“Aman, Aman Devlete Razıyız!” Demek Zorunda mı Kalacağız?

(Bu yazıyı okuyacaklardan en baştan bir özür dileyeyim. Aslında yazıyı Meksika’da yaşanan olayın hemen akabinde yazdım ama gönderemedim. Aktüel hali belki biraz gecikmiş olabilir ama ehemmiyetini her zaman muhafaza eden bir konu olduğunu düşünüyorum)

Devlet dediğimiz kurumsal yapının kökeni, bir görüşe göre, aileye kadar götürülebilir. Aile reisliğinden başlayıp, klan şefliği, aşiret liderliği, toprak ağalığı, derebeylik, imparatorluk gibi aşamalardan geçen bugünkü devlet, modern halini alalı yaklaşık 5 asır oldu.

Şeflikten, reislikten “devlet başkanlığına” geçilmesinin ana amacı, toplumun ihtiyaçlarının, bir elden, ucuz ve çabuk görülmesiydi. Bu amaçla adeta bu organizasyonun beynine “yapay zeka”yla bir program çizildi. Bazı hizmetler tek elden yapılsın amacı vardı. En bilinen hizmet alanları ise, düşmana karşı güvenlik, içeride can ve mal güvenliği ve anlaşmazlıkların çözümünde adaletti. Bunların yerine getirilmesi için de devlete “zor kullanma meşruiyetine sahip olma” imtiyazı verildi. O yüzden devletin sopasına karşı vatandaşlar, hem korkak hem de saygılı olmaya zorlandı. Devlete “yapay zekâ”yla yüklenen program, zaman içinde kendi kendini geliştirmiş ve devlet bu yetkilerini çok çok aşan bir alanda vatandaşının üzerinde söz sahibi olmaya başladı. Anayasal yönetim geleneği içinde devletin yetkileri “anayasa”larla sınırlanmaya çalışılmış ama bunda, Hayek’in de işaret ettiği gibi, pek muvaffak olunamadı.

Devletin, “modern devlet” olana kadar insanların hayatında belirleyici ve rahatsız edici karakteri pek göze batmıyordu. Ama, ne zaman ki devlet, kurucusunun emrinden çıkan bir robot gibi, kurucusunun da üzerinde tahakküm kurmaya başladı, artık “o” başka bir “şey” oldu. O yüzden, son yüzyıllarda devletin mahiyeti, sınırları, yetkileri, görevleri gibi konular hep tartışılagelmiştir. Devletin büyük mü küçük mü olması gerektiği, büyük olacaksa ne kadar büyük olacağı, küçük olması gerekiyorsa, sadece hangi işlerle iştigal edeceği gibi konular hâlâ tartışılmaktadır. Hatta bu arada sosyalist anarşizm ve anarko kapitalizm gibi, devletin tamamen “yok olmasını” savunan görüşler de ortaya çıkmıştır. Hatta komünizm de, bir başka yolla, artık ihtiyaç kalmayacağı için devletin zamanla ortadan kalkacağını öngörür. İnsanlığın ancak o zaman huzura kavuşacağını söyler.  Örneğin ben de, devletin birçok kötülüğün anası olduğunu söylerim. Hatta devletin olmamasının, olmasından daha az probleme yol açacağını düşünürüm.

Kâğıt üzerinde yazanlara göre devlet kurallarla sınırlanmıştır. Ne yapabileceği önceden bellidir. Bunun dışında bir davranışı olmaz. Vatandaştan da devletin kurallarına uyması istenir; devlet otoritesini kabul etmesi ve sarsmaması beklenir.

Devlet (en azından bizim devletimiz) bazen, kendi meşru güç kullanma hakkını, gayrı meşru olarak birilerine havale etmiştir. Yasal ve meşru yoldan çözemediği kimi problemleri, eski siyasi suçluları tetikçi olarak kullanarak çözme yoluna gitmiştir. Eski bir siyasi liderimizin ağzından kaçırdığı gibi, “devlet bazen rutin dışına çıkmış”tır. Hatta bir başka liderin dediği gibi, “devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şerefli” sayılmıştır.

Devletin otoritesinin sayılmadığı dönemler de olmuştur. Örneğin 12 Eylül 1980 öncesinde olduğu gibi, sokakta devletin hiçbir saygınlığı ve yaptırım gücünün kalmadığı dönemler yaşanmıştır. Yine, doğu illerinden birinin, uyuşturucu kaçakçılığıyla adı çok sık anılan bir milletvekilinin adamları, bir yakınları gözaltına alındı diye emniyet müdürlüğünü basmış ve polisleri dövmüştür. Hatta o milletvekili mikrofonlara “hep devlet mi bizi dövecek, bir kere de biz devleti dövdük, ne var bunda?” diyebilmiştir.

Çok yakınlarda, şu anda cezaevinde yatan bir organize suç örgütü lideri, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Atatürk’ten sonraki en kudretli lideri olduğu söylenen mevcut Cumhurbaşkanı’na tehditler içeren bir mektup yazabilmiştir.

En son örnek de yurt dışından, Meksika’dan gelmiştir. Babası, Amerika tarafından aranan ve yakalanıp, yargılanması için Amerika’ya gönderilmiş olan uyuşturucu çetesinin lideri El Chapo’nun oğlu Ovido Guzman polis tarafından yakalanınca, sokaklarda küçük çaplı bir savaş yaşandı. Savaşın bir tarafı, sözde o ülke içinde en güçlü ve meşru güç sahibi devlet ve diğer tarafı en az devlet kadar güçlü ve gayrımeşru güç sahibi çeteydi. Sonunda kazanan “uyuşturucu çetesi” oldu ve devlet gözaltına aldığı çete liderini serbest bırakmak zorunda kaldı.

Acaba “surda bir gedik” açılmış olabilir mi? Yani bundan sonra bu tür organize suç örgütleri artık, herhangi bir liderine devlet bir şey yaptığı zaman aynı yolu izler mi? Meşru gücün yerine gayrımeşru güç, gücü kullanma yetkisini gasp eder mi? Böyle bir durumda biz de acaba, “aman aman biz devlete razıyız” deme durumunda kalabilir miyiz? Elbette meşru güç gayrımeşru güçten üstündür önemli olan onun hukukla sınırlı olmasıdır.

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et