1 Haziran’da iki ilde ve birçok ilçe ile beldede yapılan yenileme seçimlerinin sonuçları siyasî partilerin genel konumları açısından önemli bir değişikliğe yol açmadı. Ülkenin dört bir yanına yayılan seçimler şu gerçeğin altını bir kere daha çizdi: Türkiye’de tüm ülke çapında varlık gösterebilen tek parti AK Parti. Bu partinin dalları ülkenin her yerinde mevcut ve iddialı. Parti siyasî yarışta her yerde ya önde ya da en ön sırayı zorluyor. Bu yüzden, siyasal bütünleşme açısından çok önemli bir role ve işleve sahip. Diğer partilerin tamamı bölge partileri hüviyetinde veya belli bölgelere sıkışmış durumda. CHP bazı kıyı bölgelerinde, MHP milliyetçi duyarlılığın yüksek olduğu Orta Anadolu’da, BDP-HDP ise Güneydoğu’da varlık gösterebiliyor.
Bir demokraside bir partinin ezici bir ağırlığa sahip olması, meselâ, seçimlerden %60-70 gibi oy oranlarıyla çıkması hiç arzuya şayan değil. Çünkü bu demokrasiyi bir kazan-kazan oyunu olmaktan iyice uzaklaştırıp bir kazan-kaybet oyununa çevirir. Evet, siyaset tekelci ve dışlayıcıdır, bu yüzden kaçınılmaz olarak bir ölçüde kazan-kaybet oyunudur. Bir yerde bir parti kazanırsa diğerleri kaybetmek zorundadır. Siyasetin bu özelliğini onu piyasa ekonomisi ile veya bazı yazarların deyişiyle piyasa ekonomisi ile karşılaştırırsak daha iyi görebiliriz. Piyasa çoğulculuğa izin verme derecesi bakımından siyasal demokrasiden daha demokratiktir. Piyasada aynı sektörde birkaç büyük ve pek çok küçük firma aynı anda barınabilir. Siyaset böyle işlemez. Anti-demokratik siyaset kesin bir kazan-kaybet oyunudur, üstelik gayri meşru yol ve yöntemlerle iktidarın kazanıldığı ve elde tutulduğu bir oyun. Buna karşılık, demokrasi, siyasetin bu özelliğini, tamamen ortadan kaldıramasa bile, törpüler. Başka bir şekilde ifade edilirse, demokrasi siyasî iktidarı ulusal ve mahallî seviyede paylaşmanın, bölüşmenin aracıdır.
Bunun anlamı şudur: Demokratik bir ülkede, idarî yapılanmaya ve sistemin üniter veya federal olmasına da bağlı olarak, birçok siyasî iktidar makamı vardır. Hükümet, parlamento, belediye başkanlığı, belediye meclisleri vs. gibi. Tam hesaplamadım ama sanırım siyasî koltukların ve seçimle gelinen kamusal makamların sayısı on binlerle ifade edilebilir. Seçimlerde partiler çaplarına göre bunların bazılarını kazanırlar. İşte bu siyasî gücün paylaşılması sonucunu doğurur. Bundan dolayıdır ki, demokraside bir partinin diğer partileri adeta ortadan silecek derecede güce kavuşması arzulanmaz. Bunun olması öbür partilerde ve muhalif vatandaşlarda mahrumiyet ve çaresizlik duygusu uyandırabilir. Sisteme yabancılaşmaya yol açabilir. Ayrıca, biliyoruz ki, iktidar temerküzü arttıkça yozlaşma ihtimâli de artar. Liberal filozof Lord Acton’ın dediği gibi, iktidar yozlaşmaya meyillidir, mutlak iktidar mutlaka yozlaşır.
Yenilenen seçimlerde asıl önemli yerler olan Ağrı ve Yalova’da belediye başkanlıklarının BDP-HDP ve CHP tarafından kazanılması bu bakımdan da anlam ve değer taşıyor. Muhalefet partilerinin de toplumsal muhalefetin de bundan çıkartması gereken dersler mevcut. Demek ki, iktidar partisine karşı seçim kazanılabiliyormuş. Demek ki, iktidarın elindeki imkân ve araçlar seçim kazanmaya yetmeyebiliyormuş. Demek ki, vatandaşlar oylarını makarna, kömür vs. karşılığı satmıyormuş. Demek ki bir şehirde iktidarın değişmesi için şiddet kullanmaya, demokrasi dışı yollara başvurmaya ihtiyaç yokmuş. Demek ki nefret söylemine, muhalif olunanları şeytanlaştırmaya ve ağır küfürlere maruz bırakmaya ihtiyaç yokmuş. Demek ki, sıkı çalışılırsa demokratik yol ve yöntemlerle sonuç almak mümkünmüş. Demek ki iktidar değişikliği için sokakları işgal etmeye gerek yokmuş.
Umarım muhalefet partileri de Gezi’den beridir şiddeti siyasî metot olarak kullanmak isteyen kişiler ve çevreler de yenileme seçimlerinden bu mühim dersleri almayı başarmıştır.
Yeni Şafak, 07.06.2014