Koronavirüs salgınıyla mücadelede ülkelerin başarı derecesi hakkında kesin hükümlere varmak için henüz erken olmakla beraber, ilk göstergeler bu bakımdan (geçici) bir sıralama yapmanın mümkün olduğuna dair işaretler veriyor. Bu işaretlere bakınca görülen manzara ABD’nin iyi bir sınav veremediği. ABD vaka ve ölüm sayısı bakımından en başta geliyor. Ülkede adeta bir kargaşa ve kaos havası var. Buna bakarak ülkemizin sağcıları ve solcuları ABD hakkında iddialı yorumlar yapıyor.
Memleketimizin sağcıları (sağcı oldukları söylenebilirse özellikle İslamcılar) emperyal bir güç olarak ABD’nin çuvalladığını, bu başarısızlığın ABD’nin çöküşünün ilk adımı olduğunu öne sürüyor. İnternette dolaşan bir videoda merhum Kadir Mısıroğlu, yıllar önce, ABD’nin 2020’de çökmeye başlayacağını ve Çin tarafından bir anlamda teslim alınacağını söylüyor. Memleketimizin solcuları da, ABD’nin emperyalliğini, Türkiye’de iktidara karşı tavır aldığından dolayı, epeydir unutmuş olmakla beraber, kapitalizmin beşiği ve numunesi olarak ABD’nin çökmekte olduğunu büyük bir memnuniyetle yazıp çiziyor.
ABD gerçekten çöküyor mu? Yeni bir dünya düzeni kurulacak ve ABD bu düzende bugünkü dünya düzeninde olduğu kadar önemli bir yer işgal etmeyen bir ülke hâline mi gelecek? Yoksa tamamen dağılacak ve ABD diye bir ülke kalmayacak mı?
Geleceği Allah’tan başka kimse bilemez. Bu yüzden, söylenen ve söylenecek her şeyde, kaçınılmaz olarak, önemli ve ciddî derecede spekülasyon var. Bununla beraber, bazı tespitler ve analizler yapmak mümkün.
ABD’nin iki yüzü var. Bunlara melek yüzü ve şeytan yüzü diyebiliriz.
ABD muazzam derecede güçlü ve hayran olunacak bir sivil toplum geleneğine sahip. Son on yıllarda çok kan kaybetmiş olmasına rağmen bu gelenek sonuçları ve yansımaları ile hâlâ yaşamakta. ABD’yi büyük Amerika yapan da aslında bu güçlü sivil toplum geleneği. İnsanların kendi problemlerini kendilerinin çözmesine ve insanî amaçlar için büyük fedakârlıklar ihtiva eden gönüllü işbirliği yapılmasına dayanan bu gelenek ABD’yi dünyanın geri kalan her toplumundan çok farklılaştırıyor. Bu nasıl böyle olmuş ayrı bir hikâye. Ama Amerikan toplumu dünyanın en hayırsever toplumudur. Her tür problem için insanlar devletten bir şey beklemeksizin bir araya gelir ve elini taşın altına koyar. Amerikan hayır kuruluşları her yıl ülke içinde ve dışında akla gelen her mevzuda her ihtiyacı olan milyonlarca insana yardım elini uzatır. ABD’nin GSYİH’sının yüzde üçü hayır faaliyetlerine gider. Bu, bugünkü rakamla 600 milyar dolardan fazla para (yani neredeyse Türkiye’nin GSYİH’sı) demektir.
Bir karşılaştırma ile durumu anlatayım. Türkiye’de devlet koronavirüs salgını ile mücadele için ülke çapında dayanışma kampanyası açtı. Toplanan miktar 2 milyar liradan az. Yani 300 milyon dolar civarında. Ekonomilerin çapı farklı olmakla beraber bu ABD’de orta büyüklükte bir hayırseverin tek başına bağışlayabileceği bir miktar. ABD’de örneğin üniversitelere yapılan bağış, bizim rakamlarımızla anlaşılamayacak kadar yüksektir. Bu sayede, sırf Harvard’ın varlıkları Türkiye’nin tüm üniversitelerinin toplam varlığından fazladır. ABD yaratıcılığın ve girişimciliğin sağlam zemin bulduğu, engellenmediği, çiçek açmasına izin verildiği bir ülkedir. Dünyanın her tarafından parlak beyinlerin bir şekilde yolunun ABD’ye düşmesi zorla olan değil ülkenin doğal çekiciliği, serbestliği ve zenginliği tarafından ortaya çıkartılan bir fenomendir. ABD son derece üretken bir ülkedir. Nüfusunun dünya nüfusuna oranı %3 olmasına karşı dünya ekonomisindeki payı %25’ten fazladır. Ortalama üretkenlik Avrupa’dan en az bir kat fazladır. Her ülke Amerikan pazarına girmek ister çünkü dünyanın en zengin ülkesidir. ABD eğer Çin’e pazarlarını açmasıydı Çin ticaretin tetiklediği ve milyonlarca insanın açlıktan çıkmasını sağlayan ekonomik dönüşümünü ya hiç gerçekleştiremez ya da bu ölçüde gerçekleştiremezdi. Bu, ABD’nin melek yüzü.
ABD’nin şeytan yüzünde bekleneceği gibi ABD devletinin ve ona eklemli olarak faaliyet yürüten toplum kanatlarının payı vardır. Bu ABD’liler kendilerini dünyanın merkezi olarak görür ve başka her yere küçümsemeyle bakarlar. Daha önce bir yazımda ifade etmiştim, bunların diğer insanlara ve ülkelere bakışta temel ölçütü “ABD’nin iyi bir arkadaşı” (A good friend of America) olmaktır. Böyle düşünenler arasında ne yazık ki bazı Amerikan klasik liberalleri ve liberteryenleri de vardır. Amerikan devleti kendi politikasına uyan devletlerle istediğinde rejimlerinin niteliğine bakmaksızın iş birliği yapar. Yerine göre diktatörlükleri destekler yerine göre diktatörlüklere demokrasi, insan hakları gibi değerleri araçsallaştırarak cephe alır. ABD meselâ Türkiye’ye demokrasi gerekçesiyle baskı yapar ama dünyanın en vahim insan hakları ihlalcilerinden Suudi rejimiyle sıkı fıkıdır. Anti-semitizme karşı hassastır ama İsrail devletinin Filistinlilere yaptığı zulme ses çıkarmaz. Türkiye’de demokrasi ister ama demokrasiye aykırı ve hukuk dışı darbe teşebbüsüne imza atan FETÖ’nün elebaşını ve karargâhını –muhtemelen bir gün yine işe yarayabilir, Türkiye’de değilse başka yerlerde işe yarayabilir veya ne gibi oyunlara girdiğinin deşifre edilmesine neden olabilir gibi gerekçelerle- ülkesinde muhafaza eder ve korur. Amerika sevmediği rejimlere askerî müdahaleden istikrarsızlaştırma faaliyetlerine kadar her yolla müdahale eder. Japonya’ya bomba atıp on binleri öldürür, Japon vatandaşlarını kamplarda toplar, zencilere eşit statü tanımaz, Guantanamo’da zorla tuttuğu kimselere insan haklarına aykırı muameleler yapmakta beis görmez ve olağan yargılama yollarını işletmez. Bu türden şeyler de ABD’nin şeytanî yüzünün yansımaları.
Bana öyle geliyor ki, ABD’nin yıkılma, çökme sürecine girdiği yolundaki görüşler bir tespitten çok bir temenni. ABD’nin veya bir başka ülkenin nasıl çökeceği bellidir. Dış saldırıyla işgale uğrayabilir veya kendi içinden parçalanabilir. Bu ihtimaller her ülke için mevcut. Ama ABD’nin işgale uğrama ihtimâli yok. İçten çökme ihtimâli teorik olarak var. Federal sistem parçalanabilir ve ortaya birçok devlet çıkabilir. Ama buna dair de kuvvetli bir işaret yok. Diğer taraftan, bir ülkenin çöküşüne, Sovyetler Birliği örneğinde olduğu gibi, halkın genel ihtiyaçlarını karşılayabilecek üretkenlikten mahrum bir sistemi topluma dayatmanın sonuçları da sebep olabilir. ABD’de buna dair bir işaret de yok. Bu yüzden, koronavirüs salgını ile mücadeledeki kötü performansına dayandırılan ABD’nin çöktüğü veya çok yakında çökeceği iddiaları pek inandırıcı görünmüyor.