Kırıkkale Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
Pek çok tanımı ve tarifi yapılan demokrasi esasında basit bir normun ve basit bir ilkenin biraradalığı üzerine yükselir. Söz konusu norm siyasî toplumu yönetme yetkisinin sahibi veya kaynağının halk olduğudur. Söz konusu ilke ise ortak karar alma tekniği olarak çoğunluk yönteminin benimsenmesidir. Bu norm ve ilke ise, sadece, toplumdaki her bir üyenin bir diğeriyle eşit özgürlüğe sahip olduğu ahlâkî düsturu üzerine inşa edilebilir.
Demokrasi, ister doğrudan ister temsili uygulamasında olsun çoğunluk ilkesi yöntemini içermek zorundadır. Çünkü, çok sayıda insanın ortaklaşa olarak kamusal kararları almasının veya kararları alacak kişilere karar vermesinin uygulanabilir yöntemi çoğunluk ilkesidir. İster bizi belli bir süre yönetecek partileri, kişileri veya yasa koyucuları seçmek örneğinde olsun, ister belli bir yasanın veya kararın doğrudan halk tarafından oylanması örneğinde olsun, çoğunluk ilkesi yöntemi demokrasi tanımına içseldir.
Demokratik işleyiş içinde çoğunluk ilkesi sıradan insanlara, halka, avama siyasal yapıyı etkileme ve yönlendirme konusunda kısmen önemli bir güç verir. Zira, demokratik bir sistemde bile organize, iyi yetişmiş, zengin kaynaklara, sağlam donanıma ve iyi tanımlanmış sosyal-siyasî hedeflere sahip elitler siyasal toplumu belirleme ve yönlendirme konusunda muazzam bir güce sahiptir. Bunca katılımcı demokrasi tartışmalarına rağmen, halkın siyasî kararları etkileme gücü ve fırsatı hâlâ büyük ölçüde seçimlerde kullandıkları oylarla mümkün olabilmektedir. Sıradan insanlar karar almaya etki etmek bakımından diğer unsurların gücünü ancak “oylarının sayıları” ile dengeleme fırsatına sahiptirler. Dolayısıyla demokrasi ve çoğunluk ilkesi en çok sıradan insan için kıymetli ve anlamlı bir sistemdir.
Ancak, “sıradan” insanın demokrasi sayesinde sahip olduğu bu güç, “sıradan olmayan” tarafından genellikle pek şevk ve hevesle karşılanmaz. Demokrasi uzun insanlık tarihinde çok kısa dönemlerde ve ancak sınırlı bir itibara sahip oldu. Hem teorik hem pratik alanda demokrasi talepleri sürekli ciddi bir direnişle karşı karşıya kaldı. Modern demokrasi pratiği içinde siyasal hakların genellik ve eşitlik ilkelerine uygun hale gelmesi çok zaman aldı ve bunun için çok kişi hayli emek harcadı. Çoğu Batı demokrasilerinde, genel ve eşit oy hakkının tanınması 20. Yüzyılın ikinci yarısını buldu. Yönetme yetkisinin toplumda olduğu normu onaylanmış ve yaygın kabul görmüş olmasına rağmen kadınların, siyahların, mülk sahibi olmayanların veya eğitimsizlerin siyasî haklarının tanınmasına karşı uzun süre ayak direndi.
Bu ayak direyişe çeşitli kılıflar bulma konusunda modern dönem düşünürleri ve elitleri antik ve geleneksel döneminkileriyle yarışırlar. Bu konudaki öne sürülen gerekçeler iki ana başlık altında toplanabilir.
İlki ideal bir sosyal-siyasal düzenin kuruluş vaadi şeklinde ifade edilebilir. İster rasyonalist kuruculukla ister pozitivist kuruculukla olsun (toplum mühendisliği) ideal bir sosyal-siyasal düzenin bilgisinin belli ve mutlak olduğu inancı üzerinden sıradan insanın siyasal sistem üzerinde söz söylemesi gereksiz veya anlamsız kılınır. Doğru düzen ve doğru politikalar belli olduğuna göre halka düşen siyasî kararların alınmasına katılmak değil, belli olana uygun davranmak, verileni uygulamak olmalıdır.
İkinci gruptaki gerekçeler ise özgür veya medeni bir siyasal sistemin işleyişi ve ayakta kalabilmesi için siyasî kararlara etki edecek vatandaşların yüksek bilgiye ve rasyonel muhakeme kabiliyetine, yani bir tür içsel otonomiye sahip olmasını şart koşmaktadır. Yetkin bilgiye ve rasyonel muhakeme kabiliyetine sahip olmayan insanlar, yani “eksik” veya “sıradan olanlar”, özgür bir siyasal sistemin gereği olan rasyonel veya doğru kararları veremezler, veremeyebilirler. Burada kadın, siyah, eğitimsiz, cahil, mülksüz, yoksul vb. olmak yurttaşlık haklarının kullanımı konusunda ya engel ya da sınırlayıcı unsurlar olarak görülür. Bazen de bu kişiler “göbeğini kaşıyan” adamlar, “bidon kafalı” kadınlar olarak nitelenebilirler!
Dereceleri farklı olmakla birlikte her iki türdeki perspektif de aslında kesif bir elitizm barındırır. Her ikisinde de sıradan insanların değil, seçkinlerin veya “Seçilmiş”in yönetimde asıl söz sahibi olması gerektiği fikrine bağlılık vardır.
İlkinde, ideal ülke için mutlak yetkiye sahip filozof krallara veya aydın despotlara bel bağlanırken, sıradan insan edilgen kılınır, nesneleştirilir. Demokrasi ya Platon’un yaptığı gibi doğrudan üstü çizilerek veya Rousseau’nun yaptığı gibi lafzen var aslen yok bir hale dönüştürülerek ortadan kaldırılır.
İkinci perspektif ise “kendince” özgür bir siyasal sistemi arzu etmekle birlikte, halkın tercihlerine ve çoğunluk iradesine karşı güvensizlik taşımaktadır. Bu kaygı, bazen halkın çoğunluğunun cehalet ve yetersizlik sebebiyle özgürlükleri koruyan veya doğru politikaları destekleyen seçimler yapmayabileceği şeklinde ifade edilir. Bazen de halkın ekonomik eşitlik veya yüksek ekonomik maliyetler getirecek çeşitli taleplerle hükümetleri devleti büyütmeye zorlayacağı şeklinde ifade edilir.
Bu perspektifte demokrasi kerhen benimsenmekle birlikte, çoğunluk ilkesinin bir tür çoğunluk diktası yaratacağı şeklinde abartılı bir risk algısı hep arka-planda durur. Bu yüzden insan haklarına inanalar arasında bile genel ve eşit seçme-seçilme hakları konusunda şerhler koyanlar çıkmıştır. Çoğunluk diktası kaygısı pek çok özgürlükçü düşünür ve siyasetçiyi bile çeşitli vesayet mekanizmalarını desteklemeye kadar götürmüştür. Bu perspektif sahipleri seçmeni değersizleştirme, seçimleri anlamsızlaştırma ve sonuçları geçersiz kılacak çeşitli yöntemler ve mazeretler geliştirme yarışına girerler. Aslında vadettikleri şey özgür ve medeni bir sistemi baskıcı yollardan kurmak ve sürdürmektir. Oysa hiçbir özgür toplum yönetilenlerin iradelerini hiçe sayarak ayakta tutulamaz.
Her birimizin sahip olduğu tek bir oy bizlerin en önemli ve başlıca siyasî gücüdür. Bu güce sahip çıkmak kendi irademize ve özgürlüğümüze sahip çıkmak anlamına gelir. Bu yüzden, seçme hakkı, herkesin, ama bilhassa sıradan insanın her türden “elitist dikta”ya karşı en kıymetlisidir.
22.04.2015