Cumhurbaşkanı seçiminin ardından her kesimden yorum ve değerlendirmeler geliyor. Bunların bir kısmı, gerçekten, maddî bilgi, mantık ve teorik temel bakımından sağlam. Bunları okuyup dinleyerek bir şeyler öğrenmek mümkün. Diğerleriyse saçma, komik, mantıksız. Bu ikinci gruba giren yorumlardan bazılarını ele alıp yanlışlık, mantıksızlık ve tutarsızlıklarını göstermek demokrasi kültürümüzü zenginleştirebilir.
Seçimi kaybeden cephe faturayı sandığa gitmeyen seçmenlere çıkarttı. İddialarına göre, tüm seçmenler sandığa gitseydi T. Erdoğan kazanamazdı ve Türkiye bugün çok farklı bir siyasî tablo ile karşı karşıya kalırdı. Tamamen yanlış. Oy kullanmayanlar da sandığa gitseydi onların oyları nasıl dağılırdı, bunu kesin olarak bilemeyiz. Bazı bilimsel araştırmalar yaparak tahminler geliştirebiliriz ama yine de gerçeğe tam olarak ulaşabileceğimizi iddia edemeyiz. Ayrıca, sandığa gitmeyenlerin tamamının T. Erdoğan karşıtı olması herhalde mümkün değil. Belki de tersi söz konusu ve oy kullanmayanların çoğunluğu Erdoğan destekçisi. Seçime katılmamada tatilcilerin büyük payı olduğuna inanılıyor. Belki de öyledir. Ancak, tüm tatilcilerin AK Parti karşıtı olduğundan kim nasıl emin olabilir? Tatilciler yanında bir de memleketçiler, yani yazın kasabasına köyüne gidenler var. Onların arasında da her partiden bu arada AK Parti”den insanların bulunması mümkün. Kaldı ki, bu gibi durumlarda, anket çalışmalarında yapıldığı gibi, kullanılmayan oyların partilere oranlarına göre dağıtılması en makul yoldur. Dolayısıyla, büyük bir ihtimalle seçmenlerin tamamı sandık başına gitmiş olsaydı da sonuç değişmeyecekti. Lütfen, kimse seçmenleri azarlamasın, herkes kendi işine baksın.
Bir teze göre katılım çok düşük ve bu durum seçimin ve seçilenin meşruiyetini azaltıyor hatta tamamen ortadan kaldırıyor. Şüphe yok ki her demokraside seçimlere katılımın en yüksek seviyede olması arzuya şayandır. Ancak, hiçbir zaman %100 katılım bekleyemeyiz. Bu anti demokratik rejimlerde olur. Kaldı ki, sandığa gitmemek de bir siyasî tavır olabilir. Katılım oranı %74 civarında. Bu düşük bir oran mı? Neye göre düşük? Bazı demokrasilerde çok daha düşük katılım oranlarına şahit oluyoruz. Özellikle ABD”de. Bu ülkede başkanlık seçimine katılma oranı %60″ı bulursa neredeyse bayram yapılıyor. Bu yüzden %74 çok düşük bir katılım oranı sayılmaz. Nispeten düşük olmasında ise birçok faktör etkili olmuş olmalı. “Nasıl olsa kaybedeceğiz” fikri yanında “nasıl olsa kazanacağız” fikri de bazı seçmenleri sandığa gitme zahmetine girmemeye itmiş olabilir. CHP-MHP blokunun tanınmış bir siyasî kişilikle sahaya çıkmaması da yarışın hararetini bir nebze olsun düşürmüştür. Her şeye rağmen, ne seçimin ne de sonuçların meşruiyeti tartışılabilir.
Bir diğer yoruma göre seçim eşitsiz şartlar altında yapıldı. Meselâ, adaylar basından eşit şekilde yararlanamadı. Doğru, İhsanoğlu”na medyada %60, Erdoğan”a %35 ve Demirtaş”a kalan oranda destek vardı. Ancak, bu tartışma sadece kamu fonlarıyla finanse edilen yayın organları, yani TRT açısından doğru ve anlamlı. Ayrıca, eşitsizlik birçok alanda vardı. Mesela Erdoğan”ın enerjisi İhsanoğlu”nunkini birkaç defa katlayacak kadar çoktu. Diğer iki aday da Demirtaş”tan yaşlıydı. Aday oldukları andaki tanınılırlıkları farklıydı. Bu tür seçimlerin tamamen eşit şartlar altında yapılması imkânsız. Önemli olan tüm adayların serbestçe kampanya yapabilmesi ve her adaya verilen her oyun tek oy olması. Eşitsizlik üzerinden tartışma yapmaya çalışmanın ana sebebi, medya desteğinin seçim kazanmaya çok yardımcı olduğu inancı. Çoğu zaman bu inanç boş. AK Parti 202 seçimlerini tüm medyaya rağmen kazandı. Zamanı gelmiş bir siyasî oluşum varsa onu medya hiçbir şekilde engelleyemez. Medya potansiyeli olmayan bir siyasî hareketi de ne kadar desteklerse desteklesin ileriye taşıyamaz. Bazı durumlarda medyanın abartılı desteği ters teper.
Bir diğer tez, Erdoğan”ın %52 almasının yetmeyeceği. Deniyor ki, toplumun %48″i Erdoğan”a karşı. Doğru, ama bu kıstası esas alırsak o zaman toplumun (daha doğrusu oy kullanan seçmenlerin) en azının karşı olduğu adayın seçimi kazanması gerekir. Rakamlara bakınca görüyoruz ki, İhsanoğlu”na toplumun %62″si, Demirtaş”a %90″dan fazlası karşı. Yani karşı olunma oranlarına göre değerlendirilince de bir şey değişmiyor, seçimi yine Erdoğan kazanıyor.
Muhalefetin açıklamaları da evlere şenlik. Bahçeli seçmenleri azarlarken, oy kullanmış olmama rağmen, salondaki koltuğun arkasına saklandım! Kılıçdaroğlu”na göre seçimi İhsanoğlu ve Demirtaş kazanmış, Erdoğan kaybetmiş. İyi, o zaman cumhurbaşkanlığını bu iki isim paylaşsın ve Erdoğan yerinde kalsın hatta evine dönsün. Galiba İhsanoğlu farkında olmadan bir mantığı deşifre etti: “Galip sayılır bu yolda mağlup!”. Bundan sonraki seçimlerde kuralı değiştirelim. İkinci olan, hatta sonuncu olan seçimi kazansın. Böylece yıllarca uğraşır ve hiçbir seçimi tamamlamadan ömrümüzü noktalarız. Ne mahzuru var, çok neşeli olur doğrusu. Bunu başarırsak, eminim, liberal demokraside olmayan kusurlar icat etmekte veya mevcut kusurları abartmakta mahir katılımcı, radikal ve müzakereci demokrasi teorisyenleri de durumu çok (ama çok) sevecek ve uygulanamaz önerilerle dolu sürüyle kitap yazacaktır.
Bu seçimlerden alınacak çok ders var anlayana, anlayabilene…
14.08.2014, Yeni Şafak