Ben teori çalışmayı ve tartışmayı severim. Teorinin bilimsel ve akademik faaliyetin öncüsü ve tarlası olduğuna inanırım. Akademik çalışma yapmak isteyen öğrencilerimi de daima teoriyi ihmal etmemeleri konusunda uyarırım. Türkiye’de teori çalışanların ve bilenlerin çok az ve seviyenin gayet düşük olduğu veri alınınca tavrımın haklı ve yararlı olduğu kolayca teslim edilebilir.
Gelgelelim meselenin bir diğer yüzü daha var: Alan analizlerinde sırf teoriye dayanmak ve diğer faktörleri ihmâl etmek. Alan -yani ülke, sektör vs.- üzerine tartışmalar yapıyorsanız elbette teoriye başvurmanız gerekir ama isabetli analizlere ulaşmak istiyorsanız sadece teoriyle yetinmemeniz şart. Şüphesiz tercihiniz bu olabilir ama o zaman yalnızca kitap ezberlerini tekrarlamış ve havanda su dövmüş olursunuz.
Türkiye’de bu yola girmeye çok meraklı gazete yazarları ve üniversite hocaları var. Bu arkadaşlar şu son anayasa değişikliği teklifi üzerinde de daha çok kuvvetler ayrılığı meselesinden hareket eden ve genellikle teklifle kuvvetler ayrılığının tamamen ortadan kalktığını öne süren eleştirel yazılar kaleme alıyorlar. Gazete yazılarında bile atıf yapmaya pek meraklı ve pozitivist-bilimist diyebileceğimiz bir çizgideki Taha Akyol, çok satan bir gazetede köşe sahibi olmanın avantajını kullanarak bu yolda başı çekiyor.
Değişiklikle kuvvetler ayrılığı güçleniyor mu zayıflıyor mu? İkisi de olmuyor. Bence cari sistemdeki gevşek kuvvetler ayrılığı muhafaza ediliyor. Yani ne teklifi destekleyenlerin iddia ettiği gibi kuvvetler ayrılığı çok kuvvetleniyor ne de muhalefetin öne sürdüğü gibi kuvvetler ayrılığı tamamen ortadan kalkıyor. Ayrıca, kesin bir hükme varabilmek için sistemi işbaşında da gözlemlemek gerekiyor.
***
Hürriyet’te 29 Aralık 2016’da aşağıdaki haber yayınlandı:
“Yargıtay üyelerinin seçimi de dahil olmak üzere hâkim ve Cumhuriyet savcılarının mesleğe kabul, atama, terfi, disiplin gibi her türlü özlük işlemleri hakkında karar verme yetkisine sahip olan HSYK’ya üye seçiminde yargı yetkisini, Türk Milleti adına kullanan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının söz hakkının olmaması, kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkesini zedelemektedir. İlk derece ve istinaf mahkemelerinde görev yapan hâkim ve savcıların seçim sisteminden kaynaklanan sakıncalar nedeniyle HSYK’ya üye seçmemesi anlaşılabilir bir durumdur. Ancak mesleğin zirvesinde ve her türlü baskıya karşı yüksek bir teminata sahip olan Yargıtay ve Danıştay üyelerinin, HSYK’ya üye seçmemesi, aksine TBMM komisyonlarında siyasi tartışmalara maruz bırakılması, yüksek mahkeme yüksek onur ve itibarına gölge düşürecek bir durumdur. Bu nedenle öncelikle 3 Yargıtay üyesinin Yargıtay Genel Kurulu tarafından, 1 Danıştay üyesinin ise Danıştay Genel Kurulu tarafından seçilmesi hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı prensibine uygun düşecektir. Bu öneri kabul edilmediği takdirde her bir boş üyelik için Yargıtay ve Danıştay tarafından gösterilen 3 adayın TBMM Genel Kurulu tarafından seçilmesi, TBMM adalet ve anayasa komisyonlarının bu süreçte yer almaması, hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin daha da fazla aşınmamasını sağlayabilecektir.”
Türkiye’nin en temel problemlerinden biri bürokratik vesayet. Türkiye yıllarca Kemalist vesayetin boyunduruğunda yaşadı. Seçilmiş siyasetçilerin öncülüğünde Kemalist vesayetle mücadele ederken Gülenist vesayetçiliğe yakalandı. Şimdi ondan kurtulmaya çalışıyor. Ne Kemalist vesayet ne de Gülenist vesayet, zihniyet ve yapılanma olarak tam manasıyla tasfiye edilebildi. Daha uzun yıllar bu problemle boğuşacağız. Ya bu problemi demokrasiyi engelleyemeyeceği kadar azaltacağız ya da bürokratik vesayet bir şekilde, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak geri dönecek.
Bürokratik vesayetle mücadelenin en önemli ayaklarından biri yargı bürokrasisini hem demokratik meşruiyete sahip kılmak hem de demokratik kontrol ve denetim altında tutmak. Bunu yapabilmenin yolu da yürütmenin bu mücadelede yasamadan destek almasından geçiyor. Şimdiye kadar bu mücadele böyle yürütüldü. Benim iddiam odur ki Türkiye bu sorun yüzünden en azından kısa vadede sert bir kuvvetler ayrılığına gidemez. Giderse bürokratik vesayete daha kolay mahkûm olur çünkü bürokratik vesayetçiler devlet memurları sisteminin kendileri için yarattığı avantajlardan yararlanarak en korunaklı yerlere -özellikle yargı bürokrasisine- yatırım yapıyor. Dolayısıyla bu konuda doğru dürüst bir şey söylemek isteyenlerin kitap ezberleriyle yetinmeyip alandaki faktörleri ve durumları da değerlendirmesi, analizlerine katması gerekir. Eleştirdiğim aydınlar bunu yapmıyorlar. Yapamayacaklarından değil, çeşitli sebeplerle, bilerek ve isteyerek yapmıyorlar.
Dediklerimde haklı olduğumu Hürriyet’in yukardaki haberi tek başına doğrulamaya yetiyor. Türkiye son üç-beş senede, birisi “bunlar bunlar vuku bulacak” dese “yok canım olmaz” cevabını vereceğimiz, inanması güç tecrübeler ve acılar yaşadı. Anlaşılan üst yargı bürokrasisi bütün bunlardan hiç ders almamış. Bürokratik kooptasyon sistemini diriltmek istiyor. Bu uğurda yargı bürokrasisinin diğer katmanlarını da dışlıyor. Arzu ediyor ki kendisi çalsın kendisi oynasın. Dehşet verici bir durum. Bu tavır daha sonra Yargıtay Başsavcılığı’ndan gelen, bürokrasiyi seçilmiş organların aleyhine yetkilendirmeyi amaçlayan benzer bir teklifle iyice perçinlendi.
Kuvvetler ayrılığı hakkında kitap malzemesine dayanarak ahkâm kesenlere sormak istiyorum, özellikle de Taha Akyol’a. Kuvvetler ayrılığı meselesiyle bürokratik vesayetin -adıyla sanıyla jüristokrasinin- önlenmesi arasında bir bağ var mıdır yok mudur? Türkiye yine yargının göbeğinde yer aldığı bir bürokratik vesayetle karşılaşabilir mi karşılaşamaz mı? Karşılaşmazsa, yani size göre bu sorun ebediyen geride kaldıysa, delilleriniz neler? Yargıtay’dan gelen öneri vesayetçi zihniyetin yaşadığı iddiasını doğruluyor mu yalanlıyor mu? Türkiye yeniden bir yargı vesayetiyle karşılaşma tehlikesini gündeminden kaldıramadıysa, bu mücadelenin sonuna kadar sürmesi gerekiyorsa, etkili bir mücadele nasıl verilecek? Yürütme bu sorunla mücadelede yasamanın desteğinden bağımsız olarak tek başına mesafe alabilir mi? Nasıl?
Arkadaşlar, bırakın ezberleri tekrarlamayı. Arada sırada olsun kafanızı kitaplardan kaldırıp sahaya, olaylara, olgulara bakın ve önemli faktörleri saklayarak, ıskalayarak analizler döktürmekten uzak kalmaya çalışın.