İnsanların sosyal varlıklar oldukları Plato ve Farabi gibi klasik filozoflardan F. Hayek ve R. Nozick gibi çağdaş filozoflara kadar pek çok düşünür tarafından bir şekilde vurgulandı. Esasen bunu anlamak için filozof olmaya gerek yok. Yaşı biraz kemale ermiş, çocukluktan ergenliğe geçme, meslek öğrenme ve icra etme, aile kurma ve çocuklarla meşgul olma gibi hayatın olağan yollarında yürümekte olan her selim akıl sahibi insan şahsî gözlemleriyle aynı tespite ulaşabilir.
İnsanların toplumlar içinde yaşama mecburiyeti ve gerçeği yeni bir hikâye değil. Geçmişi ilk insan gruplarına, kümelerine kadar gidiyor. Kuşku yok ki bu olgu kısmen biyolojik zorunlulukların kısmense tercihin ve tecrübenin sonucu. İlk insan toplulukları çok küçüktü. İnsanlar uzun zaman ailelerden müteşekkil ve nüfusu elli civarında gruplar içinde yaşadı.
O günlerde dünya nüfus yoğunluğu çok azdı. İnsan tabiat karşısında daha edilgendi. Evleri ve sokakları aydınlatan lambalar olmadığından insanlar hayatını güneşe göre tanzim eder ve karanlık bastığında korkuya teslim olurdu. Beka mücadelesinin en önemli ayağı yiyecek bulmaktı. İnsanlar zamanlarının, enerjilerinin ve kaynaklarının tamamına yakın bir kısmını yiyecek bulmaya harcardı. Üretim ya hiç yoktu ya da çok azdı. Gelecek belirsizlik ve korkularla doluydu.
Bu şartlar altında diğer insanlara yakın durmak hayatta kalmanın ön şartıydı. Grubundan ayrı düşen veya dışlanan bir kimsenin veya ailenin hayatını sürdürebilmesi grupta olduğuna nispetle kat kat zordu. Bu yüzden grup içinde kalmak insanlar için önemli ölçüde bir mecburiyetti. Ancak, insanlar zaman içinde beraber yaşamanın onlara her bakımdan fayda sağladığının farkına vardı. Kimse beraber yaşamanın sonuçlarının teorisini yapmadı. Önce olgular ortaya çıktı, sonra bunun teorisi yapıldı. İşbölümü, sermaye birikimi, emeğin uzmanlaşması toplu yaşamanın eseri olarak doğdu ve birlikte yaşamanın şartlarını geliştirerek bugünkü geniş hacimli toplumların ortaya çıkmasını mümkün kıldı. Böylece, tabiatlarının sonucu olarak beraber yaşamaya yönelmiş insanlar, toplu yaşamanın büyük faydalarını da gördü. Bu da insanların toplum halinde yaşaması için ilâve bir müşevvik temin etti.
Kulağımıza çabuk ulaşan kötü haberler moralimizi bozmasın. Şu anda tarihin en müreffeh, şiddete en az sahne olan, en keyifli döneminde yaşıyoruz. Toplumlar içinde hayatımızı sürdürüyor ve bundan sayılamayacak, dikkatle eğilmeden ve incelemeden anlayamayacağımız kadar çok fayda sağlıyoruz. Bundan vaz geçebilir miyiz? Büyük şehirlerin kalabalık ve gürültülü ortamlarında yaşayan insanlar sık sık kırsal hayata, yalnızlığa özlem ifade eder. Doğada yaşamayı yüceltir. Modern hayattan uzaklaşmanın hayatımızı daha neşeli ve sağlıklı hâle getireceğini zanneder. Kuşku yok ki bu büyük bir yanılgı. Toplumların çözülmesi hayatımıza katkı sağlamaz, zarar verir. Modern toplumlarda bazı insanlar inzivaya çekilebilir. Yani aktif çalışma/üretim hayatından ayrılıp tabiatın kucağına kaçmayı seçebilir. Ancak, onların bunu yapabilmesi herkesin aynı şeyi yapmamasına bağlı. Yani, kır ve doğa hayatı fantezileri bile modern toplumun işlemesi sayesinde gerçekleştirilebilir. Kısaca, beka ve refah için toplum hâlinde yaşamak ve olağan faaliyetlerimizi yürütmek zorundayız.
Yeni Yüzyıl, 06.11.2015