Türkiye bir yandan normalleşme ve demokratikleşme istikametinde hızla ilerlerken, diğer yandan da bu gelişmelere direnen ve ayak uyduramayanların tepkileri ortaya çıkıyor. Bir ölçüde tabii karşılanması gereken bu süreçte müfritlerin değil mutedillerin hâkim olması gerekiyor. Aksi halde, hiç beklenmedik kazalarla karşılaşılabilir ve kazananın olmadığı bir çatışmanın içine savrulabiliriz.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Grup kürsüsünden açıkça sövmesi ve bunu yeni bir strateji olarak takdim etmesi endişe verici. Geçen Perşembe Yeni Yüzyıl’da bu “Cinnet Siyaseti”ni ele almıştım.. Ahlaksızlılığı karşı görüşle özdeşleştiren bu lümpen siyaset anlayışından kurtulmak gerekirken, Kılıçdaroğlu’nun bu lümpen siyaseti genel başkanlık düzeyine taşıması CHP’nin müfritleşmesi anlamına geliyor. CHP geçmişte bu müfritleşmeden çok çekmişti… İnşallah yeniden bu hataya düşmezler…
Ne yazık ki, yakın tarihte bu kötü ihtimalin tezahür ettiği birçok örnek yaşadık. Bu bakımdan bütün taraflar, kendi içindeki müfritleri dizginlemeli ve karşı tarafın müfritlerini değil, mutedillerini muhatap alarak sorunlara makul çözümler aramalıdır.Bu hafta, bu tür bir kötü örnekten ve bir müfritin kendine, partisine ve ülkesine verdiği zarardan bahsedelim.
Bu isim CHP’nin liberal bir programdan otoriter bir programa ve otoriter tek parti yönetimine geçişte önemli bir rol üstlenen Recep Peker’dir. Şimdi bu dönüşümü, Samet Ağaoğlu’nun ağzından dinleyelim.
CHP’nin Liberalizmden ve Demokrasiden Uzaklaşması
CHP’nin birinci programı liberal prensiplere dayanıyordu. Bu programı hazırlayanlar arasında bulunan merhum babamın(Ahmet Ağaoğlu’nun) notlarından anlaşılıyor ki gerek bunun, gerek anayasanın yapılmasında iki fikir şiddetle çarpışmıştır. Bir yanda devlete geniş kudretler, salahiyetler tanıyan görüş, öte yanda devleti, vatandaşın serbest teşebbüsünü korumakla vazifelendiren prensip!
Eski meclis başkâtibi yeni Kütahya mebusu bu münakaşalarda devletçi fikrin en hararetli savunucularından biri olarak gözükmüştür! CHP programının gittikçe devletçi, hatta faşist manzara almasında onun rolü çoktur!
Üniversitelerde ‘İnkılap Kürsüleri’ açılarak ilk hocalarının siyasi şahsiyetlerden seçilmesine karar verildiği zaman Kütahya mebusunun akla gelmesi beyhude değildi! O, devletçi, hatta faşist görüşünü bu kürsüde açıkça ortaya sürdü. Çocukça deliller, basmakalıp mukayeseler, mesnetsiz, vesikasız iddialarla dolu ders notlarını gözden geçirdiği vakit kendisinin gerçek bir profesör olduğuna inanıyor, üniversitedeki mütevazi, sakin, mahcup arkadaşlarına da yüksekten bakarak ders vermekten çekinmiyordu!
Basın Hürriyetine Ne Lüzum Var
Peker, bu derslerinde “demokrasi düşmanı bir ideolog” olarak şöyle diyordu:
“O zamanki imparatorluk buna hürriyet namına müsaade ediyordu, fakat buna kanunlarla çare bulunmak istendiği zaman, hürriyete dokunuyorsunuz, diye haykırıyorlardı. Nihayet tedbir olarak tabanca bile kullanıldı. Matbuat hürriyetinden istifade ederek yazdığı şeyler kanunla menedilmediği için bir gazeteci köprü üstünde öldürtüldü. Ne ona, ne de buna lüzum vardı.
Zor Kullanmak Lazım
“İnkılapları yapmak için çok kere zor kullanmak lazımdır. Saydığım anlamda bir değişiklik yapılırken mukavemet ve irtica unsurları yerine göre elinde silahla veya cebinde kitapla, kafasında eskiye alışmış somurtkanlık, dilinde iğfal ve tehevvürle gelip karşınıza dikilirler. Bunları vurup devirmedikçe inkılabı yapmanın ve hatta uzun devirler korumanın imkânı yoktur. Öte taraftan alışan alıştığını bırakıp, alışmadığına girinceye kadar, aklından ve şuurundan gelmese bile, kendi alışkanlık duygularından birçok mukavemetlere maruz kalır. Bu bakımdan da Türk inkılabı en ziyade zor kullanmayı gerektiren bir hususiyet gösterir.
Liberalizme Ve Demokrasiye Karşıyız
“Amme haklarında anarşiyi besleyen, ekonomide ulusal çalışmayı yıpratan ve ulus yığınını istismar eden liberalizme karşı cephemizi daha sıklaştırıyoruz. Haklarda hürriyetin sınırını dehşet varlığının otorite sınırı içine alıyoruz. Teklerin ve hususi toplulukların faaliyetini genel menfaatlere aykırı olmamak kaydı ile bağlıyoruz. Artık her yerde son nefesini vermekte olan liberal devlet tipinin kucağında beslenip büyüyen çatışmalar zincirini kırıyor, sınıf kavgası yollarını sımsıkı kapatıyoruz.
Biz liberal devlet tipinin tanıttığı hergün bir karışıklıkla devletin durumunu, ileri gidişini, hızını bozan, yurttaşları birbirine düşüren bütün geri ve fena tohumların yeşermesine yol açan nizam ve birlik düşmanı klasik demokrasi yerine yurttaş zekasının beslenip açılmasına da yol veren sevgiye ve inana (imana) dayanan disiplinli bir beraberliği üstün sayıyoruz.
Hacı Bayram Meydanına August Meydanı Diyen CHP’li
Peker’in müfritliği bir süre sonra CHP içinde de tepki doğurmuş ve Peker, İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanan aşağıdaki tartışmadan sonra Bakanlıktan istifa etmek zorunda kalacaktır.
“Hocanın maksadı, hacılığı meydanın başına bir külah gibi geçirerek oraya Hacı Bayram Meydanı dedirtmektir. Hükümetin mesul bir uzvu sıfatıyla söylüyorum ki bunu yapamazsınız! Bu gerilik olur. Umdelerimize aykırılık olur.”
Dâhiliye Vekilinin bu sözleri Meclisin asabını fena halde müteessir etti. Eski eserleri meydana çıkarmak başkadır. O eserlerin üstüne kimin nesi olduğunu yazmak suretiyle medeniyete hizmet vazifesi yerine getirilir. Kendi Türk meydanına ne diye bir Roma İmparatorunun ismini vereyim. Birçok hatipler bu hatalı zihniyet ve mütalaayı tebarüz ettirdiler. Rasih Kaplan ise Recep’e mukabil bir hücumla cevap verdi:’Senin kafan zaten milliyet meselesini almaz’ dedi. Refik İnce işin en zayıf noktasına yerinden işaretle ‘Bu sözleri hükümet namına söylüyorsun yoksa şahsın namına mı?’ diye seslendi. Çünkü Recep mevzuun ve çizmenin çok üzerine çıkmıştı.
Bütçe Encümen Reisi İsmet Eker de dayanamadı. Söz alıp kürsüde Recep’e şu dersi verdi:
‘Milli hissiyatı düşünmemek ve tefrik edememek büyük hatadır. Büyük Millet Meclisi kimsenin inkılap vaizliğine ne muhtaçtır ve ne de tahammül edebilir. Ve kimse kendine öyle bir süs veremez.”
İdeologun Hazin Sonu
Recep Peker, bu istifadan sonra İsmet İnönü’yü irticaya taviz vermekle suçlayıp, parti içinde muhalefet yapmaya çalışırken, siyasi ortamın gerildiği durumlarda İnönü tarafından muhaliflere karşı kullanılacaktır. Bu sayede Başbakan olan Peker, kullanma tarihi geçince de istifa etmek zorunda kalacaktır. Samet Ağaoğlu, Peker’in hazin sonunu şöyle anlatıyor:
“Hastalığı kendisini hastaneye düşürdüğü zaman aldanmış olmanın verdiği ıstırap yerini yavaş yavaş ümitsiz bir tevekküle bıraktı! Artık ölüyordu! İntikam almaya vakit kalmamıştı! Hem buna ne lüzum vardı? Hakikatte kendi kendisini yemişti. Suçlu da, kurban da kendisinden başka kimse değildi.”
KUTU
Yumuşama Şart
Türk demokrasisinin, müfritlerin yarattığı tehlikeden korunması ve kronik meselelerin yumuşak bir şekilde çözülmesi gerekliliği, sağ duyulu bilim adamlarının da dikkatini çekiyor. Siyaset bilimci ve Türk siyasi düşünce tarihi disiplinin kurucu babalarından Şerif Mardin, Literatür Dergisine verdiği mülakatta şöyle diyor:
“Uzun vadede iyimserim. Kısa vadede iyimser değilim. Çünkü devamlı problemler var ve bunlar, çorap söküğü gibi devam edecek. Türkiye’nin özelliği bu. Bundan kastım da, Türkiye’nin özel problemleridir. Yani; sekülerizm, laisizm, devlet, merkez-çevre vs. gibi meseleler işte. Türkiye’nin kendine has problemlerinden bahsediyorum. Halletmeye çalışacağız. Dünyadaki her memleketin, az çok böyle problemleri var. Ama bunu yumuşak bir şekilde halletmeyi bilmişler. Belki biz de, bir gün, bu duruma gelebiliriz. Yumuşak bir geçiş. Ama bu, kısa vadede olacak şey değil.”
Yeni Yüzyıl, 17.04.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/kilicdaroglu-nicin-kufrediyor-chpde-mufritlesmenin-ve-lumpenlesmenin-tarihi-2020