Seçim Sonrasında Yeni Türkiye’nin İnşası

Seçimler yapıldı; takke düştü, kel göründü; herkes millet nezdinde boyunun ölçüsünü bir kez daha aldı, ve yeni bir dönem başladı. Sayın Erdoğan ve ekibini 12 yılda üst üste kazandığı sekizinci seçim başarısından dolayı kutlamak gerekmektedir. Şimdi sıra daha demokratik, daha özgür ve daha sivil bir Türkiye’nin inşasına gelmiştir. Bu yazıda seçim sonuçlarından alınması gereken dersler ve bundan sonra yapılması gerekenler konusu anahatlarıyla değerlendirilmektedir.

30 Mart Seçimlerinden Alınması Gereken Dersler:

1. Millet Erdoğan’a hâlâ güvenmekte, daha iyi bir alternatif görmemektedir.

30 Mart 2014 seçim sonuçları milletin büyük oranda Erdoğan’a hâlâ güvendiğini ortaya koymaktadır. 12 yıldır iktidarda olmaktan kaynaklanabilecek doğal yıpranmaya, hukuk dışı saldırılara, yıpratma çabalarına ve operasyonlara rağmen Erdoğan’ı iktidardan düşürme gayretleri boşa çıkmıştır. Sayın Erdoğan seçim kampanyasını adeta tek başına sırtlamış, Türkiye’nin büyük bölümünü gezmiş, hakkındaki iddialara cevap vermiş, halkı kendi bakış açısının ve durduğu yerin doğruluğuna ikna etmeyi başarmıştır. 2002 Kasım ayından bu yana Erdoğan Ak Parti’nin başında girdiği bütün mahalli seçimlerden, genel seçimlerden ve referandumlardan açık ara galibiyetle çıkmıştır. 12 yılda toplam 8 seçim ve referandumdan zaferle çıkan başka bir lider profili yakın tarihimizde yoktur. Bunda Erdoğan’ın karizması, hitabeti, halka güven telkin etmesi, risk alması, sözünü sakınmayan, dobra dobra bir insan olması ve halkın dilinden anlama ve beklentilerine hitap etme becerisinin büyük payı vardır.

2. Millet demokrasi-dışı yollardan siyasetin dizayn edilmesine prim vermemektedir.

Türkiye’de hemen her seçim büyük bir gerilim içinde geçmektedir. Devlet büyük olduğu için, “devleti ele geçirmek” toplumsal hayatın hemen her alanına müdahale edebilir hale gelmek anlamına geldiği için, bu ülkede her seçim bir ölüm kalım mücadelesine dönüşmektedir. 30 Mart 2014 seçimlerinde bu olağan gerginliğe bir de Cemaat-Hükümet kavgası eklenince gerilim daha da tırmanmış, seçim bir mahalli seçim olmaktan  çıkmış, genel seçim havasını da aşmış, adeta mevcut hükümet ve Erdoğan hakkında bir “tamam mı devam mı” referandumuna dönüşmüştür. Bu dönemde sosyal medyada çığırından çıkmış saldırılar, kullanılan seviyesiz dil, hakaretler, cenaze törenlerinin protesto mitingine dönüştürülme gayretleri, ve daha pek çok nahoş şeye tanık olduk. Ancak 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonlarına, sosyal medyadaki saldırılara, yolsuzluk suçlamalarına, internete düşen ses kayıtlarına ve montaj kasetlere, hükümet partisine desteğin çok düştüğünü öne süren çarpıtılmış kamuoyu yoklaması haberlerine,.. rağmen Ak Parti %45’in üzerinde bir oy almayı başardı. Bu sonuç, milletin kaset siyasetiyle, usulsüz dinlemelerle, belden aşağı vurmalarla, kısaca demokrasi ve ahlâk dışı yöntemlerle siyaseti yeniden dizayn etme gayretlerine prim vermediğini göstermektedir. Daha önce CHP ve MHP için denenmiş ve kısmen sonuç alıcı olmuş ahlâk-dışı yöntemler Ak Parti için sonuç vermemiştir. Siyaset dışı ve belden aşağı vuran yöntemlerle siyaseti dizayn etmek isteyenlerin hevesleri kursaklarında kalmıştır. İktidarı değiştirmenin yegane meşru yönteminin sandık olduğu artık anlaşılmış olmalıdır.

3. Millet istikrar istemekte, refahından vazgeçmemektedir.

İngilizce’de siyasi başarıda iktisadi faktörlerin belirleyici önemini ifade etmek için kullanılan bir deyim vardır: “it’s the economy, stupid!” Mealen “asıl mesele ekonomidir, avanak!” şeklinde çevrilebilecek bu ifadeyle vurgulanan gerçeğin, Avrupa ve Amerika için geçerli olduğu kadar, Türkiye için de geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Millet Türkiye’nin 2001 krizinde düştüğü çukurdan bugün nereye geldiğini bilmekte ve şu anda sahip olduğu refah düzeyinden geriye gitmek istememektedir. 12 yıl öncesine kıyasla bugünkü Türkiye, GSYH’sı ve kişi başına geliri 4 kat artmış, ihracatı ve döviz rezervleri 5 katına çıkmış, IMF’ye borcunu sıfırlamış, enflasyonu ve reel faizleri düşürmüş, bütçenin faize giden kısmını, milli gelire oran olarak bütçe açıklarını ve dış borcunu azaltmış, doğrudan yabancı sermaye girişlerini kat kat artırmış, sağlık ve ulaşım başta olmak üzere geniş kitlelerin refahını artıran reformlar yapmış, bütün bunların bileşik sonucu olarak da refah düzeyi ciddi biçimde yükselmiş bir Türkiye’dir. Vatandaşın bu anlamda tercihini rahat, huzur, konfor, refah ve istikrardan yana yapmış olması gayet anlaşılabilir bir durum, rasyonel bir tercihtir.

Yeni Türkiye’nin İnşası İçin Yapılması gerekenler:

1. Sivil Anayasa Mutlaka Yapılmalıdır.

Bu satırların yazarına göre, son 12 yılda pek çok başarılı ve olumlu icraata imza atmış olan Ak Parti hükümetinin en önemli hatası, sivil anayasa meselesini bugüne kadar çöz(e)memiş, bu anlamda eline geçen gücü ve fırsatı iyi değerlendirememiş olmasıdır. Oysa Kürt sorunu ve Alevi sorunu gibi siyasi sorunlarımızın da, devlet eliyle vatandaş terbiye etmeye dayalı baskıcı politikaların da, mütedeyyin vatandaşa hayatı zehir eden ultra-pozitivist laikçiliğin de, on yılda bir ülkenin üzerinden silindir gibi geçen darbeleri sürekli yeniden üreten askeri vesayetin de son tahlilde dayandığı zemin, kangrenleşmiş sorunların düğümlendiği yer, anayasadır. Sivil, demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü bir anayasa yapmadan bu sorunlara kalıcı çözüm bulma şansı da bulunmamaktadır. Bugün Erdoğan’ın karizması ve sağlam duruşu sayesinde ortadan kalkmış gibi görünen bazı sorunlar, en küçük bir tökezlemede yeniden hortlayabilecek durumdadırlar. Sayın Erdoğan’ın ameliyat olduğu günlerde, Gezi olaylarında, MİT krizinde ve 17 Aralık sürecinde yaşanan tecrübe, vesayet rejiminin her an hortlatılmak istendiğini yeterince ortaya koymuştur.

Dolayısıyla hükümetin ne yapıp edip, sivil anayasa meselesini mutlaka halletmesi gerekmektedir. Bu işin, uzlaşmayacağı daha baştan belli Uzlaşma Komisyonu’na havale edilmesi bir hata olmuş, ülkeye boş yere zaman kaybettirilmiştir. Bundan sonra böyle bir yola girilmemeli, muhalefet partilerinden makul insanların desteğiyle referanduma sunulacak bir taslak hazırlanıp harekete geçilmelidir. Aslında vaktiyle Prof. Özbudun ve ekibine hazırlatılan taslak hafif rötuşlanarak bu iş kısa sürede yapılabilirdi; hâlâ da yapılabilir. Bence bugünlerde tartışılmaya başlanan “halkın seçtiği Cumhurbaşkanının yetkilerinin netleştirilmesi” konusuyla birlikte sivil anayasa meselesi de ele alınabilir. Bu olmadığı takdirde Cumhurbaşkanlığı seçiminin hemen ertesinde bu konuya mutlaka el atılmalı, demokratikleşme yolunda binbir zahmetle elde edilen kazanımların heba edilmeyeceği bir anayasal-hukuki zemin mutlaka oluşturulmalıdır.

2. Yeni demokratikleşme paketleri hayata geçirilmelidir.

Kabul etmek gerekir ki, anayasa meselesini halletmek nispeten daha zordur. Buna karşılık demokratikleşme paketleriyle ülkenin normalleşme sürecinin hızlandırılması çok daha kolaydır. Bu çerçevede daha önce ilan edilmiş paketlerin bu dönemde mutlaka devamı gelmeli, bu yolla Alevi Açılımı ve Çözüm Süreci tamamına erdirilmeli; dini azınlıklar ve bilumum ötekileştirilenler rahatlatılmalıdır. Türkiye’ye karıştırmak ve yoluna taş koymak isteyenlerin en fazla istismar etmek istedikleri bu iki sorun –Kürt ve Alevi sorunu- barışçı yollardan hal yoluna konulmalıdır.

3. Askeri vesayeti sona erdirip sivilleşmeyi tahkim edecek kurumsal reformlar yapılmalıdır.

Kuşkusuz Ak Parti iktidarda olduğu dönemde askeri vesayetin geriletilmesi konusunda çok şey yapmış, risk almış, darbecilerin yargılanmasını sağlamıştır. Bundan dolayı Erdoğan ve ekibi  teşekkürü hak etmektedir. Ancak askeri vesayet rejimini bitirecek kurumsal tedbirler tam anlamıyla alınmış değildir. İşlerin ters gitmesi, güçsüz liderler veya koalisyon hükümetleri altında yeniden başını doğrultacak vesayetçi unsurlar ve kurumlar varlığını halen devam ettirmektedir. Dolayısıyla hükümetin bu dönemde mutlaka el atması gereken hayati önemdeki işlerden biri de, askeri vesayeti gerçek anlamda sona erdirecek ve sivilleşmeyi tahkim edecek kurumsal tedbirlerin alınması, bunun için gereken reformların yapılmasıdır. Bu bağlamda askeri yargı lağvedilmeli, OYAK özelleştirilerek normal bir ticari şirket hüviyetine büründürülmeli, Jandarma sivilleştirilerek İçişleri Bakanlığı’na bağlanmalı, Genelkurmay Başkanlığı Savunma Bakanlığına bağlanmalı, MGK icrai bir kurum olmaktan tamamen çıkarılarak, danışma kurulu haline getirilmelidir.

4. Paralel yapının hukuk içinde kalarak tasfiyesi sağlanmalı, yolsuzlukların üzerine gidilmelidir.

17 ve 25 Aralık sürecinde yaşananlar, bürokratik hiyerarşi dışında hareket eden, dışarıdan talimatla iş yapan, devletin kilit kurumlarını kontrol etmek isteyen bir “paralel yapı”nın varlığını ortaya koymuştur. İktidar ortak kabul etmez; devlette iki başlılık olmaz. Demokrasilerde devleti yönetme ve bürokrasiye talimat verme yetkisi halkın desteğiyle işbaşına gelen siyasetçinindir. Siyasi sorumluluk almadan devlet yönetmeye, bürokrasiye talimat vermeye kalkışmak kabul edilemez. Varsa böyle bir yapı mutlaka, ama hukuk içinde kalınarak, tasfiye edilmelidir. Ancak paralel yapının tasfiyesi, malum Cemaat mensupları veya sempatizanları aleyhine bir “cadı avı”na asla dönüştürülmemelidir. Böyle bir yola sapmak hem adil değildir [Kur’an-ı Kerim “bir kavme duyduğunuz öfken sizi adaletten saptırmasın” diye uyarmaktadır, unutmayalım]; hem uzun vadede yarardan çok zarar getirir, ülkeye de bunu yapanlara da zarar verir. Cemaat-Paralel Yapı ilişkisi iyi tahlil edilmeli, iki olgunun her düzeyde özdeş olmayabileceği hesaba katılmalıdır.

Cemaat-paralel yapı denince akla 4 katmanlı bir yapı gelmektedir: en altta, kirli siyasi hesaplardan tamamen bihaber, Allah rızası için hayır hizmetlerine yardım eden geniş kitle; onun üstünde bu geniş kitle ile üst katmanların irtibatını sağlayan koordinatör-imamlar; onun üstünde devletin çeşitli kurumlarında, bürokrasinin kilit mevkilerinde yer alan, bir ayağı Cemaatte, bir ayağı Ergenekonvari iç ve dış derin yapılarda olan, operasyon yapan-yaptıran kişiler; onların da üstünde kirli senaryolar yazan, özel hayatları gizli kameralarla gözetleten, montaj kasetler ve kayıtlarla uğraşan, usulsüz-illegal dinlemeler yapan-yaptıran, dış derin odaklardan oluşan “üst akıl.” Paralel yapı bağlamında bence uğraşılması gerekenler üstteki iki katmanda yer alanlardır. Hukuk içinde kalarak paralel devletin tasfiyesine kimsenin bir diyeceği olamaz; bu behemehal yapılmalıdır. Ancak bu yapılırken en alttaki mütedeyyin, hayırsever insanların taciz edilmemesi, onları rencide eden, aşağılayan, ötekileştiren bir dil kullanılmaması büyük önem taşımaktadır.

Bu arada yolsuzluk söylentilerinin millet tarafından unutulduğu da sanılmamalıdır. Lord Acton “güç yozlaşma eğilimindedir; mutlak güç mutlaka yozlaşır” demektedir. 12 yıldır iktidarda olan bir siyasi partinin etrafında bazı menfaat odaklarının, kısa yoldan köşe dönmek isteyenlerin toplanmış olması, bazı iktidar sahiplerinin kimi yolsuzluklara bulaşmış olmaları ihtimal dahilindedir. Bu çerçevede uzun süredir dedikodusu yapılan, seçim öncesinde zirveye tırmanmış yolsuzluk iddialarının üzerine kararlılıkla gidilmeli, bu vesileyle varsa çürük elmalar ayıklanmalıdır.

5. Üniversite reformu yapılmalı, öğretim üyelerinin durumu iyileştirilmelidir.

Ak Parti hükümetlerinin bugüne kadar en fazla ihmal ettikleri alanlardan biri de üniversitedir. Üniversiteler hâlâ 12 Eylül Askeri Vesayet Rejiminin armağanı olan bir kurum (YÖK) ve kanun (2547) ile yönetilmektedir. Sistem aşırı merkeziyetçi, ideolojik yönlendirmelere açık, verimliliği ödüllendirmeyip aksine caydıran bir sistemdir. Ayrıca, hükümet tarafından son 12 yılda bütün öteki devlet memurlarının durumu defalarca iyileştirildiği halde, üniversite öğretim üyelerinin durumunda kayda değer hiçbir iyileştirme yapılmamıştır. Öğretim üyelerinin durumundaki gelişme, son yıllarda gerek GSYH’daki büyümenin, gerek öteki kamu çalışanlarının, gerekse üniversite içindeki idari personelin durumundaki iyileştirmelerin ciddi oranda gerisinde kalmıştır. Dış dünyadaki meslektaşlarına kıyasla durumun daha da vahim olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Bugünkü haliyle öğretim üyeliği cazip bir meslek değildir. Üniversitelerden mezun olan en zeki gençler yurtdışına gitmekte, ikinci en iyiler özel sektördeki büyük şirketlerde istihdam edilmekte; üçüncü en iyiler Rekabet Kurulu vb. kamudaki üst kurullara yönelmekte; ancak buralarda istihdam şansı bulamayan gençler üniversitede araştırma görevlisi olmayı denemektedirler.

Oysa üniversiteleri iyi, kaliteli, üretken olmadığı halde kalkınmış bir ülke yoktur. 2023 vizyonu kaliteli üniversiteler ve yaratıcı projeler olmadan gerçekleştirilemez. Üniversitelerin bilgi ve teknoloji üreten, proje yapan, ülkenin gelecek vizyonuna katkı yapan kurumlar olması, “marifet iltifata tabidir” düsturunca durumlarının yeniden ele alınmasına ve yapılacak iyileştirmelere bağlıdır. Bu çerçevede hükümet bugüne kadar anlaşılmaz bir şekilde ihmal ettiği üniversite meselesini artık masaya yatırmalı, kapsamlı bir üniversite reformu yapmalıdır. Bu bağlamda öğretim üyelerinin özlük hakları iyileştirilmeli; çok çalışanın daha iyi gelir elde ettiği, çalışmayanın sistem dışına çıkarıldığı, verimliliği ve üretkenliği ödüllendirip tembelliği cezalandıran, daha ademi merkeziyetçi, öz-finansman yolları bulmada daha esnek ve manevra kabiliyeti yüksek, rekabetçi bir sistem getirilmelidir.

Sözün özü, bugün ihtiyacımız olan şey, sivil, özgürlükçü bir anayasa; yetkileri sınırlı, daha şeffaf, hesap verebilir, hukukun üstünlüğüne dayalı, herkese eşit mesafede duran, güvenlik-adalet-altyapıdan sorumlu, piyasa ekonomisine saygılı, daha küçük ama etkin bir devlet; en zeki beyinleri kendisine çekebilen, çalışkanlığı ödüllendirip tembelliği caydıran, adem-i merkeziyetçi bir anlayışla yönetilen, özgür ve üretken bir üniversitedir.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et