Kürt siyasî hareketinin partisi isim değiştirip HDP olunca, Kürt siyaseti ve sol adına meşru bir temsilci olma isteği Türkiye’de yaygın bir umut yaratmıştı. CHP’nin yıllardır yerini dolduramadığı alanı artık bir sol parti dolduracak umudu taşındı. Aslında sol çevrelerin dışında oluşan umut, sola duyulan sempati sebebiyle değildi. Asıl umut Kürt siyasetini ve meşru taleplerini şiddete başvurmadan talep edecek ve bunun haklı mücadelesini yürütecek siyasî figürlerin ortaya çıkmasıydı. Sol adına sadece Kürt siyasasını değil solun haklı olarak üzerinde yoğunlaştığı kadın özgürlüğü, engellilerin sosyal ve toplumsal entegrasyonu, doğa ve çevre, çalışan ve emekçilerin haklı ve meşru talepleri vb konular artık bir sol parti tarafından dile getirilecek olmasıydı.
Ancak işler böyle gitmedi genç ve sempatik olduğu için Anadolu’daki yaşlı kadınların dahi sempatisini toplayan Selahattin Demirtaş ve partisi herkeste derin bir hayal kırıklığına sebep oldu. Tabiî bu birdenbire olmadı iç ve dış bazı dinamikleri yanlış yorumlayan oportünist bazı unsurların zorlaması ve zaten dünden razı olma durumu da etkili oldu.
Türkiye’de derin arkaik izler taşıyan Gezi Olayları gibi bazı antidemokratik hareketler Türkiye siyasetini sağlam temellerden oynak bir zemine taşıdı. Özellikle Ortadoğu’da kimsenin yönetemediği ve öngöremediği toplumsal ve siyasal gelişmeler doğrudan Türkiye siyasetini de etkiledi. İçeride ve dışarıda siyasî geleceği öngörülemez bir Türkiye oluştu, bunu bir fırsata çevirmek isteyen antidemokratik ve baskıcı iç faktörler ile onlara destek vermeye her an hazır bulunan dış unsurlar devreye girdiler.
Artık AKP’li bir Türkiye olmayacaktı, onlara göre AKP’nin yıkılma sürecini hızlandırmak ve kesin düşüşünü garantilemek için en kullanışlı unsur Kürt siyasi hareketinden başkası değildi. İki-üç sene öncesinden başlayan barış müzakerelerinin ilerlemesine gerek yoktu, yeni kurulacak AKP’siz bir hükümetin böyle bir iradesi zaten olmazdı. HDP sağlam bir Erdoğan ve AKP karşıtlığı ile kolaylıkla solun sempatisini kazandı hatta kendi partisine ve seçmenine ayıp edeceğini hiç düşünmeden biz de ailecek HDP’ye verdik diyen CHP’liler bile dünden hazırdı destek vermeye, yeter ki AKP’siz bir Türkiye kurulsun. Özellikle büyük güçlerin Suriye üzerinden gizli anlaşmaları ve bölge sosyolojisine ilaveten diğer dengelere doğrudan müdahalesi Türkiye’deki barış görüşmelerini PKK için anlamsız kılmıştı. Onlara göre Kürtlerin yüzyıldır bekledikleri fırsat doğmuştu. Egemen, totaliter bir PKK devletinin ilk adımları Suriye’de atılmıştı eğer barış süreci devam ederse bunun Türkiye ayağının gerçekleşmesi mümkün olmazdı. PKK’nın talimatıyla HDP biriktirdiği tüm sempatiyi, güveni sadece bir kaç haftada yerle bir etti. PKK’nın tüm eylemlerinin adeta siyasî savunuculuğunu üstlenen HDP, PKK’nın gölgesi altında Kürt siyasî hareketini, siyaset dışında bırakmada başarısız olmadı.
AKP’nin dev 1 Kasım başarısından sonra Türk siyaseti iki uç milliyetçi akımı siyasetin bayağı dışına itti ancak sonrasında şiddetli çatışma ortamında en büyük darbeyi elbette HDP yedi. Yeni Anayasa tartışmalarının başladığı ortamda Kürtlerin meşru taleplerini yeni toplumsal mutabakata ekletecek bir siyasî hareket artık yoktu. Güneydoğu’da yürütülen şiddetli çatışmalara rağmen Türkiye siyaseti ve sosyolojisi yeni Türkiye’nin kurumlarını ve sınırlarını oluşturmada oldukça istekliydi. Özellikle kendisinden beklenmeyecek bir yumuşaklıkla yeni anayasa görüşmelerine yeşil ışık yakan CHP tüm ılımlı çevrelerde bir umut uyandırdı.
Eğer AKP ve CHP’nin üzerinde uzlaştıkları bir anayasa yapılırsa toplumsal meşruiyeti çok yüksek bir mutabakat ortaya çıkacaktı. 1 Kasım seçimleri sonrası siyasetin merkezinden uzaklaşan milliyetçi reflekslerin MHP ayağını kısmen AKP karşılıyordu ancak HDP’nin Kürt siyaseti adına talep edeceği meşru talepleri kalmadı zira sadece totaliter, gayrihukukî bir yapının güdümündeydi. HDP’nin Türkiye siyaseti içinde meşruiyeti de kalmadı.
Peki CHP, HDP’nin iddiası yerine Kürtlerin meşru taleplerinin savunucusu olamaz mı? Bence, pekâla olabilir.
Çünkü son 10 yılda CHP ve tabanı siyaset yapmayı öğrenmeye başladı. Önceden kurulmuş vesayet düzeni ve kurumları sayesinde siyasî mücadeleye gerek kalmadan girdikleri her türlü mücadeleyi kazanan zihniyet, 2002’den sonra artık bu mücadeleleri kazanamaz oldu. Sürekli değişen Türkiye sosyolojisinin ve siyasî dinamiklerin bazı CHP’lileri bu yanlışlıklar üzerine düşünmeye zorladığına inanıyorum.
Daha önceden siyaset yapmamış Türkiye’nin en eski siyasî partisi, siyaset yapmakta çok başarısızdı. İster onları temsil eden entelijansiya, ister siyasî elitler, isterlerse tabanları olsun siyasî mücadeleyi değişen şartlar sayesinde yeni yeni öğrenmeye başladılar. Ayrıca bu değişen şartların sürükleyicileri AKP’yi de sürekli değişime zorlayan toplumsal dinamikler haline geldiler.
Bir TV programında muhteşem bir metaforla CHP’nin siyasetsizliğini analiz eden Etyen Mahçupyan şöyle söylemişti: “Bir fabrikada işçilerin tamamı patronu tanır ancak patron işçilerden sadece bir kaçının ismini bilir onlar hakkında detaylı bilgiye sahip değildir. CHP’nin Türkiye’ye bakışı da aynen böyle ülkenin patronu gibi hep tepeden baktılar bu yüzden ne dindarları ne de Kürtleri anlayabildiler. Ancak bu süreçte çok politize olan dindarlar ve Kürtler CHP’lileri çok iyi tanıyorlardı. Bundan dolayı da hep siyasî oldular ve bu işi CHP’lilerden çok daha iyi bir biçimde başarabildiler.”
Ancak son dönemlerde girdikleri antidemokratik mücadeleleri kaybetmeleri CHP’yi siyasetin içine çekti. Çoğu zaman duruşunu ve söylemlerini hiç hazzetmesem de Kılıçdaroğlu’nun din ve özgürlükler çerçevesinde yorumlanacak bazı noktalarda demokratik tavrı CHP tabanında da olumlu bir karşılık gördüğünü düşünüyorum. İşte CHP patron edasından çıkıp, kitlesiyle yetinmeyen bir siyaset anlayışı yürütürse HDP yerine Kürtleri temsil edebilir. Eğer böylesi bir görevi üstlenirse Kürtleri de PKK’nın baskısından kurtarır. İlerde oluşacak demokratik ve ileri Türkiye hedeflerine çok muhteşem katkılar sunar…