Türkiye’de bazı kavramların ve sıfatların içi boşaltılıyor. Dikkatlice ve ancak istisnai hallerde başvurulması gereken kavram ve sıfatlar bolca kullanılıyor. “Tarihi” de bunlardan biri. Kolayca harcanıyor o da. Kazanılan sıradan bir maç, manşetlere “tarihi zafer” diye geçiyor. Benzerlerini her yerde bulabileceğiniz ve muhtemelen çokça seyrettiğiniz bir film, “tarihi bir film” tanıtılıyor. Kimsenin adını sanını duymadığı bir ödül, “tarihi bir ödül” sunuluyor, vs. Önüne arkasına bakmadan, gerçekliğe ne derece tekabül ettiği sorgulanmadan her şeyin önüne “tarihi” sıfatı yapıştırılıyor. Kimseye zararı yok elbette bu tavrın; dileyen dilediğini “tarihi” olarak niteleyebilir. Ama doğru değil. Zira tarihi olan ile sıradan olanı birbirinden tefrik etmeyi güçleştiriyor, bunların birbirine karışmasına zemin hazırlıyor. Bazen sıradan olan abartılıyor, ona tarihi muamelesi çekiliyor. Bazen de gerçekten tarihi bir hususiyet taşıyana hak ettiği değer verilmiyor, onun üzerinde gerektiği gibi durulmasını engelliyor. Bu itibarla herhangi bir olaya “tarihi” derken ihtimam göstermek, bunu gerekçelendirmek gerek. Hayırlı bir gün Türkiye, Cumartesi günü “hayırlı” bir gün yaşadı. Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan toplantıda hükümet ve HDP temsilcileri, Öcalan’ın PKK’yi muhatap alan “silahsızlanma” çağrısını kamuoyuna duyurdular. Küçük de olsa bir barış umudu bulduğunda bunun büyütüp geliştirmek gerektiğini savunanlar çok sevindi bu gelişmeye. Kimileri ise apaçık bir tedirginlik duydu bu çağrıdan. İçlerine sindiremediklerini söylediler, dudak büktüler, küçümsediler. İtibardan düşürmek isteyenler olabilir, ama bu çağrının “tarihi” olduğu gerçeğini gölgelemez. Çağrı, iki açıdan tarihi: İlki, hükümet ile devlete karşı mücadele eden bir hareketin siyasi temsilcileri, ortak bir irade beyanında bulunmak üzere aynı masada bir araya geldiler. Bir çerçeve üzerinde mutabık kaldıklarını deklere ettiler, sürecin sürdürme ve ilerletmeye dair niyet ve iradelerini ortaya koydular. Ortak toplantının, birlikte çekilen fotoğrafların ve el sıkışmaların sembolik bir değeri olduğu muhakkak. Ama bunun yanında asıl, hem devlet zihniyetinin nasıl değiştiğini, hem de toplumun bu tür bir müzakere sürecini ne denli kabul etmeye hazır olduğunu göstermesi açısından çarpıcı. İkincisi, PKK’nin bizzat lideri tarafından silahsızlanmaya davet edilmesidir. PKK, kendini silahla var eden bir örgüt. Toplumsal ve siyasal tasavvurunu silahla gerçekleştirmeye çalışıyor ve bu uğurda 30 yıldır devlete karşı silahlı bir mücadele veriyor. Öcalan ise PKK’yi kuran, büyüten ve PKK’nin iradesini teslim ettiği bir lider. Şimdi Öcalan PKK’den silah kullanmaya bir son vermesini istiyor. PKK’ye yeni bir rota tayin ediyor ve onun demokratik siyasete dâhil olmasını talep ediyor. Bu, hem PKK, hem de Öcalan için bir dönemin bitmesi demek. Öcalan’ın talebinin yerine getirilmesiyle 40 binden fazla insanın hayatına mal olan meşum bir savaş sona erecek. PKK, form değiştirip yeni bir kimliğe bürünecek. Siyasetin belirleyici olması toplumsal hayatta olumlu manada büyük değişikliklere kapı aralayacak. Her bakımdan yeni bir sayfa demek bu; dolayısıyla tarihi olmayı hak ediyor.
Serbestiyet, 02.03.2015