Ülkemizde hemen her durum tarafgirliğin gölgesinden kurtulamamak gibi hastalıklı bir psikoloji içinde değerlendiriliyor. İsmet Özel’in çok güzel betimlediği gibi “İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” Ankara bombası etrafında sergilenen tavır farklılıkları bu durumu bir kere daha açıkça gösteriyor. Sağduyu adına çıkan sesler ne kadar çiğ ise olayın tazeliğinden faydalanmak isteyen etkili ve yetkili pozisyonlardaki insanların ki de o denli çiğ. Amaç, ölümlerin acısını paylaşmak, sorunun kaynağına inmek değil adeta siyasi rant devşirmek; ama daha kötüsü sosyal medya üzerinden yayılan zehir.
Sosyal medya memleketin her kesiminden ve tarafından klavye silahşorları üretiyor. Bir kısmı açıkça bir kısmı sahte ad ve hesapların arkasından her gün kin ve nefret kusuyor. Ve ilginç bir şekilde bu hesaplar üzerinden yapılan her paylaşım kılcal damarlarda dolaşan kan kadar hızlı bir şekilde yurdu baştanbaşa dolaşıyor ve zehrini en ücra hücrelere kadar zerk ediyor. Bu kalem silahşorlarının ortak özelliği yalanda ve tarafgirlikte sınır tanımamaları. Yaptıkları paylaşımların anında yalanlanması dahi bunları kesmiyor; Nasrettin Hoca misali kendi yalanlarına inanmaya devam ediyorlar. Hiçbir sabit delil bunların fikirlerini değiştirmeye yetmiyor.
Sıradan insanların fikri sabitlerinin olması çok şaşırtıcı değil ancak güya köşe sahibi insanlarımızın bu çıtanın bir santim bile üstünde olmamaları çok daha korkutucu. Sosyal medya üzerinden paylaşım yapan x kişisinin paylaşımının etkisi ile bu şahısların paylaşımlarının etkisi tabii ki aynı değil ve daha yıkıcı oluyor. Ve daha kötüsü öyle ya da böyle bir köşe sahibi olmuş isimlerin çoğundaki “her şeyi ben bilirim” havasının, kendinden menkul bir aşırı güvenin tezahürü, hemen hiç bir uyarıya ya da “işin bir de bu yönü var” minvalli dikkat çekmelere kapalı olmaları oldukça şaşırtıcı. Liberal çevre için de maalesef bunlar söz konusu.
Son dönemde, belki komik kaçacak ama aşırı politize olmuş bir liberal çekirdek söz konusu; nefret-aşk ilişkisi diyemesek de düne kadar ülkenin özgürleşmesi açısından omuz omuza vermiş mesai arkadaşlarımızın, hocalarımızın siyaseten uç noktalara savrulmaları gerçekten ibretlik. Hâlbuki liberal teori pek çok yönü ile yol gösterici kılavuzlara sahip –en azından bana göre- ve bu kılavuzlar eşliğinde gündelik siyasete kurban edilemeyecek ilkeleri var ya da olduğunu düşünüyorum. Gel gelelim ki son dönemde bu ilkesellikler yerini siyaseten duruşlara bıraktı. Eleştirel bir çizgiden eleştiri kılığında bir yanlılığa esir olmuş gibi bir halimiz var. Üç yıl öncesine kadar kamuoyunda liberal olmayan çevreler için bile adeta doğruya giden kavuz gibi görülen tavrımız yerini birbiri ile kavgalı bir görüntüye bıraktı. Buradan tüm liberallerin her konuda aynı tepkileri verdikleri gibi bir naifliğe düştüğüm sanılmasın; farklı tepkiler verirken bile ilkesel bir bütünlükten bahsediyorum. Liberaller askeri vesayetin, Kemalist zorlamaların, statükocu düzenin çarpıklıklarına karşı sağlam tezler ortaya atmış ve seveni-sevmeyenince takdir edilen öneriler sunabilmişti. Ancak son üç yılda ki siyasi savrulmadan Liberallerde maalesef ağır yaralı çıktılar; Gezi süreci her kesimde farklı sedalar üretirken Liberalleri de farklı yerlere sürükledi. 17-25 Aralık operasyonları açılan makasın tamamen kopmasına yol açtı.
Burada kim haklı kim haksızdan ziyade Liberal çizginin kaybettiği seviye beni ilgilendiriyor. Yukarıda da değindiğim gibi üç yıl öncesine kadar ülkenin temel sorunlarının çözümünde hemen her kesime kılavuzluk yapan sayısal azlığına karşın çok güçlü bir entelektüel etki bırakan liberal çizginin yerini belirsizliğe terketmesi beni ilgilendiren. Belki de Liberaller olarak ilk kez böylesi bir kriz döneminin içinden geçiyoruz. Tozun dumana karıştığı, gözün gözü göremediği fırtınalı bir ortamdayız ve sıradan insanların maruz kaldığı bilgi kirliliğinden bizlerde fazlasıyla mustaribiz. Belki de fildişi kulelerimizden ilk kez düşerek gündelik politikaların bir parçası haline gelmemiz ilkesel duruşumuzda zaaflara yol açtı. İlk kez ilkeselliğin dışına çıkıp somut veriler ve olaylar karşısında tepkiler vermemiz, çözümler üretmemiz gerekiyordu ve bizler bu aşamada büyük iç çatışmalar yaşadık. Bu iç çatışmalardan çıkış kısa vadede mümkün mü bilmiyorum ancak bunun ilelebet böyle sürmeyeceği açık ancak gelinen noktada açık bir bölünmüşlüğe uğradığımız kesin. Bu bölünmüşlüğün uzun vadede güzel sonuçlar doğurması en büyük temennim. Keşke ülkemizde çok sayıda Liberal düşünce fikriyatına sahip dernek ve mecralar olsaydı da bu mecralar arasında ciddi sosyal-siyasal-kültürel-ekonomik vb. tartışmalar yaşansaydı. Bu noktada içinde bulunduğumuz karmaşık dönemin bir an önce atlatılmasını temenni etmekten başka şansımız yok. Umarım Liberal entelektüel birikim bundan sonra basit insani zaafların gölgesinde kaybolup gitmez ve onarılamaz yaralar bırakmaz. Çünkü bu ülkenin liberal değerlere bugünlerde her zamankinden daha fazla ihtiyacı var.