Dünya, ne yazık ki, bir devletler dünyası. Bildiğimiz her coğrafya parçası devletlerin egemenliği altında. Devletlerin ikili bir yapısı var. İlk kısmı alenî olan ve deklare edilen tarafları. İkincisi ise deklare edilmeyen gizli veya deklare edilse bile gizli kalan tarafları.
Her devletin gizli servisleri mevcut. Bu servislerin açıklanan amacı millî menfaatleri ve millî güvenliği korumak. Bu, ilk bakışta, devletler, esas itibariyle, diğer devletlerin faaliyetlerini izliyor izlenimini veriyor. Devletler, çaplarına paralel olarak, başka devletleri çeşitli yollarla takip etmekte. Küçük, güçsüz devletler sadece etrafını saran devletlerle meşgul olurken, daha güçlüleri komşusu olmasa bile birçok devleti takip ediyor. En güçlü olanlar ise tüm dünyayı gözetliyor ve dünyanın her tarafında gizli faaliyetlere imza atıyor. ABD’nin bu bakımdan eşsiz olduğu biliniyor. CIA ve NSA gibi organizasyonların bulunmadığı ve aktif olmadığı bir siyasî toprak parçası yok.
Ancak, devletlerin sadece birbirlerini gözlemekle ve karşılıklı espiyonaj oyunlarına girişmekle yetindiğini sanmak saflık olur. Devletler aynı zamanda kendi vatandaşlarını da izliyor. Tabiî, bunu ‘hayırhah’ amaçlarla, yani ‘vatandaşlarının güvenliği için’ yaptıklarını söylüyorlar. Başka bir açıklama yapmaları zor. Devletlerin lisanında en kötü şeyler bile iyi kavramlarla adlandırılır. Ancak, konuyla ilgili liberal literatürü okuyanlar, birçok yazarın, millî güvenlik denen şeyin aslında devletin güvenliği olduğunu ve vatandaş için doğan güvenlik problemlerini çoğu zaman devletlerin doğurduğunu vurguladığını görür. Yani devletler hem güvenlik problemlerini yaratır hem de bunları çözeceğim diye vatandaşı vergiye, regülasyona boğup takip altına alır. ABD bu bakımdan da dünya şampiyonu. C. Twight’ın ‘Dependent on D.C.’ adlı ilginç çalışması Amerikan devletinin 150 yıldır gitgide artan ölçüde vatandaşını takip ettiğini ve bugün geldiği noktada bir tür ‘Surveillance State’ (‘Gözetleyici Devlet’) denilen şeye dönüştüğünü anlatıyor. İlginç bir nokta, bu gözetlemenin bütünüyle gizli servisler eliyle yapılmaması. Sürücü kayıtları, sosyal sigorta kayıtları, okul kayıtları gibi araçların da bunun için kullanılması. Sanırım bunlara maliye, özellikle gelir vergisi kayıtlarını da eklemek gerek. 1870’lerde İngiliz liberalleri gelir vergisinin konmasına bunun devlete vatandaşlarının tüm hayatını izleme hakkı ve gücü vereceği gerekçesiyle karşı çıkmıştı. Dünya nereden nereye geldi…
Türkiye’de de gizli servisler var: MİT, askerî istihbarat ve son zamanlarda çok tartışılan emniyet istihbaratı. Mevcut 2937 sayılı MİT kanunu 1 Kasım 1983 tarihli. Yani 12 Eylül cuntasının mantığıyla hazırlanmış. Hükümet MİT hakkında yeni bir kanun çıkarmak istiyor. Gerekçesinin bir parçası ilgili kanunun ihtiyaca cevap vermediği. Bir ikinci parçası ise MİT’in devlet içindeki otonom yapıya karşı kuvvetlendirilmesi ihtiyacı. Soyut ilkelere dayanarak MİT ortadan kalksın demek çok anlamlı görünmüyor. Bu tavır bizi J. Burkchardt’ın ‘korkunç basitleştiriciler’ dediği kimselerin konumuna düşürür. Devletler var olduğu sürece gizli servisler de muhtemelen var olacaktır. Tüm devletlerin gizli servisleri ortadan kalkmadığı sürece, Türkiye’nin gizli servisinin ortadan kaldırılması talebi karşılıksız kalacaktır.
Ancak, varlığını istemeden de olsa kabul edecek olmamız bizim gizli servisleri sınırlı, denetlenebilir ve yanlışlarından dolayı hesaba çekilebilir pozisyonda tutmayı istememizi gereksiz kılmaz. Her kurum gibi MİT de denetime tâbi tutulmalıdır. Uygun olan MİT’in hem parlamento denetimine hem de yargı denetimine tâbi kılınmasıdır. MİT elbette siyasî otoriteye bağlı olmalıdır, ancak, siyasî otoritenin MİT ile özdeşleşmesi sistemi bir istihbarat sistemine dönüştürür. Bu yüzden, Başbakan’ın koordinasyon toplantılarına başkanlık etmesi tamamen yanlıştır. Bu fikirden vazgeçilmesi gayet yerinde olmuştur. MİT’in belli seviyedeki sorumlularının yargısal denetime tabi kılınması özel bir usule bağlanabilir ama yargısal muafiyet asla kabul edilemez. Bu MİT’i istihbarat diktatörlüğüne dönüştürebilir. MİT’in vatandaşların temel hak ve özgürlüklerine, mahremiyetlerine saygı göstermesi, özel bilgilerini keyfî bir şekilde toplayıp kullanamaması gerekir. Özel bilgilerin toplanması ancak çok istisnaî hâllerde, geçici olarak ve mutlaka sağlam bir yargı kararına dayanarak yapılabilmelidir. Gizli MİT belgelerini yayınlayan yayın organlarının muhabirinden sahibine ağır cezaya çarptırılmak istenmesi demokrasiye sığmaz; ayrıca basın özgürlüğüne aykırıdır. Gizliliği koruma yayın organlarının görevi olamaz, MİT mensuplarının görevidir. Bu mantık egemen olsaydı CIA’nın, NSA’nın ve başka gizli servislerin hatalarını ve pisliklerini öğrenmek asla mümkün olmazdı. Medya organları elde ederlerse bu tür belgeleri korkmadan yayınlayabilmelidir ki MİT üzerinde bir kamusal denetim işlesin ve vatandaşlar yanlışlardan haberdar olsun.
Hükümetin acele etmesinin sebebinin otonom yapılanmayla etkili mücadele olduğunu biliyorum. Ancak, bu tür kanunlar özgül durumlara ve belli kişilere yönelik düzenlemeler yapmaya değil genel sistemik düzenlemeler yapmaya yönelmelidir. MİT kanunu daha fazla tartışılmalı. İstikrarlı demokrasilerdeki örneklerden yararlanarak, vatandaşların haklarını, hürriyetlerini ve özel hayatlarını emsallerinden daha iyi koruyacak şekilde hazırlanmalı.
Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.