De Botton’un “Havaalanında Bir Hafta” kitabını okumuş olanlar havaalanlarının ilişkilerin dinamiklerinde nasıl bir rol oynadığını anımsayacaklardır. Nice tren garı, havaalanı, otobüs terminalleri romantik ilişkilerin dinamiklerinin anlaşılmasında okuyucuya bir “arka plan” sağlar.
Kuşkusuz bu mekânların hem sinematografik, hem de romantik çekicilikleri fazladır. Ancak naif bireyler dışında aslında sosyal bilimcilere de oldukça önemli veriler verebilir toplu taşımanın vuslat noktaları.
Bir havaalanını ele alalım. Havaalanı (özellikle de artan uçak firmalarının sayesinde) pek çok farklı sosyo-ekonomik düzeyin bir arada belirli bir süreyi geçirebileceği kapalı bir mekân olarak tanımlanabilir. Burada havaalanlarının bireyin yolculuğu için bir zorunluluk içerdiğini ve belirli bir süre farklı grup üyelerinin o mekânı paylaşmak zorunda olduğu unutulmamalıdır. O yüzden aslında bireylerin sosyal kategorilemelerine, ayrımcı davranışlarına yönelik pek çok örnek havaalanlarında gözlemlenebilir. Türkiye’de psikolojinin diğer alt alanları kadar dikkat çekmeyen “çevre psikolojisi” (environmental psychology) bireylerin içlerinde bulundukları mekânların davranışları üzerinde nasıl bir etki oluşturduğunu araştırmaktadır. Kuşkusuz havaalanlarının birey üzerindeki etkisi hepimiz tarafından deneyimlenmiştir. Bir havaalanına girmekte olduğunuzu hayal edin. Bir anda kendinizi normalde olduğundan daha havalı, meşgul ve özgüvenli hissetmeye başlamıyor musunuz? A noktasından B noktasına otobüs ile de gidebileceğiniz bir zaman uçağı kullandığınızda kendinizden daha emin hareket ettiğinizi ve etrafınızdakilerin de hareketlerinin daha abartılı olmaya başladığını fark etmiyor musunuz? İşte çevre psikolojisi tam da bu değişimleri açıklamaktadır. Her ne kadar çevre psikolojisi bize havaalanında farklılaşan insan davranışları ile ilgili bilgi sağlasa da süreçte grup ve kişilerarası ilişki dinamiklerini anlamakta sosyal psikolojinin prensiplerine ihtiyacımız bakidir. Belki de sosyal psikolojinin büyüsü buradadır. Çok basit, bariz gibi görünen davranışların anlaşılması pek çok kurama dayanır.
Havaalanları herkesin taşımak durumunda olduğu bir yükün varlığından ötürü kadınlara yönelik pozitif ayrımcılığın fazlasıyla vurgulandığı alanlardır. Etrafınızda infilak etmekte olan bavulu ile cebelleşen pek çok kadına rastlayabilirsiniz ancak o kadının herhangi bir erkek yolcuya nazaran diğer insanlardan “yardım alma” olasılığı oldukça fazladır. Kadınların erkeklere göre aldıkları yardımın daha belirgin olarak görülebileceği diğer iki alandan biri uçağına geç kalmış olan bir kadın yolcu ile uçağına geç kalmış olan bir erkek yolcunun gördükleri muamelenin karşılaştırması olabilir. Kuşkusuz burada sosyal psikolojide “güzel olan iyidir” olarak adlandırılan fiziksel çekiciliğe yönelik kalıpyargı da işin içerisine girecek ve biyolojik cinsiyeti ne olursa olsun “güzel” olarak tabir edilen bireyin sırada önünüze geçmesine izin verdiğinizi fark edeceksiniz. Zira Shinners tarafından gerçekleştirilen bir araştırma bize göstermiştir ki, güzel olanların daha az yalan söylediği düşünülmektedir. Dolayısıyla bir “güzel”in sizi kandırıp sıranızı alma ihtimali oldukça minimaldir, ya da size öyle gelmektedir.
Havaalanları bireylerin “zaman yönetimi” (time management) denilen bilişsel ve davranışsal süreçte ne kadar başarılı olduğu ile de ilgili mekânlardır. Sosyal psikolojide “kendini düzenleme” (self-management) kavramı altında ele alabileceğimiz bireyin belirli bir hedef için davranışlarını düzenlemesine örnek olarak meşakkatli ve istenmedik “uçak kaçırma” sonucuna maruz kalmamak adına davranışlarını düzenlemeleri ve regüle etmeleri verilebilir. Burada “kültür” kavramının göz ardı edilmemesi gerekir. Zira kendini düzenleme açısından görece daha başarılı kültürlerde etrafta koşturmakta olan insanları pek fazla görememekle beraber zaman algısı daha “geniş” olan Akdeniz ülkelerine bakıldığında havaalanlarının bireysel bir ralli alanına dönüştüğü fark edilebilir.
Havaalanlarındaki zaman sınırlaması kuşkusuz sadece yolcular için değil, uçak firmaları ve onların çalışanları için de geçerlidir. İşte bu noktada Hofstede tarafından kültürler arası araştırmalarda ortaya konmuş olan “belirsizliğe tahammülsüzlük” (intolerance to ambiguity) kavramından bahsedilebilir. Uçakların rötar yapmaları, iptal olmaları gibi süreçler bireyde belirsizlik hissine yol açar. Tüm psikoloji literatürünün kabul ettiği gibi belirsizlik bireyde endişe, kaygı yaratır. Keza bireyin karşılaştığı tehdit “müphem” olduğu için hangi kaynaklarını nasıl kullanması gerektiğini, yani kendisini nasıl düzenlemesi gerektiğini bilememekte bu da tehdit algısını arttırmaktadır. Yapılan pek çok kültürler arası araştırma Türkiye Kültürü’nün belirsizliğe tahammülsüzlük puanlarının oldukça yüksek olduğunu gösterir. Bireylerin gerçekleştirmeyi hedefledikleri planlarını belirsiz ertelemelerine sebep olan “rötar” ya da tamamen ortadan kalkmasına sebep olan “iptal” kavramlarının havaalanlarında saçını başını yolmakta olan insanlarla karşılaşmamızı açıklayabilir. Kuşkusuz burada Rotter’in ortaya koyduğu “kontrol odağı” kavramının da önemi mevcuttur. Hayatımız üzerinde kontrolümüz olsun isteriz, bu kontrolün gökten yağan karın kalınlığına bağlı olması bizi yalnızca üzmez, küplere bindirir.
Rötarın anons edilmesi üzerine ortaya çıkan tepkilerin gitgide sertleşmesi ve bireylerin aslında kaybettikleri zamana yönelik öfkelerini uçuş firmalarının mümesillerine yöneltmesi tipik bir “persekütasyon” olarak ele alınabilir. Ancak burada dikkat çekici olan bir nokta uçuş firmasının çalışanının tepkisinin de bizim davranışımızı değiştirebilir olacağıdır. Sosyal psikoloji literatüründe ele alınan ikna yöntemlerinden bir tanesi “eşiğe adım atma” (foot in the door) taktiğidir. Bu yöntemde bireyden kabul edilmesi zor bir şeyi istemeden önce kabul edilmesi daha kolay, küçük bir istekte bulunulabilir. “Rötar için benim yapabileceğim bir şey yok beyefendi, ne yapabilirim?” diyerek gözlerini deviren hanım kızımızın bu taktiği kullanmadığı da, bilmediği de muhakkak. Ancak onun yerine “öncelikle size açıklama yapmama ve pasaportunuzu kontrol etmeme izin verebilir misiniz?” girişini gerçekleştiren çalışanın daha başarılı olduğu gözlemlenebilir. Keza Heider, Allport, Festinger gibi pek çok sosyal psikoloğun vurguladığı gibi insanlar tutarsız olmayı sevmez. İlk istek olan “açıklamayı dinleme”nin kabul edilmesi daha sonrasında büyük ihtimalle açıklamanın kabulünü getirecektir.
Hoşumuza gitsin gitmesin havaalanları aynı zamanda bireylerin “mülkiyet” anlayışlarına yönelik ilginç bir gözlemi daha ortaya koyabilir. Bireyci kültürlerde kişilerin oturdukları koltukları “geçici bir süre” mülkleri olarak kabullendikleri gözlemlenebilirken daha toplulukçu kültürlerde bireylerin eşyalarını koydukları tüm bölgelerin “kendilerine ve yakınlarına tahsis edilmiş” olarak algıladıklarını ve bunu geçici bir mülk olarak görmedikleri söylenebilir. Havaalanları “kişisel alan” (personal space) kavramına da kültürler arası örnek verilebilmesi açısından aslında ideal mekânlardır. Bireyci kültürlerde bireylerin birbirlerine değmeden oturabildiklerini görürken, toplulukçu kültür mensubu bir bireyin okuduğunuz kitabın sayfasını çoktan okuduğunu ve değiştirmenizi beklediğini gözlemleyebilirsiniz. Burada kritik olan aynı davranışı, o kültürün mensubu olarak, sizin de gerçekleştirebilmenizin anormal algılanmayacağını bilmeniz, zira “kişisel alan” kavramınızın çok katı olmamasıdır.
Birden fazla sosyo-ekonomik katmanın aynı anda, aynı uçağı beklediği süreçte birbirlerine karşı sergiledikleri davranışlar da gruplararası davranışlara örnek teşkil edebilir. Burada önemli olan nokta “sosyo-ekonomik düzey”in yalnızca bireyin alım gücü ile değil kültürel tahakkümü ile de bağlantılı olduğunun görülmesidir. İki kişinin de aynı uçuşta, birbirlerine benzer meblağlar ödediğini düşünelim. Uçağın kalkmasını hangisinin banklarda oturarak, hangisinin bağdaş kurarak bekleyeceği aslında sosyal katmanlar açısından belirgindir. Bu farklılık alım gücünden değil, kültürel iktidardan süregelmektedir. Özellikle dikey hiyerarşi kavramının olduğu ve güç mesafesinin (power distance) yüksek olduğu kavramlarda bu ayırımın her iki taraf açısından da hızlıca kabul gördüğü söylenebilir.
Son olarak havaalanlarında bireylerin bekleme süreleri arttıkça irrasyonel para harcama davranışlarında artış olabileceği söylenebilir. Keza bireyler uçaklarının ne zaman kalkacağını kontrol edemeseler de, ceplerinden ne kadar paranın uçacağını bilebilir ve bu tür bir fonksiyonel olmayan kontrol hissine muhtaç olabilirler.
Kuşkusuz uçağı dört saat rötar yapan benim yerime bir romantik olsa idi bu yazıda insanın kendiliğine ve kendisinin bir yerlere seyahatini ayrıştırabilir, Pico Iyer’e atıfta bulunabilirdi. Ancak pozitivizmden payını haylice almış olan bir sosyal psikolog dört saatlik rötarda etrafında yukarıda özetlenen süreçleri görebilmektedir.
Genel olarak sosyal bilimlerin, özgül olarak sosyal psikolojinin büyüsü böyledir. Kişinin sadece gördüğünü anlamasına değil, anladığını görmesine izin verir.