Türkiye 17 Aralık sürecinden bu yana paralel yapının sivil iktidara dönük müdahalesiyle bir hayli gergin günler yaşadı. Servis edilen kasetler, yapılan dinlemeler, operasyonlar, kurulan komplolar ve tuzaklarla gelecek demokratik, özgürlükçü yeni bir Türkiye adına hedeflenen tüm çalışmalar, projeler baltalanmak istendi. Ancak halk, her seçim döneminde olduğu gibi 30 Mart seçimlerinde de bu tür operasyonlarla, manipülasyonlarla ve gazete manşetleriyle bir netice elde edilemeyeceğini bir kez daha göstererek paralel yapı ve müttefiklerine gereken cevabı vermiş oldu.
Bir eğitimci olarak Gezi kalkışmasından bu yana gerek sokak hareketlerine karışan gençlerin ve gerekse Kemalist, ilerlemeci, çağdaş, pozitivist aydınların tutum ve tavırlarını gözlemleme imkânım oldu. Bu süreçte Kemalist eğitim sisteminin, tekçi, elitist, halkı hakir gören, bayağı, basit, sıradan bir aydın kitlesi oluşturduğunu bir kez daha şahit olduk. Seçim sonuçlarının açıklanmasının hemen ardından yapılan bir takım açıklamalarda da görüldüğü gibi ülkede halkı hala tepeden bakan, onları aşağılayan, dışlayan, değerlerine, düşüncelerine ve inançlarına mesafeli olan, her seçim sonrası gerekli dersleri çıkarmayan bir zihniyetin varlığıyla karşı karşıyayız. Ben bu düşünce biçiminin birazda eğitim kurumları aracılığıyla beslendiğini ve yeniden üretildiğini düşünüyorum. Dolayısıyla yeni dönemde AK Parti’nin ilk icraatlarından birinin eğitim sistemini yeni baştan reforme etmek olduğunu düşünüyorum. Peki, yeni dönemde eğitim nasıl olmalıdır?
YENİ BİR EĞİTİM FELSEFESİ OLUŞTURULMALI
İdeolojik bir çerçevede tanzim edilen ve bireyi belirli bir kalıba sokmaya çalışan eğitim sistemlerinin farklı inançlara, mezheplere, ırklara, dillere ve düşüncelere karşı merhametsiz/hoşgörüsüz insanların yetişmesine aracılık ettiği bir gerçektir. Gelinen noktada 19. yüzyıl paradigmasıyla oluşturulan ve gittikçe bireyin içsel dünyasını tahrip eden bu tür bir eğitim anlayışının artık sıfırlanması ve yeni baştan bir eğitim sisteminin tesis edilmesi gerekmektedir. AK Parti’nin eğitim alanında attığı cesur adımlar ve yapılan köklü reformlar elbette yadsınamaz lakin gelinen noktada artık buraya/bize ait eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en şereflisi olan insan) temelinde yeni bir eğitim anlayışının oluşturulması elzemdir. İlk yapılması gereken; kültür medeniyet kodlarımıza uygun yeni bir eğitim anlayışının tesis edilmesi olmalıdır. Bilindiği gibi Kemalist, tekçi eğitim sisteminin medeniyet birikimimiz üzerine bina edilen bir eğitim sistemi olmadığı gibi insan fıtratına da uygun düşmeyen bir eğitim sistemi ve modelidir. Bu sistemde eğitim kurumları yıllardır ideolojik endoktrinasyon kurumları olarak işlev gördü. Okullar pedagojiye uygun düşmeyen birtakım militarist içerikli eğitim uygulamalarıyla resmi ideolojiye itaatkâr bireylerin yetişmesinde aktif rol oynadılar. Artık bu eğitim sistemin kökten değişmesi ve yeni bir eğitim sisteminin inşa edilmesi gerekmektedir.
İLGİ VE YETENEKLERİNE GÖRE EĞİTİM
Aynı zamanda bir pedagog olan ünlü düşünür İbn Rüşd’ün de ifade ettiği gibi ferdi farklılıklar ilahi adaletin bir tezahürüdür. Bu bakımdan eğitim, insan tabiatı üzerine bina edilen bir müessesedir. Bu bakımdan Rüşd serbest iradeyi ve hür düşünceyi eğitimin genel amaçları arasına koymuş ve ferdi kabiliyetlere göre geliştirilen eğitim modellerine vurgu yapmıştır. Education Free and Compulsory adlı kitabın yazarı Murray N.Rorbard’da aynı görüştedir. Rotbard eğitim kapasitesi düşük olan ya da hiç olmayan çocukların eğitime zorlamaması gerektiğini ifade eder. İnsan yeteneğinin çeşitliliğinin arasında bazı çocuklar normalin altındadır, mantık kapasitesi, anlama kabiliyeti pek yüksek değildir ve eğitim almaya açık değildir. Rotbard bu çocukları devletin nerdeyse her yerde yaptığı gibi okula gitmeye zorlaması, onların doğalarına karşı işlenen bir suç olarak görür.. Sistematik eğitim alma yeteneği olmadan ya çocuklar hiç bir şey anlamadan oturup acı çekecek ya da zeki ve normal seviyedeki çocuklar diğerlerine öğretilmeye çalışılırken gelişimlerinde geri kalacaklardır.
Rotbard haklı çünkü klasik eğitim sistemlerinde çocuklar ilgi ve yeteneklerine göre değil yaşlarına göre sınıflandırırlar. Bugün sıradan bir kamu okuluna gittiğinizde aynı yaştan olan çocukların bir sınıfa ait olduğunu görürsünüz. Oysa her birinin ilgi, yetenek ve anlama kabiliyetleri diğerlerinden farklıdır. Bu bakımdan eğitimin temel amacı bireyin doğuştan sahip olduğu yeteneği bulup çıkartmak ve onu yeteneği doğrultusunda eğitmek olmalıdır. Bugün Türkiye’de örneğin resim ya da müzik yeteneği olan çocuklar için ayrı okulların olmaması bir kayıptır.
ESTETİK OKUL MİMARİSİ
Eğitim alanında ciddi başarılar elde eden Finlandiya eğitim sisteminin sırrı da burada yatmaktadır. Finlandiya, eğitimin daha ilk yıllarında seçmeli dersler koyarak bireyin ilgi ve yeteneklerini keşfedip onları bu doğrultuda bir eğitime tabi tutmaktadır. Öğretmen kalitesine ve eşitliğe azami önem veren bu ülke aynı zamanda öğretmenlere ve öğrencilere özgür ortamlar tesis ediyor. Çünkü öğrenme ile özgürlük arasında sıkı bir ilişki vardır. Çocuklar okula adım attıkları ilk günden itibaren öncel birey olduklarının idrakine varmalıdırlar. Türkiye’deki okullara baktığımızda katı bir disiplin anlayışının hakim olduğunu görüyoruz. Örneğin bahçe önlerinde hizaya sokulmaları, Beden Eğitimi derslerinde uygun adımda yürütülmeleri, öğretmen sınıfa girdiğinde ayağa kalkılması gibi… Bu çok yanlış bir tutum çünkü bu tür sıraya dizilmeler onların aynı tempoda ritimde ve biçimde düşünmelerine neden oluyor.
EĞİTİMDE ÖZEL SEKTÖR VE YERELLEŞME
Türkiye’de bize özgü, insana değer, kıymet veren yeni bir eğitim sistemi oluşturduktan sonra yıllardır aileleri perişan eden dershane ihtiyacını ortadan kaldıracak reformlar yapılmalıdır. Bunun başlıca yolu; eğitimde zamanla özel sektörü devre sokmaktan geçmektedir. Çünkü özel sektörden eğitim satın alınması öncelikle kamu okulların yükünü büyük oranda hafifletecektir. Dolayısıyla özel okullaşma oranı arttırılmalıdır. Devlet eğitim harcamalarında kullanılması kaydıyla velilere, öğrenciler için ayrılan yıllık eğitim maliyetini vermeli, daha cazip bir yerde eğitim satın almak istiyorsa da düşük faizli ve uzun vadeli kredi seçenekleri sunmalıdır. Bu arada ‘Sözleşmeli Okul’ modeli de MEB’in reform paketinde yer almalıdır. Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı’nın da ifade ettiği gibi eğitimin sivil toplum eliyle yürütülmesi ve eğitimin yerel yönetimlere devri de umarız zamanla gündeme gelir. Sayın Başbakan’ın bundan 19 yıl önce eğitimin yerelleşmesi meselesini gündeme getirdiğini de not düşerek.
Sonuç olarak Türkiye’nin bundan böyle eğitim alanında atacağı adımlar çok mühim. İşe önce eğitimden başlanmalı ve yeni Türkiye’ye yakışır bir eğitim anlayışı ivedilikle tesis edilmelidir.
Yeni Şafak, 15.04.2014