Açlık, fakirlik ve sivil toplum

İKTİSAT ilmine servet ilmi de denir. İktisat servetin yaratılma şartları ve biçimleriyle ilgilenir. Bu anlayış boşuna ve temelsiz değil, zira, fakirlik tarih boyunca insanlığın ortak hâli olmuş. Zenginlik ise istisnai olarak ortaya çıkmış. Başka bir deyişle, insanlar çoğu zaman fakir, istisnai olarak zengin olmuş. Çok değil birkaç asır öncesine gidersek, insanların büyük babalarının fakir öldüğünü bildiğini, torunlarının torunlarının da fakir öleceğini bildiklerini ve bunu kaderleri olarak kabullendiklerini görürüz. 

Buna karşılık, zamanımızda hem popüler kültürde hem de iktisat literatüründe fakirliğe istisna zenginliğe kuralmış gibi bakma eğilimi çok güçlü. Bunun sebebi, insanlık tarihinin hem mutlak hem nispi anlamda en zengin döneminde yaşamamız. Zenginliği o kadar normal karşılıyoruz ki, fakirliğe tahammül edemiyoruz, fakirliğin ortadan tamamen kaldırılabileceğini düşünüyoruz ve bunu gerçekleştirmek istiyoruz. Yani niyetimiz iyi, ancak, iyi niyet iyi sonuçları garanti etmiyor. 

ZENGİNLİK NEDİR?

Adam Smith bir ülkenin zenginliğini o ülkede yaşayan inanların ihtiyaçlarını karşılamada kullanılabilecek mal ve hizmetler toplamı olarak tanımladı. Bu tanımı esas alırsak, zenginlik bir mal ve hizmet stokuna işaret ediyor olmalı. Stok genişledikçe zenginlik artar, daraldıkça zenginlik azalır. O halde zenginleşmenin yolu daha çok mal ve hizmete sahip olmaktan geçiyor. Bu ise elbette üretimle veya başkalarının ürettiklerine sahip olmakla ilgili. 

Zenginlik toplanıp sonsuza kadar muhafaza edilebilen bir şey değil. Zenginliğin tüm parçaları tükenir. Her bir zenginlik kaleminin tükenme süresi farklıdır ama tükenme kaçınılmazdır. Mesela, bir yiyeceği üç günde, bir çorabı üç ayda, bir takım elbiseyi üç yılda, bir koltuk takımını on yılda, bir aracı yirmi yılda, bir konutu seksen yılda tamamen tüketiriz. Zenginliğimizi muhafaza edebilmek için üretimi devamlı sürdürmemiz gerekir. Başka bir deyişle, tüketim sürekli olduğundan üretim de sürekli olmalıdır.

Zenginlik üretilmezse tüm insanlar fakirdir. İnsan cinsi kendini zengin bir dünyada bulmadı.  İhtiyaçlarını karşılamak için dünyaya yönelmesi, onu işlemesi ve dönüştürmesi gerekti. Bu, insanın emeğini tabiatın hammaddesiyle karmasıyla yapılabildi. Hayatın akışı içinde biriken bilgi, bilginin uygulaması olan teknoloji de zenginlik yaratma, başka bir deyişle fakirlikten kurtulma mücadelesinde insanlığa yardımcı oldu. Kuşku yok ki, bütün bunların etkili olması doğru ekonomik politikaların uygulanmasına da bağlıydı. Yine Adam Smith’e dönersek, işbölümü, doğal özgürlük sistemi, engelsiz piyasa ekonomisi, insanın asgari seviyede beka seviyesinden yüksek bir refah seviyesine tırmanmasına yardımcı oldu. 

FAKİRLİK NEDİR?    

Fakirlik yoksulluktur; sahip olmamaktır. Ancak, sahip olmama derecesi ve yoğunluğu fakirliğin farklı türlerini ortaya çıkartır. İlgili literatürde fakirliğin ikiye ayrıldığını görürüz: Mutlak fakirlik ve nispi fakirlik. Bu ikisi çoğu zaman birbirine karıştırılır, ancak, fakirliğin ne olduğunu iyi anlamak ve fakirlikle mücadelede doğru yerde durmak istiyorsak bu iki fakirlik türünü birbirinden ayırmamız ve aralarındaki farkların altını çizmemiz gerekir. 

Mutlak fakirlik, insanların bekaları için gerekli gıda ve barınak gibi temel ihtiyaçları istikrarlı bir temelde temin edememeleri halidir. Buna ağır fakirlik de diyebiliriz. Nispi fakirlik ise insanlar arasında varlık sahipliği ve refah seviyesi bakımından farkına varılır farkların olmasıdır. Mutlak fakirliğin oranı ülkeden ülkeye değişir. Günümüzde genellikle bu konu “günde 1 dolardan az parayla geçinmek zorunda kalanlar” kavramı üzerinden ele alınmaktadır. Bu durumdaki insanların sayısının artmasına veya azalmasına bakarak dünyada fakirliğin gidişatı hakkında değerlendirmeler yapılmaktadır. Ancak, son zamanlarda bu rakam biraz yükseldi. Dünyanın en fakir bölgesi sayılan alt-Afrika’da günde 1,25 dolardan az gelirle geçinmek mutlak fakir olmak anlamına geliyor. Şüphe yok ki bu miktar zengin ülkelerde çok daha yukarıdadır. Örneğin, ABD’de fakirlik eşiği dünya per capita’sının iki katından başlamaktadır. 

Fakirlikle mücadeleden söz edildiği zaman hangi fakirlikle mücadele kastedilmektedir? Bunun ayırdına çok az insan varır. Ancak, fakirlikle mücadelenin anlamı mutlak fakirliğin geriletilmesi, azaltılması ve mümkünse ortadan kaldırılmasıdır. Nispi fakirlik de ilgi konusu olabilir ama; asla tam olarak giderilemeyecek bir durumdur. Ne yaparsak yapalım, bazı insanlar daha fazla şeye bazı insanlar daha az şeye sahip olacaktır; yani nispi fakirlik her zaman insanlığın hayatında kalacaktır. 

Fakirlik yoksulluktur; sahip olmamaktır. Ancak, sahip olmama derecesi ve yoğunluğu fakirliğin farklı türlerini ortaya çıkartır. İlgili literatürde fakirliğin ikiye ayrıldığını görürüz: Mutlak fakirlik ve nispi fakirlik. Bu ikisi çoğu zaman birbirine karıştırılır, ancak, fakirliğin ne olduğunu iyi anlamak ve fakirlikle mücadelede doğru yerde durmak istiyorsak bu iki fakirlik türünü birbirinden ayırmamız ve aralarındaki farkların altını çizmemiz gerekir. 

AÇLIKLA MI, FAKİRLİKLE Mİ MÜCADELE?

Konuya sağlıklı bir yaklaşım için, açlıkla mücadele ve fakirlikle mücadele arasında bir ayrım yapmak da şart. Çoğu zaman bu ikisi birbirine karıştırılıyor ve açlıkla mücadelenin fakirlikle mücadeleyle aynı şey olduğu zannediliyor. Oysa bazı durumlarda bu ikisi çakışırken, bazı durumlarda da ikisi arasında bir çelişki söz konusu olabilir.

Açlıkla mücadele bir insanın bir an veya bir gün için hayatta kalmasını sağlayacak yiyeceğe sahip olamaması, ulaşamaması durumudur. Bu durumda ona ihtiyacı olan yiyeceğin başkaları tarafından temin edilmesi gerekir. Aksi takdirde, kişi hayatını kaybetme tehlikesiyle karşılaşacaktır. Fakirlikle mücadele ise kişinin çok uzun süreler veya devamlı olarak açlık durumunda kalmasının engellenmesidir. Bunda da başkalarının yardımı olabilir, ancak bu yardım geçici olmak zorundadır. Kişinin fakirlikten kurtulması bu durumdan kurtulması anlamına gelir. Halk dilinde ikisi arasındaki ayrım balık vermekle balık tutmayı öğretmek arasındaki fark üzerinden vurgulanır ve izah edilir. Balık vermek açlığı gidermeye, balık tutmayı öğretmek fakirlikten kurtulmaya yardımcı olmaya denk gelir. 

Erişkin ve muktedir kişinin yiyecek ihtiyacının devamlı başkaları tarafından karşılanması, tuhaf bir çelişkiyle, o kişiyi fakirliğe mahkum edebilir. Diğer taraftan kişinin onurunu da zedeleyebilir. Bu yüzden, açlıkla mücadeleyi fakirlikle mücadeleyle karıştırmamak, onunla ikame etmemek gerekir. 

Şüphe yok ki, anlık açlıkla karşılaşan kimselere yardımcı olmak ve onların açlığını doğrudan doğruya gidermek asil bir davranıştır. Şükürler olsun ki insanlarda hâlâ bu haslet var.  Ancak, bunun süreklilik kazanması yani erişkin ve muktedir kişinin yiyecek ihtiyacının devamlı başkaları tarafından karşılanması, tuhaf bir çelişkiyle, o kişiyi fakirliğe mahkum edebilir. Diğer taraftan kişinin onurunu da zedeleyebilir. Bu yüzden, açlıkla mücadeleyi fakirlikle mücadeleyle karıştırmamak, onunla ikâme etmemek gerekir. 

ÜRETİM Mİ DAĞITIM MI?

Bu bizi başka bir konuya taşır. Fakirliğin giderilmesi üretimin artmasıyla mı yoksa dağıtımın bu amaca yönelik olarak tanzim edilmesiyle mi sağlanır? Popüler kültürde dağıtımı işin özü gibi görme ve gösterme eğilimi baskındır. Dağıtımın fakirliğin ortadan kaldırılmasına hiç katkısı olmadığını söyleyemeyiz. Ancak, bunun fakirliği ortadan kaldırmaya tek başına yeterli olduğunu iddia etmek de abartılı olur. Esasen, bu ikisi birbirinden tamamen ayrı olmayan, iç içe geçmiş süreçlerdir. Bununla beraber, önce gelen üretimdir. Üretim yoksa zenginliğin kalemleri yoktur ve dağıtım yapma imkânı da yoktur.

Bu konuyu bir örnekle daha açık anlatabiliriz. Türkiye insanların çoğunun Müslüman olduğu bir ülke. Birçok kimse zekat veriyor veya vermeye çalışıyor. Bazı İslamcı yazarlar bir Müslüman toplumunda zekatın fakirliği çözmeye yeterli olacağını iddia ediyor. Oysa zekat bir yeniden dağıtımdır. Üretimin yani zenginliğin yaratılmasının onu öncelemesi gerekir. Yoksa, dağıtılacak bir şey olmaz. Üretim olmayınca herkes fakir olur ve herkesin fakir olduğu yerde kimsenin zekat verme mükellefiyeti olmaz. 

Bir diğer örnek Çin ve Hindistan gibi geniş kitlelerin fakirlikten yeni yeni kurtulduğu ülkelerden verilebilir. Bu ülkelerde milyonlar on yıllarca açlık ve sefalet içinde yaşadı. Son yıllarda durum değişmeye başladı. Ancak, bunu mümkün kılan yeniden dağıtım değil üretimin artmasıdır. Bu iki ülke daha çok yeniden dağıtım yaptıkça değil, daha fazla ürettikçe fakirlikten çıkmaktadır. 

Afrika’da açlık çeken bölgeler var. Buralarda insanlar temel gıdaları bulmakta aciz. Bu durumdaki insanlara yardımcı olmak için para toplansa ve bunlar destelenip kamyonlarla oralara gönderilse bir işe yarar mı? Kendi başına bir işe yaramaz. O paraların mallara çevrilme imkânı olması gerekir. Bunun için de o malların daha öncesinden üretilmiş olması şarttır. Böyle olmasaydı, paranın varlığı açlık ve fakirliği ortadan kaldırmaya yetseydi, dünyanın her köşesinde insanlar para basarak fakirlikten kurtulur, refaha ulaşırdı. 

PARA FAKİRLİKLE MÜCADELEDE NEREDE?

Bir diğer kafa karışıklığı para etrafında ortaya çıkar. Para sahibi olmanın fakirliği ortadan kaldıracağı sanılır. Normal bir ekonomik hayatta bu birey için doğru olabilir. Paraya ulaşan birey ihtiyaçlarını daha fazla ve daha istikrarlı şekilde karşılayabilir. Ancak para bir araçtır. Kendisi yenemeyeceği ve eşya olarak kullanılamayacağı için paranın mala dönüştürülmesi gerekir. Bu, malların olmasına bağlıdır. Mal üretiminin yapılmadığı veya yeterli ölçüde yapılmadığı yerde para sahibi olmak bir anlam ifade etmez. Para dağıtılarak fakirlik giderilemez.

Ne demek istediğimi somutlaştırayım. Afrika’da açlık çeken bölgeler var. Buralarda insanlar temel gıdaları bulmakta aciz. Bu durumdaki insanlara yardımcı olmak için para toplansa ve bunlar destelenip kamyonlarla oralara gönderilse bir işe yarar mı? Kendi başına bir işe yaramaz. O paraların mallara çevrilme imkânı olması gerekir. Bunun için de o malların daha öncesinden üretilmiş olması şarttır. Böyle olmasaydı, paranın varlığı açlık ve fakirliği ortadan kaldırmaya yetseydi, dünyanın her köşesinde insanlar para basarak fakirlikten kurtulur, refaha ulaşırdı. 

FAKİRLİKLE MÜCADELEDE PİYASA EKONOMİSİ VE SİVİL TOPLUM 

Açlıkla da fakirlikle de mücadelede esas olan üretim yapmak ve üretimi daimi kılmaksa, yapmamız gereken, hangi ekonomik modelin bunda daha başarılı olduğunu tespit etmektir. Bilinen iki saf ekonomi modeli var: Piyasa ekonomisi ve komuta ekonomisi. Üretim araçlarında özel mülkiyete ve serbest mübadeleye dayanan ve ekonomik kararların bağımsız ekonomik aktörler tarafından alındığı piyasa ekonomisi; üretim araçlarının devlet sahipliğinde olduğu, serbest ticaretin yasaklandığı ve tüm ekonomik kararların bir merkezi otorite tarafından alındığı komuta ekonomisinden çok daha başarılıdır. Piyasa ekonomisini benimseyen toplumlar komuta ekonomisini benimseyen toplumlardan daha üretkendir.

Piyasa ekonomisinin yaratılmasına zemin hazırladığı muazzam zenginlik fakirlikle mücadele açısından hem devlete hem de sivil topluma büyük imkânlar sağlamaktadır. Devletler piyasa ekonomisinin yarattığı kaynaklardan el koyduğunun bir kısmını fakirlikle mücadele için seferber edebilir. Bununla beraber, devletlerin yapabileceği şeylerin sınırları vardır. Bu yüzden, onların katkı yapacağı kesin olan işlerin ötesine geçmemesi gerekir. Bu çerçevede, kamu kurumlarının sağladığı meslek edinme eğitimleri ve istismar yolları tıkanmış şarta bağlı sosyal yardımlar çok faydalı olabilir. Ancak, şartsız yardım ve politik kazanç amaçlı refah programları uzun vadede toplumun üretim gücünün altını oyar. 

Piyasa ekonomisi modeli sivil toplumu da açlık ve fakirlikle mücadele bakımından çok faydalı pozisyonlara yerleştirir. Toplumun artan zenginliği, insanları başkalarına yardım için gitgide daha fazla kaynak ayırmaya muktedir ve istekli hâle getirir. Bu duygu ve düşüncedeki insanlar bir araya gelerek ekonomik kaynaklarının, düşünce ve organizasyon güçlerinin ve zamanlarının bir miktarını açlık ve fakirlikle mücadeleye tahsis edebilir. Bu sayede bu amaca yönelik faaliyet gösteren bireyler ve kuruluşlar ortaya çıkar. Bunlar ülkenin her tarafına yayılır.

Açlık ve fakirlikle mücadelede sivil toplum kuruluşlarının birçok avantajı vardır. Bunlar kaynakları daha etkin kullanabilirler. İstismarları sıfırlar veya önemli ölçüde azaltırlar. Toplumsal bağları yayar ve kuvvetlendirirler. Toplumun, devletin göremeyeceği ve inemeyeceği derinliklerine nüfuz edebilirler. Mahalli ihtiyaçları tespit edip onları hızla mahalde temin edebilirler. Kısaca, açlık ve fakirlikle mücadelede çok başarılı olabilirler. Esasen bugün genellikle devlet tekeline alınmış olan yardım ve dayanışma kuruluşları ve yöntemleri ilk olarak sivil toplum içinde ortaya çıkmıştır. Devletler daha sonra bu alanı işgal altına almıştır. Devletlerin geri çekilmesi ve bu alanı daha geniş ölçüde sivil topluma bırakması açlık ve fakirlikle mücadelede çok daha iyi sonuçlara ulaşılmasının yolunu açacaktır.  

Dernekler Dergisi, 20.05.2015

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et