Geri dönüş mümkün değil

Darbe davalarının “taraflı yargı” yüzünden uğradığı erozyon ve şimdi sanıkların beraat etmişçesine, büyük tezahüratlar eşliğinde dışarı çıkışı, kısacası davaların başına gelen bu felaket, askeri vesayetin dirilmesi gibi bir sonuç verir mi diye sormuştum dünkü yazımın sonunda.

Kimsenin daha çok insanın daha uzun süre tutuklu kalması diye bir derdi yok. Kimse, yüzlerce hayatın mahvolmasından, hiçbir suçu olmayan sanık yakınlarının yaşadıkları büyük acıdan memnuniyet duymuyor. Ama öte yandan toplum, bundan sonra başına böyle işler gelmeyeceğinden de emin olmak istiyor. Bütün mesele, kamuoyunun halk iradesine karşı şiddete başvurma yolunun artık geçmişte kaldığına inanması. Askeri vesayete ya da darbeler dönemine geri dönüş olmaması…

Baştan söyleyeyim, ben böyle bir şeyi mümkün görmüyorum. Bunu söylerken de her zamanki gibi, siyasi aktörlerin ya da partilerin niyetlerinden ve arzularından bağımsız olarak, toplumsal çoğunluğun durumuna bakıyorum.
 
Bilinç geri sarılamaz

 
Yaşanan her tarihi dönem toplumların bilincinde geri dönüşü mümkün olmayan değişimlere yol açar.

Türkiye’de toplum 28 Şubat’tan bu yana sıkıştırılmış bir tarih yaşadı. Biz, belki de 50 yıla yayılacak bir transformasyonu 15 yıla sığdırdık. Bu 15 yılda çok deneyim kazandık, çok tabu yıktık, olmaz denen çok şey yaptık, ölesiye korktuğumuz şeylerin aslında hiç de öyle korkulacak şeyler olmadığını; yenilmez sandığımız güçlerin kararlı bir ses karşısında nasıl pısıp kaldıklarını gördük.

Yaşanan hiçbir deneyimi artık unutamayız.

Türkiye’de savcıların ilk defa “dokunulmazlara” dokunabildiğini, kuvvet komutanlarını, orgeneralleri, rektörleri darbecilik iddiasıyla gözaltına almaya cesaret ettiğini gördü bu toplum. Yargının ilk defa darbeciler hakkında iddianame düzenlemeye cesaret ettiğine tanık oldu. Davaların yürütülmesi sırasında adil bir yargılama konusunda derin şüpheler oluşsa da, bu gerçek değişmez. Genç subayların, sabahın erken saatlerinde iki polis arasında gözaltına götürülen kuvvet komutanlarının görüntülerini unutmaları imkansızdır. 28 Nisan’da seçilmişlere muhtıra veren kudretli paşaların siyasetten yükselen o tok itirazla nasıl süt dökmüş kediye döndüklerini unutmaları da… Kendi finanse ettiği ordunun onun iradesine karşı yaptığı melun planları öğrendikten, Koşaner’in ses kayıtlarını dinledikten, seminer adı verilen toplantıda konuşulanları öğrendikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olamaz.
 
Ordu artık patronluk da kurtarıcılık da taslayamaz
 
Oyunun gücüyle kaderini değiştirmenin tadını tatmış kitleler, bu saatten sonra bir generalin TRT’ye çıkıp “Cumhuriyeti korumak ve kollamak için iktidara el koyduklarını” duymaya tahammül edemez.

Darbe karşıtlığı politik doğruculuğun en temel maddelerinden biri haline geldi bu ülkede. En koyu darbecilerin bile “Darbelere ben de karşıyım ama” diye söze girmek zorunda olduğu bir ülkeyiz artık. Darbeyi bırakın, vesayet de sökmez bu halka. Çünkü vesayet gücü ancak darbe yapma tehdidi sayesinde var olabilir. Darbe yapma gücü olmayan vesayet etme gücünü de kaybeder.

Bundan sonra, “ordunun hassasiyetlerine” dikkat ederek politika yapan sümsük siyasetçi de tutunamaz. Toplum, kendisini yönetmesi için yetki verdiği kişinin o yetkinin bir kısmını generallere devretmesine asla katlanamaz.

Orduyla halk arasındaki ilişkide geçmişte kurulan hiyerarşi ilelebet değişmiştir. Nasıl despot baba, restini çekip evi terk eden oğluyla yeniden ilişki kurduğunda bu asla eski ilişki olamazsa; bu ordu da bundan böyle halkıyla aynı ilişkiyi bir daha kuramaz. Bir daha patronluk ya da “kurtarıcılık”taslayamaz.

Evet, hepimizin her zaman söylediği gibi, ordu-toplum ilişkilerinde fiilen yaşanan bu değişikliğin kurallara bağlanması ve kurumsallaşması için yapılması gereken çok şey var daha. Ama esas olan yaşanan psikolojik değişikliktir; ilk restin çekilmesi ve o zamana kadar kadir-i mutlak zannedilen gücün aslında hiç de sanıldığı kadar güçlü olmadığının görülmesidir.

2002’den bu yana yaşanan sürecin özeti, toplumun kendi gücünün farkına varmasıdır ve bu farkındalığın geri döndürülmesi imkansızdır.

Bu yazı Bugün Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et