Sığınmacılar Meselesini Ele Almak

“Ben öyle bilirim ki yaşamak, berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır.”

İsmet Özel’e ait bu dize bugünlerde hatırımıza daha çok getirmemiz gereken bir dize gibi geliyor bana. Çünkü zor günler, insanları yorduğu gibi umutsuzluk da getiriyor. Herkes derin ve rahat bir nefes almak istiyorken zorlukların ardı arkası kesilmiyor. Sadece bizim için değil, neredeyse bütün dünyada bu böyle ne yazık ki…

Son olarak Afganistan’daki görüntüler ile yandı ciğerimiz. 21. yy.’da insanoğlu henüz Aylan bebeğin utancını yaşıyorken şimdi de malum görüntüler saplandı göğsümüze. İçimiz acıdı, üzüldük…

Bir yandan bu görüntülerin şokunu yaşarken bir yandan da yeni bir tartışma alevlendi ülkemizde: “Afgan sığınmacılar”… Sığınmacıların yanında yer alanlar ile sığınmacı karşıtları ciddi tartışmalar yaşadılar/yaşıyorlar.

Suriyeli sığınmacıları ve birçoğunun çok muhtemel kalıcı olacağını henüz sindirememiş olan bir kesim, şimdilerde Afgan sığınmacıları diline doladı. Sığınmacı karşıtı kesimin argüman olarak sunduklarının çoğu komplo teorisinden ibaret olduğu için bunları burada tekrarlayıp tartışmayı düşünmüyorum. Sadece konuyla ilgili olduğunu düşündüğüm iki noktaya temas edeceğim:

İlk olarak ülkemizin bir demografi taktiği ve stratejisi sanıyorum yok… Suriyeli sığınmacılarda bunu gördüğümüzü düşünüyorum. Bugün Afgan, yarın belki Doğu’dan veya Batı’dan başka sığınmacılar… Merkez iddiasında bulunan bir toplumun bu duruma alışması ve buna hazırlıklı olması gerekiyor. Bana göre bu noktada çok az sayıda konuyu çalışan uzman dışında pek kimsenin fikri yok. Bu da ciddi problemlerin çıkmasına neden oluyor. Konuya ilişkin “uyum süreci, istihdam ve üretim, çok kültürlülük” gibi anahtar kavramların üzerine bir tartışma dahi göremedim.

İkinci olarak ise konunun açık toplum ve tarihsel dinamiklerle ele alınmıyor oluşu… Öncelikle belirtmek gerekir ki göç alan, farklı kültürleri içinde barındırabilen toplum yapısı açık toplumun önemli basamaklarından birisidir. Kabilecilik ise aksine kapalı toplumlara ait özelliklerden birisidir. Dünya tarihinde kapalı toplumlar hiçbir zaman kalıcı olamamışlardır. Savaş dönemlerinde dahi kapalı toplum yapısı, daha militer daha saldırgan vs. olmasına rağmen bu son hiç değişmemiştir. (Örneğin İngiltere ve Hitler Almanya’sı). Açık topluma yaklaşanlar ise çok daha esnek, çözüm odaklı, ilerici özellikleri ile geleceğe uzanan yapılar oluşturmuşlardır. Bunun benim bildiğim bir istinası yok…

Diğer yandan toplumların etkileşimi aynı zamanda gelişimi demektir. Farslarla birlikte yaşadığımız dönemde Farsça ile Türkçe’nin rekabeti ve etkileşimi sonucunda Türkçemizin ne kadar geliştiği herkesin malûmudur. Hatta buna yönelik karşılaştırmalar, sözlükler dahi yayınlanmıştır. Anadolu’da pek çok medeniyet izi inanılmaz bir mozaik ile her bir medeniyete gelişim şansı sağlamıştır.

Şahsen insanların zor günlerde günah keçisi aradığını ve bazı art niyetli kişilerin yönlendirmesi ile sığınmacı karşıtlığının ülkemizde arttığını düşünüyorum. Tabiî bunda ciddi bir stratejisi olmayan (ya da bize açıklanan bir şey yok) kurumlarımızın da payının olduğunu ifade etmek lazım. Ancak hatırlatmakta fayda var, Anadolu gibi kadim topraklar bereketlidir, şefkatlidir. Türk toplumu olarak ve bu toprakların sahibi olarak merkez olma iddiamızı unutmamalıyız. Zor günler elbette geçecektir, umutlu olalım. Ancak bugünlerde yaptıklarımızın, söylediklerimizin yarına ulaşacağını ve hatta yarınları şekillendireceğini de unutmayalım.

HALDUN BARIŞ

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et