AYM’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin hendek terörüne karşı haklı mücadelesinin devam ettiği günlerde bini aşkın ‘aydın’ tarafından imzalanan bildirinin peşinden gözaltı, tutuklama, işten atılma gibi muamelelerle karşılaşan bazı imzacılarının hak ihlâline uğradığı kararı bazı kesimlerde ciddî bir rahatsızlık yarattı. Kararın ne anlama geldiğini ve niçin alındığını anlamaya çalışmak yerine bu kesimler AYM’ye, hassaten AYM Başkanı Prof. Dr. Zühtü Arslan’a karşı bir karalama ve linç kampanyası başlattı.
Zühtü Arslan yüksek bilimsel standartlara sahip çalışmalarıyla tanınan, akademik hayatı boyunca sakin ve sağduyulu bir hoca olarak tanınan, AYM üyeliği ve sonra başkanlığı görevini hakkıyla yerine getirmekte olan bir akademisyen-yargıç. Hayatı ve eserleri kendisi için konuşuyor. Ayrıca bir savunmaya ihtiyacı yok. Bu karalama ve linç kampanyasına katılanlar utanç verici ve adaletsiz bir iş yaptıklarını bugün değilse de gelecekte anlayacaklardır.
Bu vesileyle bildiri meselesine, ifade özgürlüğünün ne olduğuna ve nerede tartışmalı hâle geleceğine tekrar eğilmekte fayda var. İfade özgürlüğü tek tek bireyler veya birey grupları tarafından kullanılmakla beraber bir toplumsal değerdir. Akademisyen, gazeteci, politikacı gibi insanlar ifade özgürlüğüne daha çok ihtiyaç duyarlar. Çünkü yaptıkları iş ifade özgürlüğü ile doğrudan doğruya bağlantılıdır. Ancak, işi ve toplumsal statüsü ne olursa olsun herkes ifade özgürlüğüne sahip ve muhtaçtır. İfade özgürlüğü her zaman anlaşılır konuşma ve yazmalarla değil kimi durumlarda davranışlarla, kılık kıyafet tercihleriyle de kullanılır. Bu yüzden ifade özgürlüğüne verilecek zarar hayatın her alanında özgürlük kayıplarına, gerilemelerine yol açabilir.
Mahut bildiri büyük bir propaganda başarısıyla ‘barış bildirisi’ olarak bilinir hâle geldi. Bu adlandırma yurt dışına bile taştı. Uluslararası medyada da zaman zaman barış bildirisi tabiri kullanılıyor. Gel gör ki, bir muhteva analizine tabi tutulduğunda ve hangi ortamda yayınlandığına bakıldığında bildiri barıştan ve barışı savunmaktan çok uzak görünüyor.
Barış şiddetin yokluğudur. Barış isteyenler şiddetin bitmesini ister; bunun için şiddet kullanan taraflara çağrıda bulunur. Bu bildiri böyle bir şey yapmıyordu. Gayri meşru şiddet kullanan bir çeteye karşı sessiz kalırken bu şiddete karşı şiddet kullanarak cevap veren meşru otoritelere saldırıyordu. Aynı ahlâkî ve hukukî statüye sahip olmamalarına rağmen iki tarafa da vazgeçin deseydi, hendek işgalcilerine işgali bitirin ve hendeklerden çekilin, devlete de zaten çekilecekler, şiddet kullanmayın deseydi belki bir barış bildirisi adını almayı hak ederdi. Olan başka bir şeydi. Bildiriciler hendek terörünü ve failini görmezden gelerek ve devlet güçleri durup dururken meskun mahallerde organize şiddet kullanmaya başlamış gibi devleti eleştirdi ve hatta daha da azgınlaşıp katliam yapmakla suçladı. Sanırım bu konuda ortada dolaşan bilgiler doğru, amaç ABD’de kaleminin kırıldığına inanılan Erdoğan’ı uluslararası ceza mahkemesinde yargılatmaya delil hazırlamaya katkıda bulunmaktı.
Bu bildirinin hazırlanmasıyla ilgili olarak da ilginç bilgiler var. Meselâ, organizasyonu yapan tanınmış bir sosyalistin akademisyen olan karısına bildiriyi imzalatmaması. Bazı kimselerin bildiriyi okumadan imzalaması. Bazılarının sonradan imzasını geri çekmesi. İmza koyanlardan bazları işten atılır, mahkemelere taşınır ve hapse atılırken diğer bazılarının başına hiçbir şey gelmemesi, hatta bunların terfi ettirilmesi. Bütün bunlar olayın daha etraflıca araştırılmasının gerektiğini gösteriyor.
Bildiri aslında ahlâksız ve adâletsizdi. Barış çağrısı yapmıyor, tersine teröre ve terör örgütüne teslim olma çağrısı yapıyordu. Terör örgütüne tek cümlelik bir kınama ve geri çekilme çağrısı olsun yöneltilmiyordu. Ama bütün bunlara rağmen bildiri bana göre ifade özgürlüğü sınırları içindeydi. Ondaki fikirlere başka fikirlerle cevap verilebilir ve bildiriciler ağır eleştirilerle tabiri caizse cezalandırılabilirdi. Nitekim ben kendi hesabıma epeyce yazı kaleme alarak bunu yaptım. Ama maalesef cezaî ve hukukî işlemler başlayınca durum değişti. Mağdur insanları eleştiriyormuş gibi görünmeye başladık.
Bildirinin sınırları zorladığını kabul ediyorum. Ama bana rağmen ifade özgürlüğü içinde olduğu görüşünde ısrarlıyım. Türk devletine ‘katil’, ‘katliamcı’ devlet demek hoşumuza gitmese de ifade özgürlüğüne girer. Devlet bir müşahhas şahıs olmadığına göre bu nitelendirmeden doğrudan zarar gören kimse olmaz. Bildirinin teröre doğrudan destek verdiği iddiası da zayıf. Bir kere daha söyleyeyim, bildiri sınırları zorluyordu ama zaten ifade özgürlüğü problemi sınırlarda doğar. Bildiri ortaya çıktığında olay yaşanmaktaydı. Bildiri toplumun hendek terörüne bakışında ve devletin şiddeti temizleme mücadelesinde bir etki meydan getirmedi. Hatta tam tersine bu mücadelenin meşruiyetini artırdı. Ortada hendek terörü yokken bu mahiyette bir bildiri yayınlansa ve PKK militanları buna dayanarak özerklik ilan ediyoruz diyerek hendekleri kazsa ve başına silahla dikilseydi o zaman bildiri ile hendek terörü arasında doğrudan bir ilişki olduğu iddia edilebilirdi.
İfade özgürlüğü çok güzel bir ağaç ama meyveleri her zaman tatlı olmayabiliyor. Bu bildiri gibi acı meyveler de ortaya çıkabiliyor. Bu meyvelerden hoşnutsuzluk duyarak ifade özgürlüğünü budamak kendi kendimize zarar vermek anlamına gelir. Fikirlerden korkacak hâlimiz yok; şiddete meftun aydınların fikirlerinden bile. Bildiricilere karşı yapılan türden muameleler toplumun bu tür hastalıklı fikirlere ve tutumlara karşı direncini budar. Hatta şunu da söyleyeyim, ifade özgürlüğü terör ile mücadelede de en büyük silahımız. Bu yüzden AYM kararının yerinde ve haklı olduğu kanaatindeyim.