gelişmesi ve ezbere ve tekerlemelere değil argümanlara dayanan bir cumhuriyet savunusunun yapılabilmesi de bu tür tartışmaların olmasına bağlı. Ne yazık ki ülkemizdeki kültürel ortam ve ruh hâli buna pek müsait görünmüyor. Ama bu, tartışmanın, elbette, hiçbir surette yapılamayacağını göstermiyor. Konunun yavaş yavaş da olsa tartışma gündemine girmesini memnuniyetle karşılıyorum.
Benim tercihimin ne olduğu sorulursa kesin bir tercihimin bulunmadığını söyleyebilirim. Mühim olan ülkede demokratik bir rejimin olması. Bu, anayasal monarşi de olabilir demokratik cumhuriyet de. Tercih cumhuriyet ise bu cumhuriyetin otoriter ve totaliter cumhuriyet olmamasına, seçimli, yani demokratik cumhuriyet olmasına bilhassa dikkat etmek gerekir. Bu durumda, manasız şekilde “yaşasın cumhuriyet” diye bağırmak yerine, “yaşasın demokratik cumhuriyet” diye bağırmak daha uygun olur kanaatindeyim.