Devletin Büyümesini Kim Dizginleyecek?

Geçen gün bir haber okudum. Avrupa’da yaşayan bir Türk’ün, Paris’teki Türkiye turizm ofisinin tam önünde arabasının lastiği patlıyor. Yardım istemek için turizm ofisine giriyor. Ofiste çalışan on Türk’ten dokuz tanesinin Fransızca bilmediğini görüyor. Haberin devamında konuyla ilgili TBMM’nin bir raporundan bahsediliyor ve raporda “Türkiye, yurt dışında müşavirler ordusuna sahiptir. Büyük bölümü ihtiyaç dışıdır ve yabancı dil bilmemektedir” denildiği yazıyor.

Bundan birkaç sene önce bir kamu kurumunda işim vardı. Gitmişken müdürü ziyaret edeyim dedim. Müdürün kaleminde oturup beklerken odaya bir memur girdi. Sohbet etmeye başladık. “Burada kırk memuruz ama taş çatlasa beş kişilik iş var” dedi. “Emekliliğim geldi aslında ama emekli olursam maaşım yarı yarıya düşecek. Burada çay bedava internet bedava neden emekli olayım” diye ekledi. Bu arada söz konusu kamu kurumunun vatana, millete pek bir faydası olmayan bir iş yaptığını da eklemeliyim. Yine birkaç sene önce medyaya yansımış olan bir haberi unutamıyorum. Bir kamu kurumunda çalışan şoförlerin baş şoför unvanlı amiri kendisine makam aracı ve şoför tahsis etmişti. Bu anlattığım olaylara benzer sayısız örnek verilebilir. Bir türlü bitirilemeyen makam aracı saltanatı, ikişer üçer maaş alan kamu görevlileri, şoförler, sekreterler, hiçbir işe yaramayan kamu kuruluşları, işe gitmeden maaş alan çalışanlar, belediyelerin ticarî işletmeler açarak holdinglere dönüşmesi gibi.

Kararları Kim Veriyor?

Benim bu konuyla ilgili olarak kafamı durmadan kurcalayan sorular var. Paris’te bir turizm ofisi açılmasına hangi politik süreç ile karar veriliyor? Burada bir turizm ofisinin gerekli olup olmadığını, eğer gerekliyse kaç kişi istihdam edilmesi gerektiğini kim belirliyor? Neden beş ya da yirmi değil de on kişi meselâ? Çalışanları kim seçiyor? Ya da ikinci örneğimde bahsettiğim kamu kurumunun ne iş yapacağına, burada kaç kişi çalışması gerektiğine kimin karar verdiğini, kurumun bağlı olduğu mevzuatın kim tarafından yazıldığını, hangi süreçlerin sonunda beş kişilik işi kırk kişinin yapar hâle geldiğini merak ediyorum. Acaba bu konulara o kurumlarda çalışan memurların maaşlarını ödeyen vergi mükellefleri mi karar veriyor? Yoksa giderek büyüyen, büyüdükçe önlenemez bir şekilde hâkimiyet alanını genişleten bürokrasi canavarı siyasî popülizmle el ele vererek mi bunu yaratıyor? Belki “vatandaşlar seçtikleri vekiller vasıtasıyla bütçeyi onaylıyor, yasaları yapıyor ve bu şekilde bu tarz kararlar temsili demokrasi ile alınmış olunuyor” diye düşünenler olacaktır. Bu görüşe pek katılamıyorum. Basına yansıyan bir olayda üst düzey kamu görevlilerinin bakanlara çok pahalı şahsî hediyeler aldığı ortaya çıkmış, bunun bir gelenek olduğu yolunda savunma yapılmıştı. Aklı başında hiçbir vatandaş kendisinden toplanan vergiyle Paris’te Fransızca bilmeyen memurlara maaş ödenmesini ya da bakanlara yüzbinlerce TL değerinde hediyeler alınmasını kabul etmez.

Bürokrasi göreve seçimle gelmez. Ülke yönetimiyle ilgili işler kötüye gittiğinde kimseye hesap verme zorunluluğu yoktur. Devamlı büyüme, hâkimiyet alanını genişletme eğilimindedir. Gereksiz ve karmakarışık mevzuatlar yazar. Devamlı değişen karmakarışık mevzuata sivil hayatın uyması da çoğu kez mümkün değildir. Durmadan artan mevzuat, yeni teşkilât ve memur ihtiyacı doğurur. Siyasetin de devletin büyümesine bir itirazı yok gibi durmaktadır. Hatta ülkemizde tüm işsizleri devlet memuru yapmak gibi ciddiyetten yoksun politikalar üreten muhalefet partileri bile vardır. Bugün maalesef devleti küçültmek siyasî arenada pek popüler bir söylem değildir. Tam tersi siyaset de harcama konusunda tüm gücüyle gaza basmakta, devlet harcamaları ve devlet memuru sayısı günden güne artmaktadır

Kamu İstihdamının Zararı

Devletin fazladan personel istihdam etmesinin bir zararı olmayacağını iddia edenler var. Bu iddianın sahipleri memurlara ödenen ücretlerin harcamayla yeniden ekonomiye döneceğini, bu yüzden bir kayıp olmadığını savunuyorlar. Bu görüş çok yanlış. Devlette istihdam edilen her ilave kişi özel sektörde birden fazla kişinin işini kaybetmesi anlamına geliyor. 2013 yılında IMF’in hazırladığı “Does Public Sector Employment Fully Crowd-Out Private Sector Employment?” adlı raporun referans gösterdiği başka bir araştırmada, kamu sektöründe yaratılan her 100 iş için 117 tane özel sektör işinin yok olduğu hesaplanmış.

Devletin harcamaları vergiyle finanse edilir. Devletin yaptığı her harcama özel sektörün yapacağı bir harcamadan, istihdamdan, yatırımdan ve en kötüsü de tasarruftan vazgeçilmesi demektir. Kaynakların verimli özel sektörden verimsiz kamusal alana kaydırılması anlamına gelir. Henry Hazlitt, Tek Derste İktisat kitabında devlet harcamalarının dolaylı etkilerini bir köprü inşaatını örnek vererek anlatır: “Köprü olayında iki görüş vardır. Bir tanesi köprü inşa edilmeden, diğeri tamamlandıktan sonra kendini gösterir. İlk görüş köprü inşaatının istihdam sağlayacağıdır. Diyelim ki, yılda 500 iş olanağı sağlayacak. Buradaki çıkarım bu iş olanaklarının aksi takdirde var olmayacağıdır. Bu, anında görülen etkidir. Eğer anlık etkiden ziyade ikincil sonuçlara bakacak olursak ve bu projeden doğrudan faydalananların dışında dolaylı yoldan faydalananları da göz önünde bulundurursak, farklı bir tabloyla karşılaşırız. Bu durum, köprü çalışanları için elbette daha fazla istihdam demektir. Ancak, köprü inşaatının masrafı vergiler yoluyla karşılanmaktadır. Köprü için harcanan her bir doları insanlar vergi olarak ödemektedir. Eğer köprünün maliyeti 10 milyon dolar olursa, bu vergi mükelleflerinin cebinden 10 milyon dolar çıkacağı anlamına gelmektedir. İhtiyaçlarını karşılamak için harcayacakları parayı artık vergi olarak ödemek zorunda kalacaklardır. Bu nedenle köprü projesiyle ortaya çıkan bir iş olanağı demek başka bir yerde başka bir iş olanağının yok olması demektir. Köprüde çalışan işçileri görebiliriz. Onları çalışırken izleyebiliriz. Devlet harcamalarının istihdam yarattığı görüşü kimileri için yeterince ikna edicidir. Ancak göremediğimiz başka şeyler vardır; onları göremeyiz çünkü ne yazık ki ortaya çıkmaları engellenmiştir. Bunlar, vergi mükelleflerinin ödediği 10 milyon dolar sebebiyle yok olan çalışma alanlarıdır. Yani, bu proje sebebiyle, iş alanlarında sapmalar meydana gelmiştir. Daha fazla köprü işçisi demek daha az tamirci, teknisyen, tekstilci, çiftçi demektir.”

Ekonomik Yol – Politik Yol

Murray Rothbard, “Devletin Anatomisi” adlı makalesinde Franz Oppenheimer’ın şu görüşlerinden alıntı yapar: Servet elde etmenin iki farklı yolu vardır. Bir tanesi üretim ve mübadele, yani ekonomik yol. Diğeri üretkenlik içermediği için daha kolay olan bir yol, başkasının ürettiği mal ve hizmetleri güç ve şiddet kullanarak ele geçirmek. Bu, Oppenheimer’in deyimiyle “politik yol”dur. Rothbard şöyle devam eder: “Zorlayıcı sömürücü araçlar doğal hukuka aykırıdır, asalaktır, çünkü üretimi artırmak yerine ondan eksiltir. Siyasi araçlar, üretimi, asalak ve yıkıcı bir birey veya gruba aktarır ve bu aktarma sadece üretenlerin sayısından azaltmakla kalmaz, aynı zamanda üreticilerin kendi asgari geçiminin ötesinde üretme güdüsünü de azaltır.” Bu görüş paralelinde siyaset, bürokrasi, devletle iş yapan “ahbap” (“crony”) iş adamları ve sosyal yardımlarla geçinenlerin politik yolu takip ettiğini söyleyebiliriz. Tabii ki devletin tüm harcamalarının ya da tüm istihdamının fuzuli görülmesi doğru olmaz. Devlet fonksiyonlarının gerekliliği ya da meşruiyeti konusunda farklı görüşler vardır. Ben kendimi minarşizm ile klasik liberalizm arasında görüyorum. Devletin iç-dış güvenlik ve adalet başta olmak üzere bazı sınırlı ama meşru faaliyetlerinin olduğunu, hatta iç güvenlik ve yargı fonksiyonlarının bile kısmen özel sektöre devredilebileceğini, devletin yapısı itibarı ile verimsiz ve hantal bir “gerekli kötülük” olduğunu, kontrol edilmediği takdirde kaçınılmaz olarak büyüyeceği ve aynı zamanda otoriterliğe yöneleceği için sınırlandırılması ve sivillerin kontrol ve denetimi altına alınması gerektiğini düşünüyorum.

Kamu Harcamalarını Dizginlemenin Zorlukları

Peki vergi mükellefleri alın teriyle kazanıp ödedikleri vergilerin gereksiz işler için harcanmadığını nasıl denetleyecekler? Devletin sivillerin kontrolünün dışına çıkmasını nasıl engelleyecekler? Bu konuda büyük problemler var.

Birinci problem, insanların ekonomik okur yazarlığının yetersiz olması. Ortalama insan yüksek vergilerin, devletin büyümesinin ekonomiye zararlarının farkında değil. Örneğin vergilerin yüksekliğine itiraz eden bir kişi aynı zamanda devletin daha fazla memur alımı yapmasını talep edebiliyor. İnsanlar oturdukları sitede yapılan yüz liralık aidat zammı ya da gereksiz olduğunu düşündükleri ufacık bir harcama için gerektiğinde kavga çıkarıyorlar. Aynı tepkiyi hayatlarını çok daha yakından etkileyen devlet harcamaları söz konusu olduğunda göstermiyorlar. Aslında sitedeki malikler arasından seçilen yönetimi hükümete, bahçıvan, güvenlik görevlisi gibi çalışanları da memurlara benzetmek yanlış olmaz. Her ne kadar son dönemde makam araçları, birden fazla maaş alan memurlar gibi konulara eleştiriler dile getirilmeye başlandıysa da, bu eleştiriler devletin harcamalarının kontrol edilmesi bilincinden ziyade karşıt görüşlerin siyasî kavgası sebebiyle yapılıyor.

İkinci problem, işsizlerin ve geçimini sağlayamayanların devletten beklenti içinde olması ve bunun yarattığı siyasî baskı. Politikacılar daha çok kısa vade ile ilgileniyorlar. Vergi ve regülasyonlar konusunda reformlar yaparak serbest piyasanın önünü açmak ve işsizlere iş temin edilmesini sağlamak yerine kolay yoldan hiçbir işe yaramayan kişileri istihdam etme ya da sosyal yardım dağıtma yoluna gidiyorlar.

Üçüncü problem ise vergilerle geçinen nüfusun yüksekliği ve giderek artması. Bu aynı zamanda demokrasi için giderek büyüyen bir tehlike. Ludwig von Mises, Bürokrasi kitabında bürokratın seçim hakkını sorgular ve bürokrat için şunları söyler: “O (bürokrat) garip bir pozisyondadır: Hem işverendir hem de çalışan. Ve çalışan olarak maddî çıkarı işveren olarak çıkarının üstündedir. Bürokrat seçmen olarak maaşına zam almayı bütçedeki dengeden daha fazla önemser.” Mises’e göre “Eğer seçmenlerin büyük bir bölümü devletin bordrosundaysa temsilî demokrasi varlığını sürdüremez. Eğer parlamentonun üyeleri kendilerini vergi mükelleflerinin vekili değil de hazineden maaş, destek, yardım ve diğer menfaatler temin edenlerin temsilcisi olarak görmeye başladılarsa demokrasinin sonu gelmiştir.” Ülkemizdeki memur statüsü bu ciddî tehlikeyi daha tuhaf hâle getiriyor. Bir kez memur olarak atanan kişi hayatının sonuna kadar yaşantısını memur olarak sürdürmeyi garanti altına alıyor. Bu da memurların sivil halktan farklı politik gündemleri olan, adeta ayrı bir sınıf olmasına yol açıyor. Bugün Türkiye’de memurlar ve sosyal yardımlarla geçinenlerin sayısı özel sektör çalışanlarından daha fazla. Daha özet bir şekilde anlatmak gerekirse, vergi yiyiciler vergi üretenlerden daha kalabalık. Seçmen kitlesinin de büyük kısmını oluşturuyorlar.

Yeni Nesil Müteşebbis Olmayacak

Devletin yüksek harcamalarının ekonomiye uzun vadede yapabileceği en büyük kötülük, yüksek vergiler sebebiyle müteşebbisliğin artık yeni nesiller tarafından iyi bir gelecek planı olarak görülmemeye başlanması olacaktır. Kimse ancak az bir bölümünün kendisine kaldığı bir gelir için o kadar risk almaz. Ekonomide kimin en çok parayı kazanacağını belirleyen temel faktör devlet olduğu için para kazanmanın en kolay ve etkili yolu siyasetten geçmektedir. Organize azınlıklar siyaseti ve dolayısıyla devleti ve ekonomiyi ellerine geçirmeyi hedeflemektedir. Bazı cemaatlerin bazı bakanlıkları ele geçirdiğine dair eleştiriler yapılmaktadır. Bu eleştirilerin eksik olduğunu düşünüyorum. Buradaki konu ekonomiktir ve bu cemaatler şirketleşmiştir. Mesele sadece cemaatler değil, hemşeri gruplarının, etnik ve mezhep gruplarının partileri, belediyeleri ve devleti ele geçirmeye çalışmasıdır. Bunun sebebi devletin ekonomide ana aktör oluşudur. Para kazanmanın en geçerli yolu bu olmaya devam ettikçe ülkenin ihtiyacı olan teşebbüs arzusu bitecektir. Büyük devlet teşebbüsü öldürür. Ondan sonra “peki vergiyi kim verecek” sorusuna cevap bulmak gerekecektir. Bugün Türkiye’deki küçük ve orta ölçekli işletmeler vergi ve sosyal güvenlik yükünün altında ezilmiş durumdadır. Kamu alacakları yapılandırmasına 7 milyon başvuru yapılmıştır. Bunların önemli bölümü işverenlerdir. Çok sayıda şirket teknik olarak iflas durumunda olan zombi şirketlerdir. Yüksek teknolojili yatırımların yapılması için tasarruf ve sermaye birikimi gerekmektedir. Bugün işverenlerde sermaye birikimi değil borç birikimi vardır. Servet edinmenin geçerli yolu “ekonomik yol” değil “politik yol”dur. Sosyal medyaya yansıyan ve itiraz edilmediği için doğru olduğunu düşündüğüm bazı bürokratların gelirleri, senede 15 milyon TL kâr eden bir şirkete %50 hisseyle ortak olan bir iş adamının geliri kadardır. Bu tabloya bakan aklı başında bir genç, risk almak yerine devlete kapağı atmayı daha akıllıca bulacaktır.

Devletin büyümesi sadece ekonomi açısından değil özgürlükler açısından da kötüdür. Friedrich von Hayek Kölelik Yolu kitabında planlı ekonominin, büyük devletin, sosyalizmin kaçınılmaz olarak otoriterliğe dönüşeceğini anlatmıştır. Günümüzde en özgür toplumlar devlet gücünün çeşitli yöntemlerle sınırlandırıldığı toplumlardır. Devlet büyük olduğu ölçüde sadece ekonomiye zarar vermez, aynı zamanda özgürlükleri de azaltır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et